3.7.18

Etnik Lezzetler!

Muhteşem manzarası ve gösterişli dekorasyonu ile göz kamaştıran Zeferan Restoran, Ajwa Otel’in en üst katında yer alıyor. Tarihi Yarımada'yı ve Prens Adaları'nın gören muhteşem deniz manzarasıyla, haftanın yedi günü 07.00 ile 24.00 saatleri arasında farklı tatları denemeyi seven ve Azerbaycan mutfağı düşkünü hem otel misafirlerini hem de dışarıdan gelen ziyaretçilerini ağırlıyor.
Azerbaycan mutfağının çeşitliliğini ve lezzetli mutfak kültürünü İstanbul’da hakkıyla temsil eden en iddialı ve belki de tek adres olduğunu söyleyebiliriz.

Burada dikkatimizi çeken en önemli detay; hoş geldin isimli ortaya gelen meze ve soğuk çeşitlerinin dostlar arasında paylaşılarak özellikle paylaşımcılığa ve bir arada olunmanın ne kadar ince ve derin bir husus olduğuna değinilmesi oldu. Ortaya gelen her yemek, pilav masadaki misafirler arasında sohbet eşliğinde paylaşılıyor..


Spesiyal lezzetleri arasında Lüle kebabı, tike kebabı gibi en geleneksel usulle hazırlanan özel kebaplar, pilav çeşitleri, Hazar Denizi’nin bereketini yansıtan balık yemekleri, kutab, kükü, düşbere çorbası gibi hiçbir restoranda kolay kolay rastlayamayacağınız çeşitlilikteki geleneksel Azerbaycan yemeklerine rastlayabilirsiniz. Zeferan’da özel hazırlanan taze meyve suları, Osmanlı şerbetleri ve alkolsüz kokteyllerin benzerlerini hiçbir yerde tadamayacağınızdan eminiz, deneyin içiniz ferahlayacak ve taze organik içecekler sizde detox etkisi yaratacak…

Bizce sadece pilav çeşitlerini bile denemek için gidebileceğiniz özellikle bir restoran. Perde pilavı şeklinde yine ortaya sunulan pilavı daha tatmadan mis gibi tereyağı kokusu iştahınızı açacak ve iyi ki buradayım demenize sebep olacak. Tattığınızda ise ne demek istediğimizi çok iyi anlayacaksınız. ☺


Manzara ve lezzetin nadiren bir arada bulunduğu mekanlardan; kesinlikle tavsiye ediyoruz…

Zeferan’da hakkıyla temsil edilen Azerbaycan mutfağı hakkında:
Çeşit bolluğu ile doğal malzemeler kullanılarak yapılan yemekleriyle ünlü Azerbaycan mutfağı bu zenginliğini bulunduğu bereketli coğrafyaya borçludur. Bütün yıl boyunca taze sebze ve meyvelerin bulunması, bölgelerin farklı coğrafi koşullarının getirdiği ürün çeşitliliği, bunların tek başına ya da başka ürünlerle birlikte uyumlu bir biçimde kullanılması Azerbaycan mutfağının zenginliğini yaratmıştır. Sadece ürün zenginliği değil, aynı zamanda çok değişik pişirme teknikleri ile bakır kazanlar, siniler, çömçeler (kepçe) gibi kullanılan mutfak gereçlerinin çeşitliliği de Azerbaycan mutfağını benzersiz kılan unsurlardan. Azerbaycan mutfak kültürü deyince komşu ve kardeş halkların mutfağının etkisinden de söz etmeden olmaz. Geçmişi yüzyıllara dayanan İpek Yolu üzerindeki ticaret sayesinde Azerbaycan’a komşu olan Kafkas boyları, Türkiye, İran, Arap, Çin ve Hint mutfak kültürleri etkileşim içerisinde harmanlanarak, çok boyutlu ve zengin bir mutfak kültürünün doğmasına vesile olmuştur. Bugün Azerbaycan mutfağına mahsus dolma çeşitleri, pilavlar, haş, bozbaş, çığırtma, çorba vb. yemeklere yukarıda andığımız halkların mutfağında da rastlamak mümkün.


Türk dünyası mutfak kültüründe seçkin bir yeri olan geleneksel Azerbaycan yemekleri genellikle etli, sebzeli, sütlü, hamur işli yemekler, pilavlar, kebaplar ve çorbalardan oluşmakta. Aynı türe ait yiyeceklerin pek çok çeşidinin olmasıyla dikkat çeken Azerbaycan mutfağında otuzdan fazla dolma ve sarma, elliden fazla da pilav çeşidinin olduğu biliniyor. Pilavın olmazsa olmaz eşlikçisi ise birbirinden lezzetli ve ferahlatıcı şerbetler. Gandab, kayısı, safran, iskanjabi, gül ve nar, khoshab, nane, reyhan, sumak ve daha onlarcasını sayabileceğimiz zenginlikteki şerbetler, eşlik ettiği yemeğin nefasetini artırıyor.


Kebaplarının lezzeti ve çeşitliliği ile ünlü geleneksel Azerbaycan mutfağında koyun eti bolca kullanılmakta; bunun yanında sıra da “mal eti” denilen sığır (dana) eti ile kanatlı hayvanların etleriyle av kuşlarından yapılan yemekler de oldukça çeşitli. Hem etin hem de balığın kullanıldığı az sayıdaki mutfaklardan biri olan Azerbaycan mutfağı bu zenginliğini Hazar Denizi’ne borçlu. Hazar Denizi’nin bereketli sularında bulunan morina gibi lezzetli balık türleri ve havyar da bu bölgenin mutfağında sıklıkla kullanılıyor. Azerbaycan mutfağında “lüle kebabı”, “tike kebabı”, “haşıl” ,”umaç”, “hengel”, “düşbere”, “erişte” gibi hamur ve et yemekleri öne çıksa da, bu mutfağın en önemli öğelerinden biri de taze olarak doğranmadan tüketilen yeşillikler. Kahvaltı dahil olmak üzere tüm öğünlerde bolca tüketilen kişniş, tere, reyhan gibi yeşillikler, sofraların hem süsü, hem lezzeti hem de şifası

29.6.18

Kebabın Efsanesi! Develi

1966 yılında Samatya’da açıldığı günden beri lezzet severlerin uğrak yeri olan Develi’nin kurucusu Arif Develi, çocuk yaşta başladığı mesleğini şimdilerde iki oğlu Nuri ve Ali Develi’ye devrederek Develi’nin oğulları tarafından profesyonel anlamda geleceğe taşınmasını gururla izliyor.
Sizler için Develi’nin Florya şubesini ziyaret ettik. Geniş kapalı alanı, bahçesi ve terası ile hizmet veren Florya Develi’nin dekorasyonu girişten itibaren göz kamaştırıyor. Girişi, ön salon, bahçe, teras ve hatta tuvaletlerdeki aydınlatmalar, aynalar ve dekoratif objeler ile şıklığı ve ihtişamı dillere destan.


Burası diğer şubelerden farklı olarak aynı zamanda düğün, nişan ve sünnet gibi organizasyonlara da ev sahibi yapabiliyor. Kapalı alanlarında bölünebilen toplantı salonlarında iş yemekleri, davetler ve toplantılarınızı gerçekleştirebileceğiniz gibi geniş çocuk oyun odası ve güler yüzlü oyun ablaları eşliğinde çocuk doğum günleri de organize edebilirsiniz.


Develi’nin ‘mutfak koordinatörü Dinçer Usta’dan kebapların lezzetinin sırrı, Develi’nin tarihi ve Arif Bey’in reçetesi ile kendi ustalığını katarak sundukları menü hakkında bilgi aldık. Bizler için Antep fıstıklı kebabı muhteşem bir sunum ile hazırlatan ustamızdan aldığımız en önemli detay; Türkiye’de ‘fıstıklı kebabı’ keşfeden ve patentini alan ismin Arif Develi olduğunu öğrenmemiz oldu…


Antep mutfağının lezzetlerini kendi ustalığıyla renklendirerek oluşturduğu reçetesi tüm Develi şubelerinde aynı lezzetle sunulurken, ünlü fıstıklı kebabının tamamen Arif Bey tarafından keşfedildiğini sizler de biliyor muydunuz? Gerçi Develi’deki fıstıklı kebabın isminin ‘kebaplı fıstık’ olması gerektiğini kesinlikle belirtmem gerekiyor! Fıstıklar neredeyse bütün halinde etin içinde ya da şöyle diyeyim etler fıstıkları sarıyor! ☺ Gerçekten muhteşem kesinlikle denemelisiniz…

13.6.18

Eskişehir'de neler oluyor?

Bu hafta rotamızı ‘öğrenci şehri’ olarak nam salmış Eskişehir’e doğru çeviriyoruz. Gidenin aşık olduğu, henüz keşfedememiş olanların ise gidilecek yerler listesine eklediği bir kent Eskişehir.Hareketli, aktif eğlence ve yeme içme yaşantısı tamamen gençlere yönelik kurgulanmış. Tüm esnaf ve yerli halk başka şehirlerden gelen öğrencileri sahipleniyor ve onların konforu, yaşantısı için gerekli ne varsa sağlıyor.
Buluşmalarda ‘geç kaldım’ demek için bahaneniz olmaz…

Her yere ulaşım oldukça rahat, diğer büyük şehirler gibi arabasız hareket edememe ihtimaliniz yok ya da arabalı olsanız da trafiğe takılmanız zor bir ihtimal… Yürüyerek veya bisikletle dilediğiniz her yere ve herkese rahatlıkla ulaşabilmek bu şehirde yaşamanın en büyük avantajı bizce…

Gözümüze çarpan ve duyumlardan yola çıkarak ulaştığımız Modernity Hotel, göz alıcı dekorasyonu ve güler yüzlü personeli ile profesyonel hizmet kalitesi ile benzerlerinden açık ara farkla ayrılıyor... Seyahat amacıyla gelenlerin kusursuz bir konaklama için tercih edebilecekleri Modernity, aynı zamanda İş seyahati veya toplantıları için gelecek misafirler için özel tasarlanmış ofis donanımlı odaları ile toplantılara özel business hizmet konforu sunuyor.


Teknolojik donanımlarla desteklenmiş özel toplantı salonları, astım hastalarına özel olarak tasarlanmış ‘hava alan’ odaları ile şehrin merkezinde yer alan Modernity, duvarlarını sayısız tablolar ile dekore ederek sanata verdiği önemi gösteriyor ve misafirlerine görsel bir şölen sunuyor..


PALETTE RESTAURANT


Dünya mutfağının seçkin tarifleri arasından yapılan özenli seçimlerle oluşturulan menüsündeki lezzetler, adeta bir sunum showuyla misafirlerini mest ediyor. Her Çarşamba, Cuma ve Cumartesi gecceleri canlı müzik eşliğinde aileniz, sevgiliniz ile özel bir yemek, davet veya iş yemeği için mükemmel bir adres…


Burada her şey dünya kalitesinde. Yemekler de… Bu yüzden karşınıza gelecek tüm seçeneklerde gurme titizliğinde bir emeğin ve birikimin yansımalarını göreceksiniz. Dünyanın ünlü metropollerindeki beklenti ne ise burada da o beklentiyi karşılamak üzere yapılıyor tüm hazırlıklar. O motivasyonla ve anlayışla sunuluyor tüm lezzetler. Üstelik ülkemizin en doğal ve en taze mahsulleri kullanılarak…


MOOD NIGHT


Eğlencenin merkezi Eskişehir’de kaliteli müzik ve kaliteli eğlenceyi güvenilir bir ortamda sunan gecce kulübu Mood Night’ta yerli ve yabancı sanatçılar canlı müzik performanslarıyla sahne alıyor, ünlü Dj’lerin eşliğinde gerçekleşen gecceler gençler tarafından oldukça ilgi görüyor.

Eskişehir’e gelmişken ziyaret etmeden dönmeyin!

Solon’un Mezarı, Midas Anıtı, Küllüoba Höyüğü, Asar Kalesi, Doğanlı Kale; Yunus Emre, Cumhuriyet, Havacılık, ve Lületaşı müzeleri; Osmanlı mimarisinin en seçkin örneklerini yansıtan Odunpazarı ve Zaimağa Konağı mutlaka görmeniz gereken yerlerden sadece bazılarıdır. Dünyaca meşhur Porsuk Çayı’mızı ve sağlığınıza sağlık katacak “şifa kaynağı” kaplıcaları size çok iyi gelecek!


2.6.18

Türkbükü'nden en taze haberler!

Şehre yeni döndük; Türkbükü listemizi hemen gözden geçirin. Yeni yazımızda Gündoğan ve Yalıkavak Palmarina içindeki seçkin yeme - içme - eğlence merkezlerimizi sıralayacağız! Düşünmenize gerek yok, biz keşfettik siz listeden seçin gidin. Gittiğinizde mutlaka 'geccemekan tavsiye etti' diyerek selamımızı iletin...Bodrum'un hareketlenmeye başladığı şu günlerde tatilciler, yazlıkçılar, deniz ve eğlence düşkünleri için bayram öncesi hızlandırılmış bir tur gerçekleştirdik.

Mesafeleri düşünerek arabamıza atladık çıktık yola... Aklımızda Bodrum'un masmavi sularıyla tüm günümüzü yolda geçirip akşama doğru Türkbükü'ne geçtik. İstanbul'da kapılarını kapatıp Bodrum'a sezonluk geçiş yapan mekanlar, geçen sene olanlar bu sene olmayanlar ve yeni açılanlar listesi yapıp bizi heyecanla karşılayan işletme sahiplerini ziyaret ettik. Yayınlarımız sırasında bilgi sahibi olup da bizi davet edenleri de gözden kaçırmadık ve size güzel bir Bodrum rotası çizdik.

Ertesi gün ise Türkbükü'nü sıradan gezdik. Bizi kapıda karşılayanlar, hummalı bir hazırlık içinde olup bayrama yetişmek için çabalayanlar arasından geccemekan takipçilerinin yeme- içme ve eğlence ihtiyaçlarını karşılayabilecek elit mekanları hızlıca sıralıyoruz...

Türkbükü'ne Divan Bodrum ile adım attık. Lüks ve sadeliği bir arada yaşatarak misafirlerinin konforu ve memnuniyeti için her türlü imkanı sunuyor... İsterseniz özel ahşap iskelesinde güneşlenip denizin tadını çıkarabilir isterseniz havuzbaşında kokteyllerin tadına varabilirsiniz. Divan kalitesi ve farkı ile hazırlanan menüdeki seçenekler şefler tarafından itinayla sunuluyor...


Sess'te bizi karşılayan mekan müdürü Cemil bey adeta bir sosyal medya fenomeni! Hızına biz bile yetişemedik... Mekandan anında canlı paylaşımlar yapan gençlerin C.A abisi ile kısa bir sohbet gerçekleştirdik. Sess Nişantaşı'ndaki kapalı mekanının aksine Türkbükü'nde sereserpe bir gecce kulübü! Localar şimdiden çok özel isimlere ayrılmış. Müdavimleri iş adamları, tanıdık simalar ve yaş ortalaması yok :) Sadece Türkçe müzik çalması her yaştan kesime hitap etmesi açısından büyük avantaj!

Mavi Suite, huzur veren geniş özel suite odaları ve yemyeşil bahçesi ile sizleri bekliyor. Türbükü'nün tam merkezinde, butik otel, plaj ve restoran Arnavutköy Balıkçısı) ile hizmet veriyor. Cemal Bey, yeni sezon için bu sene de oldukça iddialı...

Oldukça genç ve 7/24 işinin başında bir patron Erdi Yazıcı! Enerjisi, dekorasyona yansıttığı ruhu, Galen Hotel & Beach, isminin ifade ettiği gibi sakinlik ve dinginliği sağlıyor. Renkler, desenler, perdeler, buddha ve Erdi Bey'in kişisel çalışma odasındaki tabloları ile biz neye uğradığımızı şaşırdık. Sahil boyunca yürüdüğümüzü unuttuk, yoga mı yaptık ne olduk da biz bu kadar huzuru bulduk diye düşünür olduk. Oda sayısı az, rezervasyon için geç kalmayın. Konaklamasanız bile mutlaka beach kısmına, taze ve doğal ürünlerle hazırlanan lezzetlerine ve özellikle bar kısmında hazırlanan eğlenceli kokteyllere yetişin derim :)

Gün içinde sağladığı huzuru, akşam saatlerinde adeta Yunan adalarındaymışcasına yaşayabileceğiniz eğlenceli bir gecce atmosferine dönüştürüyor!


Bodrum Mantı'yı anlatmaya gerek var mı? Adı üstünde Bodrum'a ait, yerel ve muhteşem bir lezzet... Ekip geccemekan'ı sevinçle karşılarken daha biz hiçbir şey demeden meşhur mantılarından ikram ettiler. Mutlaka denemelisiniz, tadı hala damağımızda! Hemen yanında yer alan Çilek Beach'in müziğinin huzur, sakinlik ve lezzeti ön planda tutan Bodrum Mantı'daki dinginliğe yakışmadığını söylemek isteriz...

Çilek Beach; logosunun sevimliliği dekorasyonun ferahlığı ile gündüz saatlerinde hizmet veren beach club havasında. Bizimle ilgilenen Halil Bey'den bu sene gecceler hizmet vermeyeceklerini öğrendik. Gündüz eğlencesi için tercih edilebilir...

Hazırlık aşamasında olan, henüz inşaat halinde olan yeni bir mekan keşfettik. Müge Hanım'dan haberleri aldık. Şahsına Münhasır Meyhane olarak hizmet vereceklermiş. Beach kısmının adı ise bamboo. Bayrama yetişiyor, şimdiden hayırlı olsun!

No:81 Türkbükü'nün uzun soluklu 49 odalı oteli. İçindeDaze restoran, beach ve gecce kulübü ile hizmet veriyor.


Miam Elit bir ortamda kaliteli eğlence için Türkbükü’nün göz bebeği Miam’ı tercih etmelisiniz. Akşam yemeğini güneş batarken keyifle yerken ilerleyen saatlerde Dj performansı ile dans etmek isteyebilirsiniz. Mezeler deniz mahsulleri ağırlıklı. Ara sıcaklardan kalamar köftesi ile ahtapot kolu ızgarası damak çatlatan cinsten. Özel salataları da karın doyurucu cinsten. Eğer erken giderseniz restoranın ortasındaki barda oturup, akşamın yavaş yavaş çöküşünü izleyebilirsiniz.


Bodrum'un yerlisi tarafından işletilen nadir restoranlardan; Atılay Balık! Kapalı alanı ayrı deniz kenarı ayrı büyüleyici olan Atılay Balık'a girdiğinizde gülümseten personel ve hatta restoran sahibi Atılay Bey tarafından karşılanıyorsunuz. Samimi sıcak ve renkli bir ambiyans içinde lezzetli menüsü sizi baştan çıkarabilir. Mutlaka rezervasyon yaptırmalısınız.

Türkbükü'nü gezerken hiç yorulmadık çünkü inanın bahsettiğimiz tüm mekanlardaki işletme sahipleri, ekip ve tüm personel bizleri coşkuyla ve mükemmel bir enerjiyle karşıladı. Yeni sezon Türkbükü'ne hayırlı olsun...

Adımlarımızı takip edin :)





31.5.18

Ramazanı uğurlarken;

 Kalbur Et & Kebap11 ayın sultanı ‘Ramazan’ın son haftaları geldi çattı. İftar programları nedeniyle Ramazan boyunca ziyaretlerimizi iftar sonrası ve iftar esnasında gerçekleştirip canlı çekimler yaptık, özenle hazırlanan sofraları görüntüledik. Bu hafta; şimdiye kadar yediğimiz et&kebap çeşitlerini lezzetlerine göre sıralarsak ilk 5’e girmesi garanti bir mekandaydık.
Anadolu Yakası’nın gelişen bölgesi Şerifali’de yer alan Kalbur Et&Kebap; yılların getirdiği deneyimi muhteşem bir ziyafete çeviriyor. Yalnızca ramazanın ilk birkaç gününü sakin geçiren, sonrasında ise hafta içi şirket toplantılarının, hafta sonu ise çocuklu ailelerin iftar yemeklerine ev sahipliği yapıyor.


Bizleri karşılayan ve bizzat kendisinin oluşturduğu menüsündeki lezzetler ile detaylı bilgiler veren Metin Bey’in tecrübesi ile özeni birleştiğinde müşterilerinin akıllarından çıkamayacak tatlar ortaya çıkıyor. Çok bilinen mekanların isim sahibi olan, açılışlarına kadar işletmeci yönüyle destek veren Metin bey, yeme-içme ve turizm sektöründe çekirdekten yetişmiş bir isim olmasının avantajını şimdi kendi mekanında yaşıyor. Sadece damaklarınızda değil, aklınızda ve kalbinizde de iz bırakan lezzetlerin sırrı; malzemelerin tamamen organik ve yöresel olmasından kaynaklanıyor. Etleri bizzat kendisinin seçtiği, Trakya yöresinin hayvanları ile kendi memleketi Ardahan’dan getirttiği kaz eti ustaların hünerli ellerinde en iyi pişirme teknikleriyle hazırlıyor..


Kebap çeşitlerinin yanı sıra kaz eti ve onun yağında pişen pilavının lezzeti konusunda oldukça iddialı. Döneminde Kars’tan getirilen tuzlanarak kurutulan kaz eti, İstanbul’un şartlarına uygun olarak saklanıyor ve kış aylarında müşterilerine sunuluyor. Biz de o dönemi heyecanla bekliyoruz…

İftar menüsü dışında Tereyağında havlanmış yaprak ciğer, yeşillikler ile birleşip güveçte ayran ve lavaşla sunuluyor. Kayseri’de özenle yaptırılan kayseri mantısı, mezeler, salatalar ve Kalbur’a ait başka hiçbir kebapçıda yiyemeyeceğiniz spesiyal kebaplar, steak çeşitleri… Kafes, şaşlık mutlaka denenmesi gereken lezzetlerden…


Lokasyonunun merkezi konumda olmamasının bile olumsuz bir etki sağlamadığını restoranın yoğunluğundan anlayabiliyoruz. Plazaların arasında, yeşilliklerle dekore edilerek bahçe havası yaratılan bahçede ramazan sonrası haftasonu kahvaltıları ve et&kebap menüsünden seçkin lezzetleri mutlaka denemelisiniz.


Tüm çalışanlar kibar, güler yüzlü ve müşteri memnuniyeti odaklı, servis ise hızlı ve özenli. Kalabalık olmasına rağmen yemeklerde ve serviste bir eksik olmaması ise şaşırılacak bir detay… Ramazan'ın son günlerinde iftara, sonrasında ise Kalbur Et’in spesiyalleri için yemek şölenine davetlisiniz…






16.5.18

Nişantaşı'nın en'leri!

Bu hafta sizlere önerebilmek için özenle seçtiğimiz ‘Yedikçe sayıklatan mekanları’ gezerken, rotamızı Nişantaşı’na doğru çevirdik. Eğlence, yemek ve kokteylleri ile iddialı iki mekanı hedef aldık. Öncelikle Nişantaşı’nın gözbebeği City’s Alışveriş Merkezinin tam çaprazında yer alan; manzarası ve terasında yer alan rahat oturma grupları ile keyifli bir gecce yaşayabileceğiniz Frankie’yi ziyaret ettik. Sonrasında ise ‘mahalle konsepti’ ile adeta bir buluşma mekanı haline gelen yemeklerindeki lezzeti bir yana, sanata ve doğaya olan olan özeni ile fark yaratan Must’a doğru ilerledik…FRANKIE


Nişantaşı’nda Sofa Otel’in çatı katında yer alan Frankie, kaliteli yemek, yenilikçi kokteyl çeşitleri, mükemmel manzarası ile haftanın 6 günü sunduğu canlı müzik eşliğinde başbaşa romantizm ya da dostlarla eğlenceli bir gecce için birebir!


Asansör kapısı açılır açılmaz gözünüzü alan ihtişamlı dekorasyon ve güleryüzlü ekibin karşılamasının ardından önce Lounge bölümünde Frankie’ye özel bir kokteyl içtikten sonra muazzam sunumları ve lezzetleriyle hazırlanan yemeğinizi tadımlarken, canlı müziğin keyfini sürmek size çok iyi gelecek!


Gecceleri şık ambiansı, gündüz ise şehir ve Boğaz manzarası ile İstanbul’un yemek ve eğlence hayatına renk katıyor. Akşamüstleri Türkiye’nin ilk cin barı "Ten Gin Bar’’da sofistike kokteyl deneyimi, akşam yemeklerinde ise hem alacarte menü hem de ayda bir değişen mevsimine uygun ürünlerin birebir yerinden tedarik edildiği yerelden globale uzanan coğrafi işaretli menüsü, ödüllü şarap menüsü, yüksek servis kalitesi, hafta boyunca farklı konseptlerdeki canlı müzik programları ve DJ performansı ile birbirinden farklı deneyimleri yaşayabileceğiniz samimi bir ortam!


Frankie’nin her hafta değişen mönüsündeki lezzetleri tatmadıysanız bir an önce yerinizi ayırtmalısınız. Yemek kalitesi, hizmet, karşılama, müzik mükemmel. Yıllardır aynı kaliteyi koruyan Frankie’de gerçekleştirmeyi planladığımız ramazan sonrası çekimlerimizde ‘canlı müzik’ performansını sizlerle canlı canlı paylaşacağız…

MUST


Girişte bizleri karşılayan “There must be some cool people here” yazısı ile oldukça iddialı bir çekim gücü kullanan mekanın iddialı havası içeride de devam ediyor. Dekorasyonundaki şıklık sanata verdiği değer ve önemle daha elegant bir havaya bürünüyor, duvarlarındaki yağlı boya portre eserler, şık aydınlatmalarla vurgulanarak ışık oyunları eşliğinde sergileniyor.


Yeme içme dünyasının yakından tanıdığı Ercan Gümüşkaya’nın işletmeciliğini üstlendiği mekan, sabah erken saatlerden itibaren konuklarını ağırlamaya başlıyor. Frankie’ye haftasonu gidecekseniz mutlaka rezervasyon yaptırmanızı öneririz, oldukça kalabalık olduğundan yer bulma konusunda sıkıntı çekebilirsiniz.


Nişantaşı’nın buluşma noktası haline gelen MUST, dünya mutfağından zengin lezzetlerde oldukça iddialı! Şef Kadir Aytekin imzalı, dünya mutfağından zengin lezzetlerin sunulduğu menüde başlangıçlarda Köz Patates, Ilık Karides, Levrek Salata, Somon Gravlax ve Izgara Kuşkonmaz; ana yemeklerde Ağır Ateşte Pişirilmiş Dana Yanağı, Ördek Confit, Siyah Morina Balığı; pizzada Kuşkonmazlı, Köfteli ve Mısırlı Pizza öne çıkıyor.


İsterseniz girişindeki zengin botanik bahçesine dahil olarak sokak sohbetlerine dahil olabilir, dilerseniz mekanın gizli kalmış sanatsal köşelerinde yerinizi ayırtabilirsiniz. Mahalle barı konseptinde olan Frankie, dostlarınızla kalabalık buluşmalar, kutlamalar için ideal!

4.5.18

Yedikçe sayıklatan mekanlar!

Herkes mi blogger olur? Ya da gurme? Ya da bıdı bıdı danışmanı? Ben çok mu biliyorum; evet oldukça!

Çünkü çok geziyorum, çok okuyorum ve doğru yerlerde, doğru kişilerle, doğru adreslerdeyiz!

Her gün nerede kahvaltı edelim derken, nerenin nesi güzel diye diye baktık ki km’lerce yol kateder olmuşuz ve bunu yaparken de 15 yıl boyunca yemek için gezmeyi, yazmayı, denemeyi, gurmelerle toplantılar yapmayı, restoran dergisinde yazarlık yapmayı, internet sitesinde mekan rotaları köşesini yazmayı 15 seninin içine sığdırmışım.

Yemeler, içmeler üzerine gezmeler, projeler, e tabi şişko olmalar derken...


Bendeniz Sitare, 2003 yılından beri gecce.com / geccemekan.com ailesindendim desem? Dolayısıyla mekanlarla, Gül-Kenan Erçetingöz’le büyüdüm, dergilerin ilk sayılarından itibaren editörlüğe adım attım.


Gezdiğim, yediğim  aramızda kalmasın diye burdayım! Beni takip edin :)

BEYMİRA

İstanbul’un elit semtlerinden biri olan İdealtepe’de yer alan restoran, muhteşem adalar manzaralı terası, kapalı salonu, çocuk oyun alanı ile et/kebap sevenleri ağırlıyor.

Kapıdan içeri girdiğinizde sizleri karşılayan güleryüzlü ekip ve onların kaliteli hizmet anlayışı mönüdeki lezzetlerle birleşince Beymira Kebap farkı ortaya çıkıyor.

Et sevmeyenlere bile kebabın her çeşidini en lezzetli halleriyle sunan mekan, konuklarına her mevsim ayrı bir lezzet ve rahatlık sağlıyor. Kapalı alan ve bahçe keyfi seçenekleriyle konuklarının ilgisini çekerken manzarasıyla da mest ediyor.


Yazı, kışı, baharı, gündüzü, geccesi her anı bir başka güzel olan Beymira, muhteşem lezzetlerin yanında Adalar'ı izleyerek yapılan sohbetler ve gün batımına karşı kaldırılan kadehler seçkin müziklerle ile misafirlerine keyifli anlar yaşatıyor.

Geleneksel Türk mutfağının olmazsa olmazı et yemeklerini her zaman; en taze malzeme, tescilli ustalık ve profesyonel sunum prensibiyle sizlerle buluşturuyor!

Çoğunlukla ailelerin tercih ettiği Beymira, çocukları da unutmamış! Siz arkadaşlarınızla keyifli vakit geçirirken çocuklarınızı da hijyen ve güvenliğin ön planda olduğu çocuk oyun alanına eğlenceli dakikalar geçirsin diye profesyonel oyun ablalarına emanet edebilirsiniz.

Biz tavsiye ediyoruz, siz de mutlaka deneyin; müdavimi olacaksınız.


DODO MARİN

Deniz kıyısında, Prens Adaları manzarasına hakim, benzerlerine göre devasal büyüklükte bir balık restoranı.

Kendinize ait özel bir alan yaratmak istiyorsanız kesinlikle adresiniz DODO MARİN olmalı, vazgeçemeyeceksiniz.

Kaliteli hizmeti, detaylı mönüsü, balığın memleketini gözünden anlayan Ahmet Bey’in özenle seçtiği taze balıkların lezzeti ile tanışmalısınız.


Karşınızda boylu boyunca adalar; ayaklarınızın altında denizin sonsuz huzuru ve muhteşem lezzetler.. Hepsi Dodo Marin sofralarında buluşuyor! Eşsiz güzelliği ile gün batımlarının keyifli noktası Dodo Marin, heyecanla balıkseverleri bekliyor.

Taze balıkları haricinde tadıp da çok beğendiğimiz spesiyali ‘balık böreği’ni mutlaka denemelisiniz. Çıtır hamura sarılı taze balıklar muhteşem sunumu ile damaklarınızı şenlendirecek...

Prens adalarına karşı güneşin sonsuz ufkunda balık ve deniz mahsulleri yemenin keyfini çıkarabilirsiniz. Mekanın konumuna ulaşmak ilk başta kolay olmasa da sakinliği ve gizliliği misafirlerini mest ediyor!

EL SABOR

Genç ve dinamik kadrosuyla bütünleşmiş enerji dolu modern atmosferi kapıdan içeri girer girmez dikkat çekiyor.

Mekanın maskotu olan ‘Jojo’ sizi kapıda karşılarsa korkmayın, aksine oldukça sevimli ve iri görüntüsüne rağmen oldukça canayakın…

İstanbul’da pek tadamayacağınız nadir mutfaklardan Latin Amerika lezzetlerini en güzel yansıtan mekan..


El Sabor Gastroteka, Latin Amerika konseptli restoranı ile Hispanik kültüründe iz bırakmış eşsiz lezzetleri Istanbul’a getiriyor. İsminin sonundaki “Gastroteka” ünvanını “Gastronomi” ve şarap evi anlamına gelen “Enoteka” kelimelerinin birleşiminden alan El Sabor, sosyal paylaşımlıklar olarak tasarladığı menüsüyle misafirlerine Güney Amerika’nin zenginliklerini ve ruhunu sunmayı amaçlıyor.

Kızarmış keçi peynirleri, deniz mahsullü wonton, taco’lar ve kaburga mutlaka denenmesi gereken lezzetlerden. Et yemek istemeyenler için vejeteryan taco çeşitleri sizler için özel hazırlanmakta!


KULELİ YAKAMOZ

‘Benimle evlenir misin?’

Deniz kenarında değil adeta denizin üzerinde konumlanmış, sadece manzarası ile değil aynı zamanda sunum ve lezzetleri ile de iddialı mekan doğumgünü, kutlamalar, toplu iş yemekleri, iftar yemeklerine ev sahipliği yaparken en çok da ‘sürpriz evlilik tekliflerinin adresi!


Her gittiğimizde en az bir masada kalplerle donatılmış süslemeler, çiçek buketleri, gül yaprakları gördük. Genç damat adayları, evlilik teklifi için mekan çalışanları ile işbirliği yaparak ‘evet’ cevabını almak üzere heyecanla yola çıkıyor ve muhteşem bir organizasyonla ‘gelin adayı’na sürprizlerle dolu dakikalar yaşatıyorlar. Detayları çok anlatmayacağız ki günün birinde aynısı sizin başınıza gelirse gerçekten sürpriz olsun, çok şaşırın ve siz de çok mutlu olun e mi? Bu arada küçük bir sır: bahsettiğimiz sürprize ‘hayır’ diyerek masayı terkeden de olmamış değil…
Manzarası, mönüsündeki lezzetli seçenekleri ve organizasyonlardaki başarılarının yanı sıra fix mönüleri ile özel günleri (anneler günü, babalar günü, sevgililer gününü) de atlamayan mekan ramazan boyunca iftar mönüsü, sahur mönüsü ve canlı müziği ile konuklarına doya doya ramazan adetlerini yaşatıyor.

***
Sizlere Kebap, Balık, Dünya Mutfağı ve Latin Amerika’ya ait lezzetleri anlattık. Tabi anlatmakla olmaz, yaşamak gerek diyorsanız; ‘Sitare çok anlattı, biz de gelelim dedik’ diyerek çalın kapısını mekanların..

‘Kalite, lezzet, sunumda fark yaratan mekanları zevkle geziyoruz! Tek derdiniz ‘kilo almak’ olsun, takip ediniz efendim! :)




8.12.16

Melek... (dont panic)

Bir önceki yazımda başıma gelenler 3 ay önce yaşadıklarım, oanik yapmayın :)
Sinirim geçsin, nefretimi sakinlikle ifade edebileyim diye sustum, elimi klavyeye değdirmedim
ve ancak yazdım.
Taze taze başıma geldi sanılmış, herkesi panik etmişim; üzgünüm.
Yazının üzerine whatsapp'ıma arkadaşlarımdan bakıcı telefonları, tavsiyeler, kayınvalidem de dahil üstüste aramalar yağdı :)
Çooook tatlı (maşallah) bir ablamız var.. Çocuklar mutlu mes'ut yaşamaya başladı.
ve gelelim bu ablayla nasıl tanıştık :)
Bilindiği üzere yaz aylarında kafeye kitlenmiş bir şekilde 'garsonluk, aşçılık, tatlıcılık ve bazen vale, değnekçi falan filancılık' yapıyordum.
Şu dönemde hafifledi de yazılarımı bile yazmaya başladım (şekil 1 a) :)))
Burada çok güzel dostlar edindik dedim ya.
Elif hem komşumuz hem de Pavita'nın kazandırdıkları çok kıymetlilerden. Nedeni 'melek' :)
Aslında pek tanınan, çok sevilen, sanatı imrenilesi, anneliği başka güzel Eliff Karadayı
İlk geldiklerinde,
'kahve içmek istiyorum ama kahvesi az olsun' diye kurduğu cümle benim için kilit noktaydı.
 Neden mi?
Zaatalim iki çocuklu inekgillerden olunca onun da 'emziren anne' olduğunu anlamam zor olmadı :)
Çoluk çocuktan konuşurken laf dönüp dolaşıp bakıcıya gelince benim acıklı hikayem ortaya döküldü.
Telefonlarımızı aldık. 
Bakıcısına soruşturup beni bu hayattan kurtarma sözü verdi :)
Bu kadar hızlı olabileceğini hiç düşünmezken şimdiki 'melek' ablamıza kavuşturan telefon hemencecik geldi.
ve çok mutluyum ki, merhametiyle, hatta itiraf etmeliyim benden güzel yaptığı tatlılardaki marifetiyle başımın tacı 'melek' bizim çocukların ablası oldu.
Yani durum NET!
Bilmediğiniz şirketler, faso fiso. Şirketten de bulacaksanız mutlaka birisi size o şirketi ısrarla tavsiye etsin. Tavsiye derken de ('komisyon ücretinin yarısını alıyoruz, siz de zoraki memnunum yazın' dediklerinde zoraki memnuniyet yazısı ve tavsiyesi verenlere de denk gelip de yanılmamanız dileğiyle :)
Malum bu aralar her işin başı 'para''! :)




7.12.16

Çocuk Bakıcısı !?

Bizim evin Firuze'si, Simre ve Tümhan'ın Ablası uzun bir süre bizimle çalıştıktan sonra memleketine dönme kararı aldı.
Onun o kararı almasıyla Meraklı Anne yandı ! :) 
E hadi bul hemen birini.


Öyle biri ki, çocukları emanet edicem.. Fena bi karar yani.
Uzman bir şirketten yardım alayım dedim. Eş dosta sormadan önce, hemen şirkete gittim.
Orayı nerden mi buldum?
Komik :)
Daha önce bizde çalışan (başka bir şirket aracı olmuştu) Ve kameralardan geceleri ceplerimizden para çaldığını yakaladığım (bknz: fotoğraf) Zamira'nın kızı iş görüşmesine gitmişti.
Kızı da ev sahibinin takma saçlarını, kıyafetlerini çalıp giyermiş ya :)
Neyse dedim en azından şirket, yasal falan..
Her başvuran elemanı hırsız olmaz ya.. Nerden bilsinler falan filan...
Alya Danışmanlığın sahibi Şeyma Kuvan'la görüştüm.
Blog yazılarımdan beni tanırmış. Sizinle iş birliği yapalım dedi. 
Haklarında güzel bir yazı yazarsam 500 dolar olan komisyon ücretinün yarısını alacaklarını söyledi.
Oluur dedim. Bu komisyon ücreti ne işe yarar dedim.
'Elemansız kalmama' garantimmiş. 3 hakkım varmış vs vs.
Ödemeyi yaptım. 
Elemanı aldım.
Evde bir askeri hava. Çocuklar asabi. Otur, kalk, bana dokunma Simre, çekil Simre diye tepeden bakmalar falan.
Aradım, 'şeyma hanım bu abla bize olmaz, ılımlı tatlı dilli olsun. Lütfen' 
-Hay hay efendim, ama siz daha yazı yazmadınız bizimle ilgili?
-Eee? 
-öyle anlaşmıştık, komisyon ücretinin yarısını aldık.
-pardon da, ben neyi yazıcam? Siz bana eleman bulacaksınız, ben memnun kalıcam ve bu memnuniyetimi yazıcam. Olmayan hayal ürünü yazmamı mı beklediniz? 
-biz size hazır yazı yollayalım onu yazın.
-yok ben hissettklerimi yazıyorum sadece, siz elemanı verin ben de memnun kalayım tabiki yazıcam.
Ve sonra
Ortada eleman yok! 
Dalga geçer gibi 'Şimdi geliyor evde bekleyin'  dedikleri  kadınlar asla gelmedi.
Sonra da aramalarım ENGELLENDİ! Bildiğiniz engellendim.
Haksız kazanç yolu ile elde ettikleri 250 doların tamamını geri ödemelerini aksi halde ısrarla bekledikleri 'sahte olumlu yazı' yerine gerçekleri yazacağımı ve aynı zamanda da iki çocukla çalışan bir anne olarak  nasıl madur edildiğimi ve son derece amatör bir yaklaşımla nasıl oyalanıp, dolandırıldığımı belirten mesajımı çekip kendilerini bu kez ben engelledim.
Sonrasında bir kadın direk beni aradı 'eleman arıyormuşsunuz ben geleyim mi' diye.
Tabiki reddettim, sizce güvenenilir miydim?! 

Aman dikkat.

Tek tek tek tavsiyem; etrafınızdaki tanıdıklarınızın çalışanlarının yakınlarını değerlendirin. Dost tavsiyesi, referansla evinizin kapılarını güvenilir  abla, yardımcı, bakıcılara açın.

Aksi halde benim gibi maddi ve manevi zarara uğratıldığınız gibi belki de ilerleyen dönemlerde daha ciddi kayıp ve zararlara uğratılacak elemanlara maruz kalabilirsiniz.


5.12.16

Nası da bi Cengaver

"Çok gülen insana iyi davranın.
Çünkü o,
bir yerlerde hep tek başına ağlıyordur"

Hala dün gibi aklımda.
Onunla son iletişimim olduğunu sezdiğim an.. 
Boylu, poslu yakışıklı babamı kucaklayıp da ona, panik olduğumu hissettirmeden 'yoğun bakım' odasına, 
ordan da uzaklara uğurlayışım.. uğurlayışımız...
Hatırlamak istememek çare değil. 
En sıkıntılı anımda 'babamın gidişi' beynime vuruyor.
İşte o zaman işin içinden çıkamıyorum.
Gün içinde bizim kafeye gelen müşterleri güldürüp 
hatta bazen olmayan moralimden verip sonra geceleri ağladığım doğrudur.
Sesimi düzeltip telefonlara yanıt verdiğim.
Çocuklara gülümseyerek bakmaya çalışırken gözlerimin dolduğu...
Saçmasapan bi filmde ağladığım, şu özlü sözlere merak saldığım ama en çok da geceleri deliksiz uyumak istediğim doğrudur.
Benim boyumu aşan üzüntüler, kayıplar oldu.
Çok cengaver görünsem de artık alt edemez olduğumu farkettim.
Çünkü diyorum ya tam bişeye sıkılıcam;
En çok babamın gidişi karnıma vuruyor...
Mezarına gidiyorum, anlatıyorum. 
Yanımda olsan dizlerine vurur da dinlerdin beni diyorum.
Diyorum da diyorum sonra çamurlu ayakkabılarımla eve dönüyorum.
bizde herşeye annem çare olur, çözümleri o bulur, 
anlatsam benimle ağlar, sebepleri birbirine katar...
ama bazen çıkmazda oluyosun.
Yanında olanından kaçıp olmayan yanına koşuyosun.
Herşey bir yana da onu çok özledim!







17.11.16

Cafe Pavita / meraklı garson :)

Annem akıllı kadın miirim.
Erkek gibidir.
Çalışkan, hafızası süper, para hesapları muhteşem falan filan...
İş adamı görünümlü 'anne' desem yeridir.
Çoğu zaman babamın bile yaslandığı dağ, bizim için bir bağ :)
Velhasıl-ı kelam (çok havalı duruyo diye kullanayım dedim, yani uzun lafın kısası az önce öve bayıla bitiremediğim annem; Nisan ayı itibariyle kafamızı kaldıramayalım, oturup düşünerek karalar bağlamayalım, geceleri ağrıdan sızıdan uyumayalım diye bi takım işlere girişiverdi :)
Yess!

Sonunda her genç kızın hayallerini süsleyen 'bi küçük kafem olsun' fikri benim için gerçekleşmiş bulunmakta! :)
Tarih kokan semtte, altı kaval üstü şişhanevari altı kafe üstü apart 'pavita'mız var artık!
Fener Rum Patrikhanesi'nin sırasındaki mini mini kafelerin arasına konumlanmış, sağlıklı mı sağlıklı 'anne yemekleri' ile kızlarının tatlıları, salataları, içeceklerinin sunulduğu kafemizin ismi 'Pavita'!
Anlamını merak edenler için hemen açıklıyorum; İç hacmi küçük olan diğer tüm komşu dükkanlar gibi kaldırıma yayılma şeklinde oturma düzeni var bu semtte.
O yüzden bizim kafenin ismi de Latince 'kaldırım'dan geliyor.
Bu yazıyı kafe açıldıktan 7 ay sonra yazıyor olma sebebim oldukça acıklı.
Bu zaman zarfı içinde, bazen bulaşıkçılık, bazen aşçılık, bazen garsonluk ve hatta bazen housekeeping görevim dolayısıyla nefes alamaz haldeydik ailecenek :)
Burada sakarlığımdan sebep dillere destan garsonluğum, siparişleri unuttuğum hallerim ile minik bir dünyaya dahil oldum.
Açarken böyle koştur koştur, sipariş yetiştirmek için dilimiz dışarda gezeceğimiz, birbirimizle iki kelime edemeyeceğimiz aklıma gelmezdi.
Haftasonlarımız ışıl ışıl geçti, gözleri ışıldayan misafrlerimizle.
İlk başta müşteri olarak gelenler sonrasında müdavimiz oldu. Kahvaltıya gelen, yemek çeşitlerimizi merak etti tekrar geldi, zeytinyağlılarımızın müdavimi kahvaltıyı test etti, eşini dostunu aldı tekrar geldi derken öncesinde hayatımızda olmayan ama şimdilerde sık sık görüp günaydınlaştığımız ve belki günü birlikte sonlandırarak masaları topladığımız misafirlerimizle çok renkli çok tatlı bi aile olduk biz.
Annemin yemekleri zaten dillere destandı da şimdi baya baya dillerde...
Ha kıskanmıyor değillim; 'anne acıktık ne yemek var' diye gelenlerle 'oğlum, kızım doydun mu' diyen annemin diyaloğunu :)
Ben ki, arkadaşlarımın kafelerine menüler tasarlamış, reklamlarını yapmış bir zatı muhterem iken,
Henüz kendi kafemizin menüsünü yapamamış, odaların resmini bir kez bile paylaşamamış, sosyal medyayı da hakkıyla yönetebilememiş bi haldeyim ve bu yüzden de sık sık anacuğumdan azar işitiyorum :)
Kulaktan kulağa hızla yayılıyoruz. Tutmayın meraklı garsonu, siparişlerim vaaaar :)


20.11.15

Evde hasta bakımı mühim iş!

Biz istedik ki, babam birazcık iyileşirse makinelere bağlı bile olsa evde olur.
Yanıbaşımızda olur.
Çünkü yoğun bakım öyle bir yer ki, ölümler, enfeksiyon riski, ağrı çekenler, oradaki telaş...
Eğer biraz kendinizdeyseniz kaçıp kurtulmak istersiniz.
İşte dedik biraz toparlansın, yoğum bakımdan çıkabilsin hemen eve götürelim ama mümkün olmadı...
Bi ara Acıbadem'de erken davranıp odaya çıkarmasalardı oturabilir pozisyona gelebiliyor, konuşmaya çalışıyodu babam.
O dönemde hemen evde bakım için yerler araştırmaya başladık.
İnternette bi kaç özel sektör buldum ama biz o raddeye gelemediğimiz için deneme şansımız olmadı.
Fakat sonra geçtiğimiz Avusturya Hastanesi'nin merhametli ellerinin bu hizmeti verdiğini duydum.
Dilerseniz hastane odasında, dilerseniz evinizde yatan hasta bakımı yapan ekipleri var.
Babamdan bir hafta sonra arkadaşımızın annesini de evinden alıp hastane odasında ağrılarını dindirdiler, son saatlerinde yanında oldular.
Allah hepimize sağlık versin hatta düşmanıma bile yoğun bakım kapısını göstermesin ama ben ve bizim gibi o lanet kapı önünde bekleyenler anlıyor esas hayatı...
Evde bakım konusunda uzman ekip, hemşire ya da hasta bakıcı, ambulans, hastane, malzeme hizmetleri için sonsuz güvenle bu kadroya hastanızı emanet edebilirsiniz.
Sadece babamda tecrübe etmedim. Hala ziyaretlerine gittiğim amcalarım var onların gözü gibi baktığı.
Birebir şahidim şefkatle davrandıklarına, en beter tecrübeleri başka yerlerde yaşayınca!
Çocuk doktoru, doğum doktoru, diş doktoru ne deneyip de beğendiysem tavsiye ettiğim gibi hasta bakımında da tavsiyem budur, nettir.



Son takibim...

Bana araba kullanmayı, hem de serseri gibi hızlı araba kullanmayı öğretirken hiç aklına gelmişmiydi şoförlüğümün cenaze aracında onu takip etmeme yarayacağını...

Ablamla eşler mezarlık işlerindeydiler. Annemle ben hastanede. Cenaze arabasına annem bindi, ben arkadan takip ettim. Hayal meyal hatırlıyorum. Hıçkıra hıçkıra başımı direksiyona dayadığımı cenaze aracı şoförü görmüş. Aracı durdurup annemi yanıma yolladı.
Çok gücüme gitti babamı yeşiller içinde takip etmek.

Kulağımda yaşarken kendini takip ettirirken söyledikleri yankılanıyor.

Biz birimizin arabasını servise verecekken iki araba çıkardık, birini servise bırakır dönüşte tek araba dönerdik.
Daha yeni araba kullanıyodum. Taktı bi gün beni peşine. Takip et beni dedi. Alibeyköy'den Tem'e çıktı. Başladı basmaya. Trafik de yoktu. Alışık da değildim öyle hızlı gitmeye.
Aradım babamı. 'Biraz yavaşlasan, yetişemiyorum sana' dedim. 'Bas bas, korkma bas, takip et beni, hızlı şofor ol' dedi gülerek. Sinir olmuştum. Hatta o gün anneme şikayet ettim. Herkesin babası yavaş der, benimkine bak perişan etti beni diye..
Bana inadına yapardı, dar yollara sokardı, hiç de karışmazdı, otururdu yanıma seyrederdi. Geçmeyi başarınca 'aslan be' derdi. Bu araba kullanma sevdamız aslında ben daha çok küçükken Yalovadaki yazlıkta babamın kucağında direksiyonu bana verdiği günlerde başladı :)
Velhasıl kelam işte onu o gün son kez öyle takip ettim. Ağlayarak. Şimdi de yazarken...


huzurla uyusun diye...

O gün, camiden mezarlığa giderken cenaze arabasına bindik 3ümüz. Annem, ablam, ben.

Başbaşa kaldık babamla. Ona güç verdik kuvvet verdik dualarımızla. Bize eşlik eden imama 'babam şimdi napıyor, nerde' dediğimde Allah ondan razı olsun. Öyle güzel anlattı ki.. 'o bizi işitiyor'...

Elbet hepimizin başına gelecek. Kayıp yaşayacağız. Ufak tefek aklımdan çıkmayan ve sevdiklerini kaybedenlere tavsiye olsun diye yazacaklarım var.

Vefatından sonra yalnız bırakmayın.
Sizi işitebileceği bir yerde. Ona onun yanında olduğunuzu duyurun. Onun da kahrolacağı kadar çok ağlamayın çünkü size 'ağlama, kıyamam' dediğini duyuracak bir halde değil.
Dualar edin. Yaptığı iyiliklerden bahsedin.
Ve toprağa verdikten sonra onu öylece bırakıp gitmeyin.
Herkes görevini yapar çeker gider siz gitmeyin. Herkes gittikten sonra melekler onu sorguya çekmeye başlayacaklar.
Onun en zor sınavı o zaman başlayacak. O sırada dualar edin. Onun yanında olun.
Destek olun, yalnız kalmasın. Yasin, amme ve tebareke her Perşembe ya da Cuma okuyorum babama ve tüm ölmüşlerimize.

Hepsi yerlerinde rahat uyusun.




Teşekkür..


Yanımızda olan ve olduğunu hissettiren herkese teşekkür ederiz. Arayanlar, mesaj atanlar.. Ben bu acıyı yaşayana kadar baş sağlığı dilemeye bile çekinirdim oysa ne önemliymiş 'mekanın cennet olsun' diyebilmek. Haber alıp da yanımıza gelen en sevdiklerim.. Gördükçe gözlerimi dolu dolu eden kıymet bilenlerimiz. O en zor günümüzde ve babamın en zor yolculuğunda dualarınız ona kolaylık verdi inanıyorum..
Cenaze sonrasında herkesi arayıp tek tek teşekkür edip tekrar tekrar sarılmak istedim.
Uzun zamandır görmediklerim, işlerini bırakıp gelenler, kızımın okul arkadaşlarının güzel anneleri Funda, Sibel, Pınar...
O kadar üzgünken bir o kadar da sevindim ki babamın son yolculuğuna eşlik etmenize...
Herkesi tek tek arayıp konuşmak istedim ama öyle değişik bir durumda oluyosunuz ki, ne telefon ne başka bişeyi elime almadan gece gündüz hem mezarlıkta hem evde ona dualar ettim.
O evlatlarına çok merhametli bir babaydı, sen de ona merhamet et Allah'ım diye...


sen jorj ben selamet.

Annemin hastane enfeksiyonu kapmasıyla tanıştığımız ismi garip, kendi huzur veren hastane meğer ikinci evimiz olacakmış bilemedik.
Babam da sen jorj'lu oldu. Benim okumamı istediği okullardan birinin hastanesine kendi yattı. Avusturya Lisesi'nin yanıbaşında.
Sanki burada huzur buldu. 
Gider gitmez verdikleri tavsiyelere bayıldık.
Mesela her gün et suyu istediler. Sevdiği şarkıyı kaydedip getirmemizi istediler. Sevdiklerinin seslerini istediler. Kulaklıkla dinlettiler.
Bu arada benim babamla ilgili umudum varmıydı, maalesef yoktu. Kalbi durup da makinelere bağlandığı, kanama geçirdiği gün herşeyin bittiğini kabullenmiştim.
Ama en azından çiçekler gibi bakılacaktı.
Bitkisel yağlarla önceki hastanede açılan yaraları kapatıldı. 
Bebekler gibi bakıldı son gününe kadar...
Defalarca Allah razı olsun diyebildiğimiz yopun bakım ekibini barındıran, babamı orda kaybetmemize rağmen hala oraya adım atabildiğimiz hastane gibi görünmeyen sevgi yuvası orası.
her branşta bir doktor var ve hepsi müşteri değil hasta gözüyle bakmayı bilen merhametli insanlar. hatta orada bizimle aynı kaderi paylaşan hasta yakınlarıyla dostluğumuz ve diğer yatan amcaları ziyaretimiz hala devam ediyor.
Bizi bizden iyi kimse anlamaz diye sarılarak ağladığımız babamın yoğun bakım arkadaşları hüsamettin amcanın kızı Gamze, oğlu Ahmet, Ali abinin eşi Birgül abla, memleketlimiz Hüseyin amcanın kızları hepsi kader arkadaşımız.
Allah tüm hastalara şifa, yakınlarına sabır versin...


Onisan!

On nisan.
babamı hastaneye kaldırdığımız tarih.
nisan. Hem kızımın hem oğlumun doğum günlerinin olduğu ay.
Oğlumun 1 yaşına giremediği, kızımın 5 yaşına basamadığı o nisan.
19 ekime kadar direnen babamı hayata tutundurmak için geçirdiğimiz ve hepbirlikte savaştığımız o 6 ay.
nisan mayıs haziran temmuz ağustos eylül ekim.
koca bi yaz geçti.
tam iki bayram geçti.
Annemin doğum günü, babamın doğum günü ve en son ablamın doğum günü geçti gitti yoğun bakım odasında babamın başucunda.
Acıbadem'de geçirdiğimiz tatsız süreç olmasa eminim babam aramızda olacaktı.
ama ne demeli koca bir hiç.
annem acıbadem'in yoğun bakım katında saati belli olmayan görüş saatlerinden birini beklerken enfeksiyonlu hastaların müşaade odasının tuvaletini kullandığımızdan gribal mikrop kaptı.
Hemen inelim bi doktora desek de tutturdu 'beni buradan çıkarın Avusturya Hastanesine götürün'
Dediği hastane galata kulesinin orda.
hiç gitmemişiz.
babamı görme saatlerini ısrarla beklediğimiz için ayrılamıyoruz da.
ablam aldı götürdü.
'Anne nerden buldun bu hastaneyi, nerden aklına geldi, bu kadar yol gelinir mi' diye diye varmışlar.
Müşaade altına almışlar. İlaç tedavisi ve annem bi anda toparladı.
ablam o hastanede yatan annemden haber verirken ben babamdan haber yolladım.
İki kız kardeş bu kötü dönemde çok iş düştü. Çok acı düştü payımıza. Paylaştık. Kardeş şart!

ve çok papiller.

Gecem gündüzüme karışmış.
Çocukları görmez olmuşum.
Hastanenin muhasebesiyle ayrı didişme, doktoruyla ayrı didişme içindeyim.
Babamdan bir ışık görme umuduyla saatlerce yoğun bakımda görüş için izin beklerken
Ta ta ta tam!
Babama Trakeostomi açılacakmış. Gırtlak seviyesinin altından nefes alabileceği bir delik.
ve bu ara Hasan da kulağında hafif bi ağrı şikayetiyle doktora gitti, KBB'ye.
Tiroidlerine baktır demiş gittiği doktor.
Baktırdık.
Hah.
Sintigrafi, biyopsi vs.
ve sonuç
Papiller Karsinom. (tiroid kanseri)
Babamda  eşim de aynı gün aynı yerlerinden operasyon olacaklar!
İkisine de ağla, ayrı ayrı ağla. Otur anca ağla.
En masum cinsiymiş bu kötü hastalığın.
Tabi süreç ve psikolojik etkileri bizi yıkmaya yetti.
Bir hafta içinde bu alanda uzman doktorlarla görüştük ( Mete Düren - Tarık Terzioğlu - Yusuf Bükey)
Hepsi alanlarında gerçekten iyi.
Tercihi eşime bıraktık.
Elektriğin kiminle tutarsa o yapsın operasyonu dedik.
Prof. Dr. Tarık Terzioğlu'na bayıldık.
Amerikan Hastanesi'nde gerçekleşecek operasyon için randevulaştık.
Başarılı bir operasyonla tüm tiroid ile lenf bezleri alınarak temizlendi.
Ameliyat öncesi ve sonrasında lüzumlu lüzumsuz tüm merakımı gideren, ne zaman arasam rahatlıkla ulaşabildiğim ve güven veren sesiyle hep beni telkin eden Tarık Hocama ne kadar teşekkür etsem yetmez :)
Sonrası da daha fena daha karışık.
Atom tedavisi ve iyotsuz diyet süreci.
O zaman da Amerikan Hastanesi Nükleer Tıp Bölüm Başkanı Prof. Dr Onur Demirkol'la tanıştık.
Hastalık kötü, vesileler kötü ama tanıştığımız herkes o kadar pozitif ve o kadar güzel ışıklar saçıyorlardı ki.
Onur Hoca çok çok çok yoğun. Onu ayrı sevdim. Neden derseniz. Bizim taraflı :)
Bizim çok ümitsiz olduğumuz anlarda azarlayacak ya da hadi gelin İzmir'e yerleşelim bırakalım bu kalabalık şehri diyecek kadar da cana yakın.
Her gün kaç hastaya 'kanser'in misafir olmaya geldiğini söylüyor ve kaçının dermansız olduğunu bilip de dile getiriyor bilinmez.
Biz dertlenirken 'birazdan çok az ömrü kalan bir hastaya konuşma yapacağım, bi bırakın gidin sapasağlam oldun atom da işe yaradı sıkıntı yapmayın' diye şımarıklığımızı bastıracak kadar da güçlü bir doktor.
Hani Allah kimseyi düşürmesin ama düşecekseniz de bi ucundan köşesinden kendinizi bu ekibin güleryüzlü ve başarılı ellerine teslim edebilirsiniz.

çok acı badem!

Acıbadem'e bi kapak atsak sanki babamı hemen toparlayacaklar gibi geliyor.
Ama nerde.
Sorular, sorular.
Babamın gözleri yuvalarından fırlayacak gibi.
Devamlı kusuyor.
Öncesinde beynine pıhtı attığından bahsediyorum.
Tansiyonuna bakın diye yalvarıyorum.
Hala sorular..
Annem geliyor.
Babam hala kusuyor.
Tansiyon almakta zorlanıyorum diyen acil sorumlusunun o andaa ölçemediği tansiyon yoğun bakımda 30 çıkıyor.
Sonrası.. sonrası yok gibi var gibi...
Diyeceğim şudur ki;
Allah kimseyi yoğun bakıma düşürmesin ve yoğun bakım kapıısnın dışında bekleyenlerden etmesin. Ama en önemlisi Acıbadem'e düşürmesin!
Hasta değil müşteri kazanma/kaybetme kaygısı, yoğun bakımdan odaya çıkarıp para kazanma hırsı ve odaya çıkardıklarında geç teşhis sebebiyle insan hayatını sıfırlamaları, bizim ve bizimle birlikte aynı mağduriyeti yaşayan o anda yakınlarıyla tanıştığımız en az 4 hastanın başına gelenlerden bazıları...
Öyle ki, yoğun bakım hastasını odaya atıp pardon çıkarıp, gün geçtikçe daha çok şişen koluna atan pıhtı ve tıkanan kalbe giden damarlara alerji teşhisi koyup önemsemediler.
Kalbi durdu!
Ve tekrar apar topar 'kaybediyoruz' diyerek yoğun bakıma indirip makinelere bağlı nefes alır duruma getirdiler.
'Babam acı çekiyor mu, ne olucak durumu' diye nazikçe sorduğumda; 'ne demek durumu ne olacak, yürümesini beklemiyorsunuz heralde, dün başına neler geldi bilmiyo musunuz, kalbi durdu, 15 dakika uğraşıldı, o sırada kaburgaları kırılmıştır, ne bekliyosunuz ki' diye küstahça konuşabilecek doktorları var ve tüm bu sözlere susmak zorunda kalmak var o cehennemin içinde..



Nisan 2015

Yine Datça'dayız Sinem, Simre ve ben.
İstanbul'u öyle sevmiyorum ki; dönüş tarihimizi sürekli geciktiriyorum.
Ablam söyleniyor 'dönün artık' diye.
10 Nisan'da dönüyoruz İstanbul'a.
Babam yan apartmanda.
Onlara yemeğe gidiyorum.
Köfte, patates en sevdiği yemek.
Artık eve geçelim diyorum.
Annem de arkamızdan dışarı çıkıyor.
15 dakika sonra babamın bakıcısı arıyor 'gelir misiniz, babanız fena oldu'.
Saniyeler içinde yanındayım.
Babamın iki gözü de kendi etrafında dönüyor. Çok hızlı. Kontrolü dışında.
O an duyduklarım son sözleri olucakmış. 'kurtar beni kızım'..
Ambulans, annem, Hasan arıyorum hepsini.
Ama durum bi garip, beklenemez halde.
Yaşar'la Babamı kucaklıyoruz. Kusmaya başlıyor.
O an onu son görüşüm ve duyuşum olabileceğini aklımdan çıkarmaya çalışıp Acıbadem Bakırköy'ün aciline götürüyoruz.
Gidiş o gidiş.
Hepimiz için cehennemin kapısından giriyoruz.


16.11.15

Babamdan sonra..

Yazıcam, olmuyor...
Tam yazıcam, yutkunuyorum.
Tam yazıcam, ağlıyorum.
Tam yazıcam, kaçıyorum.
Tam yazıcam, fotoğraflara dalıyorum.
Tam yazıcam, vazgeçiyorum.
Babamdan sonra;
Büyüdüm mü, küçüldüm mü bilmiyorum...
Bi garip oldum, onu biliyorum.
O hem asil, hem çok yakışıklıydı.
Küçüklük aşkımdı.
Evleneceğim erkekti..
Tarık Akan'a hayranlığım ondandı.
Uzun boyu, yeşil gözleri, güzel dişleri, ellerinin uzun parmakları ve beyefendiliğiyle veli görüşmelerinden sonra arkadaşlarımın etrafıma toplanmasına sebepti benim babam...
Bir vardı, bir yok oldu.
Masal gibi hayat.
Yine yazıcam, olmuyor.
Tam yazıcam, yutkunuyorum.
Tam yazıcam, ağlamaktan hiç olmuyo...
Esas tam dökülücem, annem ve ablam okumaya dayanamaz diye yazamıyorum.
O gitti.
Bilgisayarımda, çekmecelerde önce gülümseten sonra hüngür hüngür ağlatan fotoğraflar dışında sığındığım, dualarla yanına koştuğum mezarlığı var ona ait bana kalan.
Bi de biz; annem ve ablam...
Anladım ki;
Hasta da olsa, yoğun bakımda da olsa, bilinci kapalı öylece yatıyor da olsa, hatta gasilhanede buz gibi öptüğüm hali de olsa keşke olsa da Sitare'nin babası 'artık yok' olmasa...

11.3.15

Girişimsiz ruhum girişti :) dapdaze

Huyumdur kendim girişemem, girişimci ruhlara destek olurum anca 

Tamamen 'yüreğinin götürdüğü yere git' denen bir vakitte, yol arkadaşımSinem Ekici ile yollara düşüp de Palamutbükü'ne vardığımız ve yavaş yavaş yerleştiğim yer ve bereketli ürünleri ile ilgili...

Biz gittik, gezdik, gördük... Sonra annem Incilay Gürayca nın boş bir anına gelecek ki; kandırdık!? smile ifade simgesi ve tam da istediğimiz yerde badem ile zeytin ağaçları ile dolu bir tarla edindik smile ifade simgesi


Hiç bilmediğimiz bir yerde, hiç bilmediğimiz adımlar atmak bazen zor, bazen keyifli oldu.

Ama eminim annem için oldukça yorucu oldu. 'Madem bu kadar organik bir hayat, herşey doğal o halde evimiz de taştan olmalı, doğadan nefes almalı' dedi ve büyük bir işe girişti...

Taş ustası maceraları, kepçeci, malzemeci, çağlaları çalanı, bademleri kaçıranı bir yana bırakırsak şu anda geldiği nokta ve çiçek açan ağaçlarımız bizim için şükür sebebi...

Derler ya, yanlış yapa yapa doğruyu bulursun ya da ağlamazsan gülmezsin diye...

Annemi sükut-u hayale uğratan ustalardan yarım kalan işleri teslim alan ve büyük yol kateden sanatkar taş ustamız Ali Ihsan ile Allah şaşırtmaz ve bir engel çıkarmazsa muhteşem bir konak yapıyoruz 
smile ifade simgesi








Yine girişemeyen ruhum işten bahsetmeyi unuttu 
smile ifade simgesi
Datça'nın ÇAĞLA'sı, BADEM'i meşhurdur. ZEYTİN'i ve tabiki onları sıktırınca ZEYTİNYAĞI ve annemle beni itinayla sokan arıcıkların BALları...

İşte onları sizlere ulaştırmak için giriştim bakalım, hayırlısı :)

31.1.15

Kaçtım geldim :)

Doğum yaptım.

Yaz boyunca Palamutumunbüküne kaçtım.

Ordan selamladım herkesi :)

Simsim tam bir deniz kızı edasıyla sabahtan akşama kadar kolluksuz yüzme çabası gösterdi ve son zamanlarda kendini suya atı atıverip yüzmeye başladı :)

Annem taş ev ısrarında; imkansızlıklarla dolu bir şekilde, çalışanlarını ite kaka evin temellerini attı.

Tarlamızda bademlerimiz oldu.  Yaz bitti. Biz İstanbul'a döndük.

Tümtüm büyüdü, küçük adam oldu.

Uzun zamandır yazmadım.

Elime bilgisayarı alıp da, klavyenin başına geçtiğim zaman iki çocuktan birine ihanet edicekmişim gibi geliyor.

Zaten birbirinden zaman çalarak sevip kokluyorum gibi geliyo bi de blogda yazarak aldatmiyim cucusleri :)


27.4.14

Bi avazda!?!

Sağolsun hamileliğimde görüştüğüm herkesin tek duası 'Allah bi avazda kurtarsın'dı.

İçlerinden birisi öyle içten dua etmiş ki, bildiğin bi avazda doğurdum! :)

Ta ta ta tam!

Ben akşam yoga yapıp yatar mıyım!

Gece saat 01.30 belimde hafif bi sancı. Ama uykumu bölecek cinsten değil. Hadi uyumaya devam Sito.

Saat 02.00 ben en iyisi bi tuvalete gideyim. Gün içinde çok yedim yine!!

Hay Allah, belim de çok ağrımaya başladı.

Saat 02.10 Alllaaah... ne fena bi sancı, yatsam geçer mi?!

Haso'yu uyandırdım. Galiba doğum sancısı bu.

Ama olamaz ki. (9 aylık hamileyim, hala nasıl olamaz ki diyosam) :)

Simre'deki gibi düzenli aralıklarla gelmiyor. Arada ağrısız dakika geçmiyor. Hiç de doğum sancısı değil bu.

Haso: 'tamam sen bi bak bakalım'..

Peki ben bi bakayım. (oturdum bekliyorum) bekleyelim bakalım. 'Ya bi dakka ben dayanamıyorum artık!!!'

Haso: 'sito ne bekliyosun, hadi kalk gidelim'

Doktoru aradım. 'sanırım doğuruyorum' dedim ama daha fazla konuşmaya hiç halim yok...

Saat: 02.15 Allah'tan annem yakınımızda.. Hemen hazırlandık.

Sancıdan kıvranıyorum. Simsim'in odasına bi göz attım.

Garip bi duygu.

4 sene önce benzer sancıyla doğurduğum kız, kıvrılmış odasında uyuyordu.

Şimdi de ben yeni bir bebek için, onu yatağında bırakıp hastaneye gidiyordum.

'Dönebilir miydim' sorusu bile aklıma geldi..

Bu arada Sancılarım dayanılmaz hal almıştı.

Yardımcımızı uyandırdım 'doğuma gidiyorum' diyemedim, halimden anladı...

Günlerdir güneşli olan hava bozulmuş; şakır şakır yağmur yağıyordu.

Haso da sağolsun 'yağmurda kaymayalım diye yavaş yavaş' gidiyordu.

Sancılardan ben mi 'yavaş' gibi algılıyorum diye düşünmüştüm ama doğumdan sonra itiraf etti; mümkün olduğunca 'yavaş' gitmiş :)))

Bakırköy'den Şişli Memorial'a doğru yoldaydık. Haliç'i geçer geçmez kasıklarımda bişey 'çat' etti.

O an bittim. Ne nefes egzersizleri, ne rahatlatan düşünceler hiçbiri bir işe yaramaz olmuştu.

Hastaneye vardık.

Doktor odalarının katına çıkardılar. 'Doğuruyorum, Altuğ Semiz'i arayın tek diyebildiğimdi.

'Anne, Haso siz arayın, hadi gelsin.'

Nöbetçi doktor, odasından yavaşça doğruldu. Ya da herşey bana o kadar yavaş geliyordu ki!

Bu ilk doğumuz mu? İlki de normal miydi? Bi bakalım ne durumda, açılma var mı vs. vs.

Ya doktor doğuruyorum!!!

O arada suyum geldi. Doktor muayene etmeye niyetlendi ki; gözleri fal taşı gibi açıldı!

Doğum başlamış!! Ebe çağırınnn! Doktorunu arayın! 10 cm açılmış! Bebek geliyor! Sakın ıkınma!!

Hastabakıcılar asansörü nasıl tuttular, beni nasıl uçurdular, nasıl doğum odasına girdik saniyeler içinde oldu hepsi!

Doktorun korkusu, asansörde doğurmammış :)

Doğumhanede bi lamba, ayaklı bişey. Ayağı kabloların üstüne denk gelmiş. Sabit durmuyor. Üstüme düşüyor. Doktorun kabloları görücek hali yok. 'tutun lambayı düşmesin, niye düşüyo bu lamba!?'

Ona annem el atıyor, 'durun kabloları çekeyim, düzgün durur' :)

Annem doğumhanede! Eli elimde! Halbuki 3 gün önce ablamlarla konuşurken kararımız şöyleydi.

Annem Simre'yle kalacaktı. Hastanede ablam bulunacaktı.

Çünkü bi öncekinde, ben 12 saat sancı çekerken annem de ayrı bi yerde sancı çekiyordu.

Farketmiştim.

Bebeğin gelişi değildi onun beklediği, sancılarımın sona ermesiydi. Dayanamıyordu sancı çekmeme.

Sinirle bakıyordu etrafa...

O yüzden dedim ki, 'dayanamıyorsun, lütfen sen bulunma. Hem ablam çok güzel masaj yapıyor belime.'

Ama şimdi? Bi baktım annem yanıbaşımda. Elimi hiç bırakmadı.

Belimden itibaren beni koparsınlar dediğim sancılar bitmek bilmedi.

Bu arada saat 03.10

Doktor benden panik. Bebek artık yolun sonunda. Çektiğim sancılar az sonra bitecek. Maksimumdayım zaten!

Ama o nasıl panik. O arada bi de dedim ki; 'bebeğin boynunda kordon var, siz açabilecek misiniz?' :)

'bebeğin boynuna dolanmış kordon için sezeryana almam, açarım ben, sen rahat ol' diyen doktorum yetişemedi :( Biliyorum o da yolda, yolun sonunda :)))

Biliyorum ki benim doktorum yapabilir. O halleder. E peki daha önce hiç görmediğim nöbetçi doktor??

Dua edebiliyorum sadece...

Doktor hala panik, gözleri faltaşı gibi açık...

03.12

ve bizim hızlı savaşçı piyasaya çıkar!

kordonları açarlarken bi ara annemin elini uzattığını görüyorum.. Bi eliyle benim elimi tutarken bi eliyle kordona da el attı :)

O sırada doktorum Altuğ Semiz'in sesini duydum. Yetişti, yetişti! en azından bana yetişti :) O beni toparlarken bebek de bebek doktoruyla bakımdaydı.

Nöbetçi doktor da, bi süre kendine zor geldi sanırım :)

Kim der ki; sakin sakin gece nöbeti tutarken birden 'doğurmak üzere' olan bi cadı gelsin.

Bi de zaten panik olan doktoru iyice panik etsin. 'bakın kordonlar dolanmış ama' 'bakın suyum da yoktu benim ona göre' :))

Sabah saatlerinde ziyaretime önce nöbetçi doktor geldi. Dinlenmiş gibiydi :)

Biraz doğumumdan bahsettik.

Arabada da doğurmam muhtemelmiş!? :)

Doğum odasına yetiştiremeyecek diye panik olmuş.

En son odadan çıkarken 'işte hayat, oluyor bazen böyle şeyler' dedi :)))

Valla ben de neye uğradığımı şaşırdım. Herşey 1 saat içinde oldu. Hastaneye son anda yetişmişiz.

Ama nöbetçi doktorun ismi öğrenemesem de hakkaten eline sağlık.. O anda paniğine panik katsam da, kendi doktorum gibi başarılı olacağına inanmasam da, tanımadığım için ön yargılı olsam da... Pişmanım. Sağolsun, varolsun :)

Bunun adı 'hızlı doğum'muş. Tüm hastane gelip tebrik etti. Bebeğin adı 'yıldırım' olmalı dediler..

Ben de yakıştırdıkları isme yakışır bir şekilde, bir an önce Simsim'in yanında uyuyabilmek için  'yıldırım' hızıyla hastaneden çıkışımı yaptım :)

Cumartesi sabaha karşı 03.12'de doğan bebeğimle birlikte aynı gün saat 23.00'te eve geldim :)

Bir doğum da böyle geçti, bitti... :)

Bir sonraki Post'ta Simsim'in hastanede kardeşiyle tanışma anı..



25.4.14

Ne zaman gelirsin paşam? :)

Günlerden Perşembe,

Bebeğin hareket ve kalp atışlarını kontrol altında tutmak için doktorum her sabah hastaneye çağırıyor.

Sabah yine NST'ye girmek üzere hastanedeyiz. 'tıktık tıktık' dinle dinle, bizim bebenin hala gelmeye niyeti yok.

Dönüşte de çikolata işini halledelim diye annemle Nişantaşı'na uğradık.

Godiva'dan bebek çikolarımızı aldık, sıcak çikolatamızı içtik eve döndük.

I ıh hala tık yok.

Suratımdan düşen bin parça.

Yine kötümser senaryolar yazmalardayım.

Simre ne güzel doğdu, ertesi gün çamaşır astım, evi süpürdüm..

Şimdi ameliyatlı mı olucam. Bebeği ilk ben göremeyecek miyim!

(sezeryan yapmak zorunda kalan arkadaşlarım 'sezeryana düşmanlığıma' alınmasınlar, ben de zorunda kalmak üzereyim, kötü bişey değil biliyorum hatta riskli bi durumda normal yapmak daha kötü bişey)

ve günlerden Cuma,

Yine NST için hastaneye geldik, bu kez Haso'yla.

Çıkışta doktorumuz dedi ki; 'Cumartesi ve Pazar da dahil gelmeye devam ediceksin. Normal gelmesini bekliyoruz son gününe kadar'

Hımm biz de hemen planlar yaptık.

Cumartesi annemle giderim. Simre ablamla olur. Pazar günü de ailecek kahvaltı etmeye çıkar, dönüşte hastaneye uğrarız.

Bu arada ablam ve Sinem'den yoğun talep var.

'lütfen haftasonu doğur. Sezeryanı önümüzdeki haftasonuna al. Çalışıyoruz, yanında olmak istiyoruz'

Sanki bi plan yapabiliyorum. Sanki bebeğin gelmeye niyeti var da bi günleri ayarlamak kaldı...

Artık iyice umutsuzum.

Bu çocuk kendi çabalarıyla normal normal gelmeyecek.

Ben iyisi mi, hastane için hazırladığım çantama tekrar göz atayım belki sezeryan için gecelik değil de pijama daha mı iyi olur..

Akşam Haso eve geldi. Simre'yi uyuttuk. Ben de yoga'ya verdim kendimi.

Kendimi, kafamı, ruhumu esnetirken o da bi yandan Genel Başkan Osman Pamukoğlu'yla telefonda.

'ee ne zaman geliyor misafir?' diye bebeği soruyor...

Ah bi bilsek, bi bilsek! diye yogaya devam ediyorum.

Pelvik egzersizler, kedi duruşu, esneme hareketleri falan filan...

Hurma da mı yesem? Kuran'da geçen 'doğum sancısında hurma'nın mucizesine inanırım.

Bu hafta doğurdum doğurdum, yoksa sezeryan tarihi alıyoruz. Hadi hayırlısı...

Ha doğurdum, ha doğurucam! :)

Simsim 37. haftada paldır küldür gelince;

Tümhan'ın da 36. haftadan itibaren gelme ihtimalini konuştuk durduk.

ve doktorumuzun 'hazır olun' demesiyle. Ha doğurdum, ha doğurucam şeklinde gezmeye başladım.

Ama gelen yok giden yok...

Nerede bu çocuk.

37. hafta oldu tık yok.

Bi baktık, kordonları da dolamış mı boynuna!?

Ultrasona bakarken kendi kendine konuşan doktorumun 'tüh ya, normal doğum yapıcaktık' demesine şahit oldum ya.

Aldı mı beni bi panik!

Demek ki riskli bişey var, demek ki sezeryanla alıcak, demek ki demek ki.. diye diye ettim kendimi iyice panik :)

Oldu 38. hafta. Hala tık yok. Bi de üstüne suyum azalmamış mı!? İki kere kordonu boynuna dolamış, bi de suyum da azalmış.

Başladık her gün NST'ye girip bebeğin kalp atışların ve hareketlerini dinlemeye...

ve doktorum; '10 gün daha her gün kontrolde tutarak normal gelmesini bekleyeceğiz. Kordon sorun değil, onu ben doğum sırasında açarım ama 10 gün sonra gelmezse sezeryan' deyince...

39. hafta oldu.

Ben neden doğuramıyorum diye dolanmaya başladım ortada!

Halbuki kafam bozulduğunda 'amaaan normal doğum da neymiş sezeryan yapcam ya günü belli, zamanı belli... ' desem de arada sırada..

Normal doğurmak istiyorum. Her ne kadar normal bi tip olmasam da; doğumlarım normal olsun istiyorum :)

Hemen arkasından ayaklanmak istiyorum. Çünkü bu kez iki çocuğum var, yatıp vakit kaybedemem vs. vs.

Bu arada tüm bu olumsuzluklar varken boynuna dolanan kordon, azalan su, bebeğin azalan hareketleri; emin olun sadece biri bile olsa her doktor 'hadi sezeryan' derdi.

Ama benim normal doğuma bayılan, gündüz randevuyla sezeryana gelmek yerine, gece gündüz münasebetsiz saatlerde doğuma yetişme meraklısı normal doktorum, gerçek anlamda risk olmadıkça 'Normal' için beni bekletti...

İyi ki de beklemişiz...

Az sonra 'yıldırım' kod adlı doğum hikayem... :)


5.3.14

'maalesef Altuğ Bey'in tüm randevuları dolu :)'

İkinci gebeliğimde yine doktorum peeek sevgili Altuğ Semiz.

Bu kez beni gerçek anlamda 'çekti'! Çektirdim ona :) Ağrılarımdan yana mutsuz olduğum için gülmeyen suratımla hem kapris yaptım hem de bazen ulaşamadım diye kızdım :)

Allah kolaylık versin ona. Meraklı gebe oldu; Bunalımlı gebe. :)

Sanırım hastanenin en yoğun doktoru.

Daha önce de yazmıştım. Randevuyu öyle istediğiniz zamana alamıyorsunuz bir hafta önceden aramalısınız. 

Aksi halde 'maalesef Altuğ Bey'in tüm randevuları dolu' sesi ile karşı karşıya kalabilirsiniz.

Hadi aldınız, orada beklemek zorunda kalabilirsiniz. Çünkü sürekli bir operasyona giriyor ve saatler kayıyor..

Onu seven, tüm bu ihtimallere de katlanıyor. Öyle olmasa bu kadar yoğunluk neden olsun, bence biraz sevmeyin onu, başka doktorlara gidin de bize kalsın :)))

Ultrason sırasında doktorumun kilitlenip sessiz duruşları, o duruşunun arkasında kötü bişeyler mi var diye 'meraktan çatlayan' sorularımla sonuna geldiğim gebelik dönemini saygıyla selamlıyorum :)

Ayda iki kez gitmem gereken kontrollere 2 ay gitmediğim oldu. Neden mi? Benimle ilgilenmeyen, 'vatan milllet sakarya' diyen Haso'nun ne zaman ben ve bebekle ilgileneceğini merakımdan :)

Ama olan keyifli doktor kontrollerime oldu :) Hem ara verdiğim için azarlandım, hem daha çok vakit geçiremedim, hem de kaprislerim beni aştı :)




1.3.14

Hepar Haso, Heppartide!

Bilgisayarı açıp yazmak için az bir vaktim var.

Onu da gecce'de yazmaya ayırayım dedim. Burası beklemede kaldı :)

Hamileliğimin son dönemleri, bulantılar yoğun, ağrılar tavan...

Bu arada pek sevgili eşim Hak ve Eşitlik Partisi İstanbul İl Başkanı oldu :)

İlk hamileliğimdeki gibi beni el üstünde tutup da dizimin dibinde oturan Haso gitti yerine, 'vatan elden gidiyor' diyerek benim gebelik nazımı niyazımı hiiiiiç çekmeyen, 'akşam toplantım var' diye eve çoook geç gelen İl başkanı Haso geldi.

Tabi ki hem ne mutlu diyorum, hem de arada 'isyan' ediyorum.

Çünkü şaka maka hakkaten ilk gebeliğim gibi gezip tozabildiğim bir hamilelik geçirmedim.

Eve kapandım. Simreyle ilgilenemedim. Bulantım. Bacak ağrılarım...

Yine de 'ha gayret' diye diye partinin aktivitelerinden geri kalmadım.

Genel Başkan Osman Pamukoğlu geldiğinde koruma araçlarıyla konvoya katıldım. Tüm etkinliklerde bulundum. Ama sonra iki hafta hasta yattım ayrı :)

Bundan sonra gerekli özveriyi eşim benzerim Haso'dan itinayla bekliyoruz :)



19.2.14

Yaz kızım!

En sevdiğim şey 'yazmak'..

Ama şu i phone, i pad ve twitter sayesinde uzun uzun yazmayı unuttum.
Bilgisayar açmaz oldum...

Yazı yazmayı unuttum, unutucam derken gecce.com'da yeniden yazmaya başladım...

Arada özel haberler giriyorum, şu aralar elde ettiğim uzmanlık alanım 'çoluk çocuk' hakkında yazıyorum, kültür sanat, sinema ve  her ne kadar hamilelik süresince uzak kalmış olsam da göz ucuyla takip ettiğim kadın moda haberleri yazıyorum...

Bayılıyorum yazmaya...

Belki de konuşurken tüketmediğim kelimeleri yazarken defalarca kullanıp harcıyorum.

Belki konuşmaktan daha duygulu yazıyorum, konuşmaya halim kalmadığı zamanlarda sussam bile ellerimle yazarak anlatabiliyorum herşeyi...

Ortaokulda şiir yazmaya başladım.

Kendimin olmayan duyguları çalıp yazdım, acı çekmesem de acıların içinde boğuluyormuş gibi yazdım.. Kanatlanıp uçacak kadar mutlu olmasam bile mutluluktan dört köşeymişim gibi yazdım..

Sonra bir baktım, sahte sapan şeyler şiirler...

Çoğu kayıp zaten, az bişeyler gelmiş benle beraber bu eve, onlar da yeter; ne üstüne koyarım ne onları atarım :)

Aynı yıllarda müziğe döndü yüzüm.

Bi rock grubum olsa hayalim vardı...

Davul mu çalsam? (annemleri eve davul alma fikrine ikna edemedim)
Şarkı mı söylesem? (yok o kadar göz önünde olamazdım)
Gitar?! Annem bayıldı bu fikre, hemen gitar aldık. Kursa başladım.
O da ne 'gıy gıy gıy'!!!
Klasikler önümde, şuna bas, buna bas... Ohoooo...
Ben onları çalmak istemiyorum ki, patada kütede gitarı konuşturmak istiyorum.
Bıraktım dersi yarıda.
Elektro gitar aldık. Allah o ses! Elinin değdiği yerle evde gitarın sesi yankılanıyor....
Tabi bunların hiçbiri profesyonel anlamda bir grup kurmamın ya da gruba dahil olmamın temellerini atamadı.
Bu arada sürekli Taksim Tünel'de geziyorum.
O zamanlar Türk rock gruplarının elemanları oradaki müzik dükkanlarında çalışır ya da ziyaret ederlerdi.
Git gel, git gel.
Alt taraflarda da stüdyolar vardı, gittim bir stüdyoya, baktım demo yapmak için çalışan gençler var.
Hem kayıtlarında bulundum, hem eşlik ettim hem de 'sizi duyurmak lazım' diye yeni bi işe giriştim.

Fanzin!
Evet o zamanlar, fanzin modaydı. Fanatik Magazin. Fotokopiyle çoğaltılan dergi...
Atlas pasajı, Aznavur Pasajı, Akmar Pasajı'ndaki dükkanlara bırakıyorsunuz, onlar satınca parasını geri veriyor.
Ben de başladım yine yazmaya...
Yaz babam yaz.

Araya bi kaç şiir, önsöz, sonsöz, haberler, gruplarla röportajlar, duyurular derken 1 sene 'the rock ula' ismini verdiğim fanzini yayınladım.

Tabiki kar sıfır. Hatta cebimden de verdiğim çok oluyordu ama ne batar ne çıkar çok güzel bi işti. Yaşıma ve boyuma bakan dükkan sahipleri gülümseyerek dergileri teslim alıyor ve paralarını almaya gittiğimde de insanların tepkisini, başarımı yorumluyorlardı.

En çok yerin dibine sokan, daha iyisini yapayım diye 'bır bır bır' konuşansa 'metin Abi'ydi' Atlas pasajında çizgi roman dükkanı vardı; Atılgan, Metin Demirhan.. Öğrendim ki rahmetli olmuş...

O dükkanlarda tanıştığım sayısız rock grubu elemanları, yazarlar, karikatüristler, şairler ve sessizce rock müziği takip eden dinleyici ve okuyucular...

Bir gün Güven abiyle karşılaştığımda 'konuklarımda aksilik oldu, gel bu akşam seni konuk alayım' demesiyle bi de Tv'ye çıkmadım mı? :) (Güven Erkin Erkal o dönemin de bu dönemin de tek haber kaynağı, tv ve radyocusu) gittik. Konuk oldum. Ne dedim, ne yaptım hatırlamıyorum ama şimdi bende öyle bir özgüven ve cesaret yok :)

Sonrasında da İstiklal Caddesinde yürürken tanınmaya, ellerime demo albümler tutuşturmaya, evin kapısına kadar yazı getirmeye başladı rock müzik ile ilgilenen herkes :)

Yine bir sonsuz özgüven ve cesaretle Uzan grubunun yaz boyunca düzenlediği Bodrum Kalesi konserlerine el attım.
Organize eden şirketin sahibi Mustafa Uslu aile dostumuzdu. Gittim, konuştum. Anlattım. Türkçe rock müzik de oralarda olmalı, onlarda konser verebilmeli dedim. İkna oldular :)

Bulutsuzluk Özlemi, Pentegram ve seyircilerini İstanbul'dan otobüslerle götürdüğüm, pasajlarda biletlerini sattığım ama Bodrum'dan gelenin olmadığı Objektif, Kramp, Nuri Kurtcebe konserlerini düzenledim. Konaklama, ulaşım herşey süperdi ama şirket gruplara konser paralarını vermeyince hafif fiyaskoyla sonuçlandı...

Sonra 'Türkiye'de rock müzik, nedir ne değildir, ne yapmalıdır diye paneller, söyleşiler düzenledim konusunda uzman kişileri davet ederek...

Şimdi bakıyorum da en yoğun ve en verimli çağım o senelerimmiş.

Girdiğim sokaklardaki tehlikelerden, tanımadığım insanlarla sohbetlerimde olabilecek kötü düşüncelerden bihaber olmasam da belki 'şans' eseri belki de koruyucu melek annemin gizliden de olsa gözünün üzerimde oluşuyla hiçbir tehlike ve kötü düşünceleri hissetmedim... Gerçi hep 'ezan okunmadan önce evde ol' talimatıyla hareket ederdim :)

Şimdi düşünüyorum da; ben olsam izin vermezdim diyeceğim ama 'hayal'lerini gerçekleştirmesine izin vermemek de ne kadar bencilce...

15 sene önce, kimse kimseye bu kadar kötü bakmıyordu, kimse kimseyi sokak ortasında soymuyordu, kimse kimseyi kaçırıp dilim dilim parçalara ayırmıyordu, tecavüz saldırı hiç duymamıştım, İstiklal Caddesi'ne zaten hava karardıktan sonra hiç adımımı atmamıştım ama şimdi gündüz de gidilmez oldu. Her yerden 'müziğin kokusu' gelirdi şimdiki gibi gürültü, görüntü kirliliği ve olaylar yoktu.

Simsim de hayallerini gerçekleştirsin, ben de 'annem' gibi ona yardımcı olayım, yolunu açayım isterim ama sanırım bir sahil kasabasında izin verebilirim :)))))))

Bi yazmak derken nereden nereye varmışım.

Öyle işte seviyorum yazmayı.




16.1.14

gEbe benim, sobee!

Hamileliğimin ilk aylarında Palamutbükü'nde dağ tepe taşları aşa aşa denize giren, Utv tepesinde tangır tungur gezen ben;

Ortalarında 'ne var canım, yardımcıya ne gerek var' diyerek evin tüm işini yüklenen ben;

Biraz fazla cengaver davranmış olacağım ki; dinmek bilmeyen ağrılarla dolu hamilelik geçirmekteyim...

Ortalığı dağınık görmeye dayanamayan pek sevgili eşim ve annemin arama kurtarma çalışmaları sonucu 'yeni bir yardımcı'ya teslim olmuş bulunmaktayım.

Ama kendisi bir abla, yumuşak nazik ve gerçekten yardımcı...

'Eskiden yardımcı mı varmış' diye çok direndim ama galiba zaman o zaman değil, çocuklar o zamandaki gibi bi terlikle başını önüne eğip oturmuyor.

Kocalar eskisi gibi işte eve gelip, evi tamamen kadına teslim etmiş değiller, evin her köşesiyle, gelen temizlikçinin eksikleriyle, yeni alınan, atılan şeyin farkındalığıyla evde varlar :)

Dolayısıyla kadınların başında 'bıdı bıdı' eden kocalar artık eve yardımcı alınmasına müsaade etmekten çok teşvik eder haldeler...

Eski düşüncesiz kocalar out, yeni moda kocalar in diyorum o halde :)))))))

8.1.14

Dik dur eğilme!

Evde bir kahraman edasıyla esip gürlüyorum...

Temizlik de yaparım çocuk da bakarım, çocuk da doğururum!!

Bir yandan Haso; 'Böyle olmaz, kadın alalım. Hamilesin, yapamazsın' derken

Saçlarım vileda, ellerim faraş misali evde temizlik yapıyorum.

Simre'nin de itinayla evin her yerine saçtığı oyuncakları toparlıyorum...

Hadi temizlik bi süre dayanıyor da şu toparlama işi?!

Defalarca yere eğil; minik bir Barbie ayakkabısının tekini al, doğrul..

Yere eğil tokasını al, doğrul

Yere eğil bebek, kalem, kitap topla topla topla topla....

Haftasonu demek Haso'nun da dağıtmaya tam gaz eşlik etmesi demek olunca,

Bi baktım dik duramaz haldeyim.

Ama bi yandan esip gürlemeye devam ediyorum...

'Ne var canım, Simre 3 gün okulda... İki temizlik bir dağınıklık beni yıkamaz bla bla bla... (bu sırada
pili bitmek üzere olan konuşan oyuncak robot hayal edin)

Bu arada tarafımdan ev halkına yasaklar, sınırlamalar geliyor...

'Simre, oyuncaklarınla sadece odanda oyna. Simre, çıkardığın çorabı sepete at. Simre, onu orda yemeeeeee' ve benzerleri de Haso'ya gelince...

Ev halkından isyan geliyor :)

Herşeye ılımlı yaklaşan, sabır taşı ve 'olsuun'cu anne gitmiş yerine sinirli, tahammülsüz ve
ağrılarından şikayet eden 'ana' gelmiş :)

Bu arada hamileliğim de bir kötü bir kötü geçiyor.
Ağrılarım artıyor, ayakta duramıyorum, belim, bacaklarım iflas eşiğinde...

Ta ki en yakın hastanede acile gidiyorum, 'Noluyorum' diye..

Kendime bakmayı, ilaçları içmeyi, su içmeyi unutmuşum da... :)

14.11.13

No woman no cry! :)

ve bugün itibariyle No woman no cry! )

Anlamı oldukça tartışılan Bob Marley şarkısının sözlerini artık nasıl anlarsanız yoruma açık bırakıyorum :)

Kadın yok ağlamak yok, hayır kadın ağlama, ağlama kadınım ağlama 3 gün kaldı bayrama, erkekler ağlamaz...

Yaklaşık 2 ay önce böyle bi yazı yazmışım taslaklarda kalmış, yayınlamamışım :)

O yazım:

'Bizim evde uzun zamandır bir 'yardımcı' var :)

Simsim 1 buçuk yaşındayken; ev, yemek, çocuk 3lüsünden yemek olanını vakit bulup da yapamadığımdan açlıktan hastaneye düşmüştüm...

Sonrasında bir 'yardımcı' edindik.

İlki; ben cam silerken bilgisayarımı alıp kamerasıyla chat yapıyodu :)

İkincisi;  hem toz alıp hem de yerleri viledayla sildikten sonra soğan doğrayınca 'çok iş var' diye beni azarladı :)

Üçüncüsü yani şimdiki (2 senedir bizimle) bir gün toz alıp, ikinci gün viledayla dolaşıp, üçüncü gün de soğan doğrama yavaşlığında olunca ve ben ses çıkarmayınca hem yorulmadı, hem de çok titizlik hastası olmadığımdan sevdi beni :)

Varlığının bizim için en önemli noktası; Simsim'i uyuttuğumda gezmeye gidebilmemizdi. Çünkü uyanıp da ağlayınca bize haber vericek, pış pışlayacak birisi vardı.

Tam anlamıyla yardımcı, bakıcı değil. Oldukça 'yavaş' da olsa yardımcı :)

Benim gibi ocağın 4 gözünde aynı anda yemek yapabilen birisi için ocağın tek gözünde tüm gün ancak bir yemek çıkaran birisiyle anlaşmak zor oldu ama oldu çünkü güvenilir...

Güvenilir ama alıngan, lafını esirgemeyen, gelen misafirlere kafa tutan, sevmediğine poposunu dönüp giden, sevmediği için yüzüne bakmayan kaprisli :)

Kimi zaman kendini arkadaşım sanan, banyodan çıktığımda karşıma çıkan, sabah uyandığımda odama giren, kimi zaman 'bilgisayarımda önemli belgeler var oyun oynamasan' dediğimde ben yeni bilgisayar alırım diye eve bilgisayarla gelen...

Çoğu zaman dişlerimi sıktığım, çoğu zaman kelimeleri yuttuğum, ya sabır dediğim..

Kendisi bana bu zamana kadar olabildiğinde yardımcı oldu, aslında yanıma yar, yoldaş oldu :) ama şimdi Simsim okula başladığından beri ne benim yardıma, ne de evin toparlanmaya ihtiyacı kalmadı...

Açıkçası geceleri yayıla yayıla ailece evde olmanın tadını unuttum...'

Yazmışım... :)

Kulağına kulaklığını takıp da çığlıklarımla bile beni duymayan, yanına gidip sakince bir şey rica ettiğim 'yardımcı' bugün itibariyle yok... Bi odamız boşaldı...

Uzun zamandır düşünüp de rahatsız olduğum durumu sonuca kavuşturmuş bulunmaktayım.

İş başa düştü. Gece gezmeleri derseniz, zaten pek halim yok gebelikten, çok gerekirse de her ne kadar dünyanın öbür ucuna taşınmış da olsa yatılı gitmeyi pek sevdiği teyzesi ve bize oldukça yakın anneanne, babaannesi var.

Evimizin 1 bireyi olan Sinem'e sert ve kötü bakışları, ikimize çay istediğimizde 1 tane getirmesi, kaşlarını çatması, oflaması ve koridor boyunca söylenmesi gibi garip davranışlarını düzeltemedik :) Birinize denk gelir de, birlikte çalışma fırsatınız olursa siz öğretirsiniz artık :)




It's a ? ? :)


Bulantılarım, halsizliğim ve durmadan çişe gitmelerim bitmek bilmez.

Bu derdime derman bulunmaz.

Hiç et yiyemem.

Kebapçılardan köşe bucak kaçarım.

Balığı da bayramda Yunanistan'da ne yediysem o.

Alışveriş Merkezlerini gezemem, tansiyonumun biri anyada biri konyada bayılırım.

Limon stokları eritirim. Tuzlar, tuzlar limon yerim.

Turşu yapmış Haso'nun halası, kavanozun içine düşerim.

Limonlu soda tek içeceğim.

Yanlara doğru şişer dururum.

Çin takvimine göre ikinci kız ana adayıyım.

Peki sorarım size ey ahali; Haso'nun çoooooooooooook istediği erkek bebe nasıl görünür ultrasonda :)

Evet; it's a boy! :)

Allah sağlıkla dünyaya gelmesini ve bol uyku ve ağlamasız büyümesini nasip etsin

ama diyeceğim şudur ki; ne yediğinizin, ne vucut kıvrımlarınızın, çin takviminin, bıçak üstüne oturup  kafanızdan aşağı tuz dökülmesine bakmayın :)

13. haftaları bekleyin doktorunuz cinsiyeti söylesin.

Ha tabi doktorunuz da benim caaaanım doktorum Altuğ Semiz gibi cinsiyeti görene kadar gıkını çıkarmayan,

tam emin olduğunda kız ya da erkek diyebilen garantici bir doktorsa..

Şimdi ben 'mavi mavi' google'lıyorum. Erkek bebesine alışma sürecini atlatayım :)

Bu arada Simsim kesinlikle 'kız kardeş' istiyo, erkeği nasıl anlatıcaz bakalım :)))

Kenan Erçetingöz'le yüzyüze :)


Annem ve mühendis babamın, üzerimde kurdukları 'doktor, mühendis, mimar, avukat' hayallerini gerçekleştirmek üzere 'hukuk' bölümüne yazdırıldım :)

Onların hayali, avukat olmam...

Benimkiyse, gazeteci, yazar falan olmak :)

N'oldu? Ortayı bulduk :)

Hukukta okurken gecce.com'daki bi ilanla 'n'olur sizinle çalışayım' diye gittiğim Kenan Erçetingöz'ün yanında işe başladım.

O sırada onun da bi projesi varmış, kısmet; en başından ona dahil oldum: restoran ve otel rehberi çıkarmaya başladık :)

Yaklaşık 6 sene bazen freelance bazen full time çalıştım, yazıları hazırladım, internet sitesini yönettim, köşe yazdım 4 köşe oldum zevkten :)

Ama tabi ben evlendim; mıy mıy oldum :)

Eski esnek çalışma saatlerim, dergi sayfaları arasında uyukladığım anlar geride kaldı;

saatler süren trafikle eve gelme çabam, temizlik ve yemek yaparak hem çalışıp hem de  iyi bir ev hanımı olabiliyorumu kanıtlama çabam gündeme geldi :)

Sonrasında yoruldum, pes ettim, işten ayrıldım aklım kalarak...

ve geçenlerde hamileliğin verdiği duygusallık patlamasıyla babamdan başka tek patronum Kenan Erçetingöz'e yazdım :)

Zaten ayrıldığım günden beri ara ara rüyalarıma girse de çekip gitmenin verdiği mahçubiyetle aramayı hep erteliyodum...

Geçenlerde görüştük, çok özlemişim...

Tabi özlerken; işyerindeki esip gürleyen hallerini tamamen unuttum da özledim :))))

Şimdi Pazar günleri Star Tv'de öz hakiki yüzyüze başladı, kaçırmayın derim! Bu hafta Gülben Ergen..

26.9.13

Tek silahımı da aldılar elimden!!

Hamileliğim pek mutlu, mes'ut geçer ya benim...

Tek derdim ilk 3 ay olan mide bulantısı ve başdönmelerim.

Yine fenalardayım..

Hani 'aşerme'nin tıbben hiçbir gerçekliği olmadığını; psikolojik bunalımdan sebep 'koca kullanma, süründürme sanatı' olduğunu Haso'nun yanında açıklayan sevgili doktorum yüzünden AŞEREMEDİM ya!

Her seferinde 'canım Altuğ Bey nasıl güzel açıkladı di mi' diye önümü kesen o cümleler;

halbuki 2 adet yeşil erik için, çok tatlı yarım dilim çekirdeksiz karpuz, mango ve diğer mevsimsiz meyveler için Haso'yu delirtcektim! :)

Şimdi onu geçtik; 'mide bulantılarım yüzünden' yatakta maymunlar gibi yuvarlandığım, koltuktan başımı kaldırmadığım günlerin de üzerine kara bulutlar çöktü!

Bi yandan sevgili beni doğuran ana!nın 'ay hep hasta, perişan hep yatıyo' bi yandan sevgili eşimin 'evde çektiğimiz azabı bilemezsiniz Altuğ Bey' demesi üzerine

Doktordan onaylı;

'Miden bulanabilir ama yatma, hasta değil hamilesin' gazını almışım yine yine Haso'nun yanında; e ne haddime yatmak, uzanmak, dışarı çıkmıycam naraları atmak :)

Herşey 1 yana da; Haso'dan Allah razı olsun.. Yine, yeniden tüm CAN'lılığıyla çok yanımda.. Sana bu göbekler, kusmalar feda :)


Direnişlerde beni 'yok' yazın :(


Vatana, millete geçmiş olsun! 

Direnişlerde yokum artık!

Karnımda bebe var :)

Bi tane daha vatansever yetiştiricez tamam ama direnişlerde direnenanne olarak göremeyeceksiniz beni...

Ruh hastası bir diktatörün emri ile gaz yerim yemesine de, karnımdaki bebeğime zarar veremem!!

Bu saatten sonra beni mikrodalga önünde, kuaförde boyada (saçlarım bembeyaz depresyondayım), fast food restoranlarda, direnişlerde, gece gezmelerinde göremiceksiniz :) 

Allah'ım minik bedenini yaratmaya başladı; 

Bu süreci yakından bilip takip edip de Allah'a değil de 'mucizelere' inananların mantığını anlamak zor!

Allah sağlıklı, uykulu, uslu 1 bebe nasip etsin 3'ü bi arada ailemizi 4göz yapıversin :)

Darısı tüm ailesini genişletmek, salon salomanje kıvamına gelmek isteyenlerin başına :)

Hey Leylek! :)

Yaz başında havada gördüğüm 'leylek'lere 1 mesajım var.

Beni iyi gezdirdiniz! Tüm yaz popomuzun üstüne oturmadık ana-kız :)

Sayenizde dağ, taş, koy, köy, deniz geziverdik...

Şimdi yine size işim düştü!

Simsim'e kardeşi Mayıs'a kadar çabuk çabuk getiriiiiiin!!!!

Yes! Meraklıanne yine 'gebe' :)

Ama bu kez o kadar fazla meraklı değil :)

az meraklı ama kuşku, paranoya hala damarlarımdaki asil kanda mevcut!

Tüm zamanların en iyi kararıyla seçmiş olduğum doktorumun kapılarını aşındırmaya başladık!

Bugünkü kontrolde 'hıhım' demesiyle 'ay noldu' feryadım; 'paranoyamı' kanıtlamış olsa gerek :)

Altuğ Semiz; Ultrasonla bebeğe bakarken 'onu gıcık tutamaz, öksüremez, sinek konsa burnuna kafasını sallayamaz' :)

Bunların herhangi biri gerçekleşirse bebeğe bişey oldu da yapıyo bu hareketleri sanır kalpten giderim mazallah :)


Ünlü gurmeler neler dedi?

Yaz sezonunu geride bırakırken, Türkiye'de yeme - içme hayatına yön veren ünlü isimlerden yaza dair iz bırakanlar ve kış sezonu için tüy...