21.5.11

veeee 2nd Mother's Day'im :)

Her sene Mayıs ayını heyecanla bekliyorum.

Mayıs'ın 5'i Haso'nun doğum günü;
yani Etiler Doğa Şarküteri'nin önünde beni görmek, o anda bana en sevmediğim çikolata 'pikolata' hediye etmek :), hiç düşünmediğim 1 anda 'arnavut kızı, doğulu erkeği olmaz' kurallarını da yıkıp evlenmek, Simsim'e sahip olmak için, bizim için dünyaya geldiği gün :)


ve ikinci Pazar'ı da anneler günü!!! Bu sene de benim ikinci anneler günüm :)

ilk anneler günümle ilgili yazdıklarımı geri dönüp okudum da şimdi 'amaaaaaaaaan' diyorum...

İlk anneler günümü biraz buruk geçirmişim ama bundan sonrakilere önceden hazırlıklıyım :)

Burda, bazı forumlarda ve facebook'ta yazıyorum 'harika uyudu, şahane yedi, öyle yürüdü, böyle güldü, mutluyuz, süperiz'  diye...

Sonra da korkuyorum nazardan, gözden, sözden...

Anneler gününden bir gün önce Haso'ya sürpriz doğum günü organize ettim...

Dr. Bilal'i 18'ime girdiğimde annemlerin götürdüğü gece kulübünden beri takip ederim. Uludağ'a giderdik, orda da onu bulur giderdik...

Neden bilmem ama onun hoplayışı, zıplayışı, gülen yüzü çok eğlendiriyor beni belki de annemin saçlarına benzeyen saçlarının fönü :)))

Haso ve herşeyimize ortak iki çift arkadaşımızla birlikte Dr. Bilal'e gittik.

E tabi yaka iğnem Simsim'i buraya da götürecek değildim ya! :)

Doğumundan beri 3. kez Simsim'siz gece dışarı çıktık, anneannesine bıraktık (o da eğlencedeydi yani :)

ve ertesi gün de anneler günüydü ve canım kızım bana verebileceği ennn güzel hediyeyi verdi (öğlene kadar uyudu ve uyudum!!!)

Uzun zamandır saat başı uyanan cadı; anneler gününde uyudu ve beni mest etti! :)

Seni seviyorum yürüyen cücem benim!!!

17.5.11

Simsim bilgisayarımı yedi!

Bilgisayarım; babasına kameradan el sallamaya bayılan kızımın azizliğine uğradı!

Kızımcım; biliyosun ki bu kutunun içinden baban çıkıyo, sana el sallıyo... Niye paldır küldür yerlere atıyosun da ekranı perişan ediyosun :)

Ekranın bişeylerini bozmuş.

Telefondan bloga yazı girmeyi beceremedim, mesajı zor yazıyorum parmacıklarımla... Klavyemsiz yapamam ben!

30.4.11

Yorgunluğumun Niye - Neden - Nasıl'ı!

İyi gibi gözükmeye çalışıyorum.

Eskiden kuaförüm toparlardı beni.

Şimdi o bile yetmiyor sanırım gözlerim yorgun bakıyor!

Uzun zamandır kimle görüşsem; Enerjimi ve gülüşümü soruyor!

Lafı uzatan olursa hazır asker 2 damla gözyaşım bırakıveriyor kendini...

Adliyede karşılaştığım üniversite arkadaşlarım 'ne kadar yaşlanmışsın' diyor :)

Niye'si, neden'i ve nasıl'ının cevabı özetle şöyle;

-1 senedir uykusuzum.
Gündüz uykularına çok zor geçen, geçse de kısa süren ya da sokakta uyuyan bir bebeğim var. Gece ise en iyi ihtimalle 3-4 saatte bir uyanıyorum.

-Hiçbir şekilde yardım almadan tek başıma büyütüyorum.
Tamamen benim tercihim. Katkısız, hormonsuz ve organik bir bebeği emzik, mama, biberon, tuz ve şekersiz 1 yaşına getirebilmek için dışarıdan gelen yanlış yönlendirmelere kapadık kendimizi. Fikirlermize saygılı olmak, uygulamaya yardımcı olmak konularında yardım alamadık.

-Doğum yaptığım andan itibaren bitmeyen tatsızlıklar yaşandı.
Bebeğimin beslenmesi ile ilgili biz katı oldukça; çevremiz de kendi şartlarında katı oldular, kopukluklar ve tatsızlıklar oldu. Yaptıklarımı ve yapmak istemediklerimi televizyonlarda bangır bangır yineleyen doktorlar sayesinde, karşı çıkanların benden çok şey öğrendiklerinden eminim..

-Sağlık sıkıntıları ile moral ve beden olarak çöktüm.
Ben besinsiz ve enerjisiz kaldığımdan hiç olmadığım kadar grip oldum. Bebeğimin 6. ve 9. ayında babam ciddi rahatsızlıklar geçirdi hala da devam ediyor. Toplamda 2 hafta International ve Amerikan hastanesi koridorlarını arşınladık. Hem babamla ilgileneceğim hem bebeğimin ek gıda düzenini aksatmayacağım diye kendimi çok hırpaladım.

-Simsimi kimselere bırakamadık.
Başta gaz sıkıntısı (kolik) ve sonra uykuya geçme problemi yüzünden akşamları bırakıp da bir yerlere gidemedik. Toplamda benim ve Haso'nun doğum günü, evlilik yıldönümümüz ve arkadaşımız Dut'un doğum günü ve belki bir kaç kaçamak günle birlikte 6-7 akşam en fazla 2-3 saat bırakıp başbaşa gezmeye gittik. O anda da ağladı mı, uyudu mu diye aklımız hep Simsim'deydi..

Yani çalışıyor olduğumu hiç düşünemiyorum, öyle olsa tüm bunların altından kalkamazdım. Düşünsenize daha 'hadi bakın' biz gezmeye gidiyoruz diyebilecek cesareti bile bulamıyoruz kendimizde :)

Yorgunum ama 4'4'lük bebeğimizi içimize sine sine 1 yaşına getirdik eşimin erkek üstü yardımlarıyla! ve doktorumuzun desteğiyle :)

artık uyku problemimiz kalmadı, en kötü ihtimalle dışardayken bebek arabasında yürütmek çok işe yarıyor. Gaz sıkıntımız da yok... Oyunlar oynamaya bayılıyor..

Gereksiz kavga, tartışmalardan ziyade hastalıklardan nefes alabilirsek Simsim'in anne'den çok çok az ayrı vakit geçirmesi ile ilgili planlarım var :)

Belki biraz yorgun bakışlı oluverdim ama buna karşılık çok güzel bakan, sürekli gülen, enerji dolu, sağlıklı, zeki ve afacan bir kızım var!

Diyeceksiniz ki; aman bu kadar ince ince düşünmeye, bu kadar kimya laboratuvarında çalışırmış gibi yemekler yapıp kafa yormaya ne gerek var?

Ama maalesef öyle bir zamana doğdu ki bebeğim; ne doğru düzgün meyve, sebze var, ne de market raflarında işe yarar bir yiyecek!

Herşey cezbedici ama aslında herşey yokedici artık...

Çağımızın korkulu rüyası obezite, yeni nesli tehdit ediyor.

Beslenme yanlışlıkları beraberinde şeker hastalığı, kanser, MS gibi hastalıkları beraberinde getiriyor.

Varsın yorgun olayım, Haso'nun ve sevdiklerimin 2 güzel sözüyle toparlanıveririm! Ben kızımın temelini sağlam atayım da içim rahat olsun!

28.4.11

Çılgın Survivor!

Gündemi takip ediyoruz!

Çılgın projelerle çıldırırken, Survivor Nihat Doğan abimizle de ayakta kalma savaşı veriyoruz!

Bu harika örnek insanların döneminde yetişen kızcağzım da 'ÇILGIN SURVIVOR' oldu çıktı :)

Her kutunun içine giren, her yerden gülen bir kafa olarak çıkan, tırmanan ve sürünen bir 'cadı' var!

En son marifeti;

Mama sandalyesine tırmanarak çıkmak, üzerinde dönüp güzelce oturmak ve bacak bacak üstüne atarak gülümsemesi oldu...

Arkamı döndüğüm anda mama sandalyesinde bulduğumda; kendimden şüphe ettim...

Oturtmadım ki!

Ne zaman oturttum?

Oturttuysam neden kemerini bağlamadım ki derken yere indirdim...

Sonra gördüm ki, kendi kendine o yüksek mama sandalyesine çıkan ve bunu en az 10 - 15 kere yineleyen bir 'survivor'la karşı karşıyayım!

Evde huzur yok!

Genelde evde durmayı tercih etmiyoruz, en kötü ihtimalle kuaför ve alışveriş merkezlerini fethediyoruz.

Gezmeyi sevmem ve 20 günlükten beri arabama atıp gezmeye alıştırdığım kızımın da gezmeyi sevmesi değil sebep!

Esas sebep evdeki muhtemel kazalar...

Hem nasıl olsa oturup dinlenemiyorum, yan gelip yatamıyorum, uyutmaya çalışırken perişan oluyorum...

Sokaktaysa arabada veya bebek arabasında uykuya dalan bebeği kenara çekip kahve içmek var, tıka basa yemek yiyebilmek var ve hatta uyuklamak bile var :)

Evde sürekli tırmanıyoruz, her gün yeni bir yer yani yeni bir tehlike keşfediyoruz!

Mesela bir gün sehpanın üstüne çıkmış bana gülümserken yakaladığım Simsim, ertesi gün elinde alüminyum folyo, peçeteler, makarna paketini getiriveriyor salonun ortasına...

Henüz zeytinyağı koleksiyonuma ulaşabilmiş değil!

ama biliyorum, o dolabı da keşfedicek, elinde zeytinyağını dökerek geldiği günü de görücem!

Ben evdeyken çok yoruluyorum...

Bi anda herşey ortalıklara saçılıyor, her yer birbirine giriyor, sandalyelerin yerleri değişiyor, çamaşır sepeti mutfaktan çıkıyor, bi de yemek kırıntıları offff ...

O yüzden gezmeyi seviyoruz! Sevmek zorundayız! :)

Çok uyanık, çok fena, artık yürüyebildiğinden daha tehlikeli!

Evde huzurum yok desem yeri!

Sadece baba geldiği saatlerde 'simo'yu teslim ediyor ve evimi pek sever oluyorum...

Pat, yatasım geliyor...

O dağınık ev, biraz daha dağınık kalsın..

Huzur 'Haso'da, uyumak ve dinlenmek istiyorum :)

20.4.11

Elim çöpe gitmedi!

Bugün büyük gün!

Deep Freeze temizliği var!

Çok mutsuzum, üzgünüm...

Onları çöpe atmak zorunda kaldım. Kullanmaya kıyamadım ama şimdi naylon bir poşetin içindeler!

Dedim ki kullanmayayım, gün gelir biz evde olmayız; lazım olur dedim...

Nerdeeee?!

Yapışık ikizim Simsim'siz bir anım olmadı...

Olsa da biberonu kabul etmeyince, denemek için açtıklarımız da heba oldu ve bir daha denemedik...

Onları sakladım, tarihleri, miktarları ile özenle aldığım kaplarda buzluğun en harika köşesine koydum.

Dolabı açtıkça, sanki bir gün onları kaybedecekmişim, kullanırsam onlarsız yapayalnız kalacakmışım gibi bakıp durdum!

Kahvaltılarda buzluğa attıklarımdan mama yapmam gerektiği halde; emzirdim, onlara kıyamadım, kötü günlere sakladım...
 
ve gün geldi tarihleri geçti!
 
Elimde pompa, sabırla elde ettiğim sütlere kıyamadım, kıyamadım...
 
Kendi ellerimle çöpe attım caaaanım sütlerimi! :(

Öyle duygusal dakikalar yaşadım ki; o zar zor süt gelsin diye uğraştığım 40 gün geldi aklıma!

Yaşadıklarım; emzirmek, uyutmak vs.'den fırsat buldukça sütü sağmak için harcadığım vakit geldi aklıma!

ya sütüm kesilirse korkularıyla uyandığım her gün...

ya emmezse artık kenarda dursun diye buzluğa attıklarım...

Size çok bağlıymışım;

o kadar çok bağlıymışım ki, kullanamaya kıyamamaktan tarihlerinizi geçirdim :)

Ayakkabı zaferim! :)

Ayakkabısız ve tokasız prenses mi olur?

Ayakkabı dolabımız anneyle yarışır kıvamda...

Bizim aldıklarımız yetmedi, herkes de ayakkabı alıyor.

Ayakkabıları giydiriyorum ama daha evden çıkmadan yalınayak kalıyoruz!

E her yere ayakkabısız gidince 'vah vah, ayakkabısı yok kızın, bi ayakkabı alayım' fikri geliyor insanların aklına...

Uzun zamandır çektiğimiz bu sıkıntıya, kış zamanı uzun botlar alarak yarı çare buldum.

'Yarı çare' yani botları çıkarması daha uzun sürdüğü için ayakta ayakkabı kalma süresini uzattım ancak :)

Yaşına girmeden bi hafta önce kahkahalar atarak kendi kendine yürüme çalışması yapan sevgili kızım 'yürümek' için sokağa çıkmaya can atar oldu.

Bu derdini diliyle anlatamayınca camdan bakıp kedilere el sallamalar, ağlamalar ve sokak kapısının önüne gitmelerle 'dışarı çıkıp, kedilerin üstüne üstüne yürümek istiyorum anne' mesajını vemeye başladı.

Ben ne mi yaptım? Giydirdim montunu ve ayakkabılarını, babasının geleceği saatte ilk kez 'bebek arabası ve kangurusuz' sokağa çıktık 'elele yürüyerek! :)

Kedilere koştuk, koştuk!

Sonra bi de üstüne babanın gelişini görünce koptuk, bayıldık!

Sokak kedilerinden 1 farkımız yoktu, şimdi daha beteriz, iki büklüm anne ve kızı kedileri kovalama derdinde!

ama farketmeden bir savaş kazandım!

'AYAKKABI' ve mont giymenin sokağa inip, kedilerle oynamak anlamına geldiğini öğrendi birileri! :)

ve ertesi gün ne mi oldu?

Ayakkabıyı koyduğum dolabı görmüş.

Dolabı açmış.

Cırt, cırt seslerine doğru gittiğimde ayaklarını uzatmış, kapının önünde ayakkabılarını giymeye çalışırken buldum kendisini!

Hevesini kırmamak ve algıladığı 'ayakkabı' meselesinin doğru olduğunu pekiştirebilmek için hemen ayakkabılarını ve montunu giydirip sokağa çıktık...

Artık ayakkabı giymeyi 4 gözle bekleyen bir kızım var! :)))

Ünlü gurmeler neler dedi?

Yaz sezonunu geride bırakırken, Türkiye'de yeme - içme hayatına yön veren ünlü isimlerden yaza dair iz bırakanlar ve kış sezonu için tüy...