21.9.13

Simsim Montessori Okullu Oldu!

İtiraf etmeliyim;

Çocuğunun okuluna karar vermek için 1000 tane okul dolaşan, çoook kararsız kalan bi anne olurum sanıyodum da sabit fikirliliğim sayesinde ilk ve tek baktığım okulda karar kıldım!

İlle de Montessori dedim! Taktım kafaya..

Çünkü Simre tam bir Montessori çocuğu; 'kendim yapabilmek için yardım et!'

Yani 'benim işimi benim yerime yapma anne' diye bağıran bir çocuğun sistemi...

Bizim yakada Florya'da Balarısı Montessori'yi gözüme kestirmiştim...

Giden arkadaşlarımdan aldığım güzel duyumlarla birlikte gidip ziyaret ettiğimde kafama takılan tek şey masanın üzerinde duran 'zaman gazetesi' oldu...

Ama dünyalar tatlısı Gözde'yle konuşmalarımızla öncelikle kendi görüşümüzü, eşimin ne uğrunda siyasete girdiğini ve kızımızın da Atatürk ışığında yetişmesini istediğimden bahsettim.

Sonrasında Gözde beni önyargılarımdan kurtarıp, Montessori eğitim sistemini zaten Atatürk'ün tavsiye ettiğini hatırlattı ve tek takıldığım konudaki tüm gölgeleri geride bıraktık :)

Şimdi Simsim inanılmaz mutlu! Öyle suluboya takımları, boya kalemleri ve defterleri almalı vermeli bir okul değil bu...

Lazım olan tek şey bir saksı çiçekti :)

Duvarlar da öyle rengarenk boyalı, mickey'li falan değil.

Hayatın gerçekleri, yalın ve düz mantıkla öğretiliyor ve çocuğu renkli dünyalar alemine değil hayata sabırla hazırlıyor :)


Merak edenler için Montessori nedir ile ilgili bir yazı:

Annelerin, babaların, eğitmenlerin son dönemlerde çokça konuştuğu eğitim sistemi Montessori... Hatta dünyada ismi duyulmuş birçok ünlü, bu eğitim sisteminden yetişmiş. Peki nedir bu Montessori? Neden dünyanın en başarılı eğitim sistemi olarak anılıyor?

Alın size dünyanın en büyük şirketi "Google" nin kurucuları… Sergey Brin ve Larry Page birer Montessori eğitim sisteminin mezunları…
Evet sistem konuşuluyor ama nasıl bir eğitim sistemi, önceledikleri nedir, mevcut eğitim sistemden farkı ne? Neden dünyanın en başarılı eğitim sistemi? Bu sistemi ilk Türkiye'ye kim getirdi?
Türkiye'de yeni yeni yaygınlaşmaya başlayan bu eğitim sisteminin tüm ayrıntılarını Fatih Üniversitesi Öğretim Öğretim Görevlisi ve Çocuk Gelişimi ve Montessori Eğitim Derneği Başkanı Adem Güneş'le konuştuk...
Çocuklarda ‘vicdan eğitimi' olmadan, ‘davranış eğitimi' olamayacağının altını çiziyor Adem Güneş.
Hatta ceza ile çocuk eğitimi olamayacağını ısrarla vurgulayan Güneş'in çalışmaları Bristol Üniversitesi'nde Yüksek Lisans ve Oslo Üniversitesi'nde araştırma konusu oldu.

DÜNYADAKİ EN BAŞARILI EĞİTİM SİSTEMİ, MONTESSORİ EĞİTİMİ
Son günlerde Montessori Eğitimi sözünü sıkça duyar olduk… Nedir bu Montessori meselesi?
Montessori bir isim aslında… Maria Montessori isimli bir İtalyalı bayan profesörün soyadı… Kendi geliştirmiş olduğu bir eğitim "felsefesi" de Montessori Eğitim Sistemi diye anılıyor…
Kimdir Montessori?
Aslında trajik bir yaşam öyküsü vardır bu sorunun ardında... Avrupa'nın en karanlık döneminde İtalya'da yaşayan ve kadın olduğu için eğitim yaşamı boyunca dışlanan… Ve fakat bütün bu dışlayıcı tavırlara rağmen eğitimine ısrarla devam edip, İtalya'nın ilk kadın doktoru olan… Ve daha sonra da yine var olma savaşını sürdürerek Roma Üniversitesi'nde Profesörlüğe kadar yükselen bir yaşam öyküsü bulabilirsiniz Montessori isminin ardında… Ve belki de bütün bu baskı ve zorlamalara ve diktatör Mussolini'ye rağmen bu ülkeden dünyaya yayılan bir eğitim sistemini görebiliriz aslında bu eğitim sisteminin ardında…
ÇOCUK MERKEZLİ BİR EĞİTİM ANLAYIŞIDIR MONTESSORİ SİSTEMİ
Mussolini'den bahsettiğinize göre yeni bir sistem değil o halde bu sistem…
Aslında ülkemiz için yeni fakat dünyada 1906 yılından bu yana uygulanıyor…  Ve bu gün akademik olarak ölçülmüş en başarılı eğitim sistemi. Zira bu eğitim sisteminin odak noktası çocuk… Yani çocuk merkezli bir eğitim anlayışı yatıyor…
Ülkemizdeki eğitim sistemi de "çocuk merkezli" olarak tanımlanıyor, farkı nedir bunun?
Aslında her ne kadar ülkemizdeki eğitim sistemi de "Çocuk merkezli" olarak tanımlansa da, aslında öyle değil… Ülkemizde "müfredat" merkezli bir eğitim var… Standart bir müfredatın, belli bir süre dâhilinde bütün ülke genelinde uygulanması zorunluluğu var… Böyle olunca nasıl "çocuk merkezli" eğitim diyebilirsiniz ki? Çok pratik bir örnekle izah edecek olursam, örneğin "her çocuk aynı hızda öğrenemez" Çocukların farklı öğrenme hızları vardır… Siz tek bir müfredat ve tek bir zaman dayatması yaparsanız bunun adı "öğrenci merkezli" bir eğitim diyemezsiniz…
MONTESSORİ EĞİTİMİNDE CEZA VE MÜKÂFAT YOKTUR
Peki, nedir ülkemizdeki eğitimde uygulanan sistem…
Yani, ülkemizde "klasik eğitim sistemi" uygulanıyor… Buna göre "ders verilir, sınıf yönetilir"… Öğretmen sınıfta otoritedir… Düzen bozan çocuklar olursa ceza veya mükafaat ile çocukları disipline eder… Ama Montessori Eğitiminde ceza ve mükafaatın yeri yoktur…
BU EĞİTİMDE ÖĞRETMEN PASİFTİR, BAŞARI YÜZDE 70 ÖĞRETMENE BAĞLIDIR
Nasıl yani… Çocuk düzeni bozarsa ceza verilmez mi, ya da ne bileyim ödevini iyi yaptı diye mükâfatlandırılmaz mı, teşvik etmek için…
Hayır… Çocuk ne yanlışından dolay cezalandırılır… Ne işini iyi yaptı diye mükâfatlandırılır… Ceza ve mükafaat çocuğu dış disiplin yöntemidir, hâlbuki bu eğitimde çocuk içsel bir disiplin ve kuralları bir zorunluluk olarak değil, kendi içinden gelerek uygular hale gelmektedir… Eğer çocuğa "koşulsuz saygı" duyularak ve ona hitap eden bir eğitim sunulur ise bunlara gerek kalmadığı görülmektedir… Zaten bu eğitimin ortaya çıkarttığı en önemli özelliklerden biri bu… Eğitim sırasında çocuğa ceza vermenize gerek yok, o zaten öğrenmek istiyor…  Klasik eğitimin yanlışı, çocuğa hitap edememesidir… Bir başka özellik daha söyleyeyim Montessori Eğitimi'nin; bu eğitimde öğretmen pasiftir… Ve eğitimdeki başarının yüzde 70'i öğretmene bağlıdır… Klasik eğitimde ise öğretmen "aktif"dir ve başarı öğrenciye bağlıdır…
Nasıl yani, hem öğretmen "pasif" dir diyorsunuz hem de başarı öğretmene bağlıdır diyorsunuz bu bir çelişki değil mi?
Hayır, çelişki değil bu çocuk gereğini tanımaktır… Zira öğretmenin sınıf içindeki pasif konumu, çocuğun kendi fıtri hali ile ortaya çıkmasına neden olmaktadır… Bu açıdan bakıldığında öğretmen sınıf içinde "tevazu sahibi" olmalıdır… Yani çocuğun yanında kendisinin daha üstün ve daha çok bilen birisi olarak görünmemelidir… Böylece çocuk öğretmeninin çok bilmelerinden eziklik duymadan ve kendi acemi yol alışlarında ondan bir "rehber" olarak destek alarak ilerler…
MONTESSORİ ÖĞRETMENİ HOŞGÖRÜ SAHİBİDİR, YAVAŞTIR
Ve Montessori öğretmeni hoşgörü sahibidir, çocuğun yanlışları onun öğrenmelerinin bir parçası olduğunu bildiği için, yanlış yapmasına müsaade edecek kadar "sabır" içindedir… Montessori öğretmeni "yavaş"tır… Zira ruhsal öğrenme süreci yavaş ve sükûnet içinde gerçekleşir… Bunun için öğretmen sınıfın içinde çocuğun biyolojik ritmini bozmadan, yavaş ve sekine içinde hareket eder… Öğretmen sessizdir ve Montessori okullarında sessizlik hâkimidir… Klasik eğitimde olduğu gibi çocukların bir "hurraaa" diyerek tenefüse çıktığı veya yemeğe koştuğunu göremezsiniz… Çocuklar kendinden emin ve güven duygusu içinde okul içindeki faaliyetlere katılırlar… Bu açıdan bakıldığında öğretmen çocuğun fıtratının ortaya çıkabilmesi için bu özellikleri barındırmalıdır…
GOOGLE'IN KURUCULARI MONTESSORİ SİSTEMİNİN MEZUNLARIDIR
Var mı öyle somut olarak bu eğitim sistemi ile eğitim alarak ismi duyulmuş olan kişiler…
Belki bu sorunun cevabı sizi oldukça şaşırtacaktır… Şuan dünyada ismi duyulmuş birçok ünlü bu eğitim sistemi içinde kendi fıtratını bularak başarılar elde etmiştir…
Örneğin?
Alın size dünyanın en büyük şirketi "Google" nin kurucuları… Sergey Brin ve Larry Page birer Montessori eğitim sisteminin mezunlarıdır… Ve aldıkları bu eğitimin kendi fıtratlarını bulmada ne kadar büyük destek olduklarını her gittikleri yerde anlatmaktadırlar…
Var mı başka örnek?
Buyurun size, yine dünyanın en büyük e-ticaret şirketi olan www.amazon.com sitesinin kurucusu olan Jeff Bezos da… Veya dünyanın en "çılgın" projesi olan ve bu gün dünyanın en geniş internet ansikolpedisi olan www.wikipedia.org sitesinin kurucusu Jimmy Wales'da Montessori eğitimi almış birisidir…Size daha çok şaşıracağınız bir örnek daha vereyim, dünyanın en etkin gazetesi olan The Washington Post'un sahibi ve editörü Katherine Graham'da bir öğrenci merkezli eğitim ile dünyayı etkileyen insanlar arasında yerini almıştır… Bunun yanı sıra bu eğitim sisteminin kendi ülkelerinde yaygınlaşması için birçok lider aktif rol almıştır… Amerika Birleşik Devletlerinden Hindistan'a kadar birçok ülke lideri kendi ülkesindeki çocukların da "cezadan ve mükâfattan" arındırılmış kendi fıtri halleri ile eğitim görebilmesi için çaba sarf etmiştir…

ÜLKEMİZDE İLK DEFA BU SİSTEMİ TEŞVİK EDEN LİDER ATATÜRKTÜR
Bizim ülkemiz liderleri bu gelişmelerden haberdar değiller mi?
Ülkemiz eğitim tarihine baktığımızda Montessori Eğitimi'ni teşvik eden ve takdir eden liderin Atatürk olduğunu görüyoruz… 1 nci marif kongresi toplandığında orada yeni eğitim sistemlerine övgü dolu sözler söylediğini ve dil bilen "genç muallimlere" Maria Montessori'yi öğrenmelerini tavsiye ediyor… Ancak Atatürk'ten sonra klasik ve baskıcı eğitim sistemine devam ediliyor… Dönem dönem ülkemiz gündemine girmiş ama yerleşmesi gerçekleşmemiş… Zira az önce de söylediğim gibi bu eğitim sisteminin merkezinde "eğiticinin eğitilmesi" var… Ve bir eğiticiyi belli ruhsal kazanımlar ve dinginlik seviyesine getirmeniz oldukça zor… Hele ki klasik eğitimden böylesi bir duyarlı eğitime geçmek öyle kolay olmuyor… Ama son yıllardaki Montessori Eğitimi ile ilgilenen liderleri gördükçe memnuniyetim artıyor…
Var mı ülkemiz yöneticilerinden konuya yakınlık gösterenler?
Evet var… Örneğin İstanbul Bahçelievler'de ciddi pilot uygulamalar görüyoruz… Bunun haricinde çok saygı değer isimlerin Montessori okulları açtıklarını görüyoruz… Ama onların izni olmadığı için burada isim zikretmek istemiyorum… Sadece şu kadarını söyleyebilirim, önümüzdeki yıllar ülkemiz eğitimi açısından dev reform yılları olacağına inanıyorum… Ve inanıyorum ki bizim çocuklarımız da ceza ile sindirilmeden ve mükafaat ile yönlendirilmeden, oldukları hali ile kabul gördüğü bir eğitim sistemini keyifle yaşayacaklar…
Ayrıca bu eğitim sisteminin yaygınlaştırılması için de ülkemizde bir dernek kuruldu… Çocuk Gelişimi ve Montessori Eğitimi Derneği. Bu dernek de yine modern eğitim sistemlerinin ülkemizde tanınması ve yaygınlaştırılması için faaliyetler organize ediyor… Bir başka deyişle dünyada 1906 yılından bu yana uygulanan ve akademik olarak en başarılı olan eğitim sistemlerini ülkemizin de tanışması için faaliyetler yapıyor…

HER KADEMESİ VAR BU EĞİTİM SİSTEMİNİN
Bu eğitim hangi yaş gurubuna hitap ediyor, yani sadece okul öncesi gibi…
Yo hayır… Okul öncesinden başlıyor, ilkokul, ortaokul ve liseye kadar devam eden bir düz çizgi… Her kademesi var bu eğitim sisteminin…
Sanırım asıl mesele eğiticilerin eğitilmesi… Peki, bu konuda girişimler var mı?
Evet… Şuan ülkemizde ilk defa meslek lisesi kendi programının içerisine Montessori Eğitimini aldı. İstanbul Üsküdar Kız Meslek Lise'si Montessori eğitimi dersleri uyguluyor… Ve üniversite olarak da ülkemizde de ilk defa Fatih Üniversitesi Meslek Yüksek Okulunda Montessori Eğitimi dersi veriliyor… Her ülke bir yerden başlıyor, sanırım ülkemiz de yüz yıl sonra da olsa bir yerlerde başlamış durumda…
Aslında ben bir şey daha ilave yapmak istiyorum… Bu eğitim sistemi bize çok yabancı da değil, insana insan olduğu için saygı duyulan ve mütevazı bir sabır ile çocukların fıtri hallerini ortaya çıkartan eğitim şekli bizim kendi kültürel değerlerimiz içinde de var… Sabır, hoş görü bunlar kendi değerlerimiz aynı zamanda… Ancak görülen o ki, bizim bu değerlerimiz akademik olarak Avrupa'da karşılık bulmuş ve oradan dünyaya yaygınlaşmış… Biz ise kendi hoşgörü temelli insan odaklı eğitimi bırakmış bu gün klasik eğitimin çıkmaz sokaklarında çırpınıp duruyoruz…


Leyleği havada gördük! :)

Bayram öncesinde bi Yunan adasına taktık kafayı...

Uçakla mı gitsek, Atina'dan feribotla mı geçsek, yoksa elimizdekilerle yetinip çoluk çocuk bize yakın Yunan Adalarına mı gitsek...

Kalabalık bi tatil planı olunca bizimkisi, karar vermek biraz zor oldu...

Selin - Sabri - Efecik :), Gözde - Ali - Can bebeği ve bakıcısı :) ve biz Haso - Sito - Sim :)

Haldır huldur karar verdik, booking'den gözümüzü kapadık deniz kenarında 9 musses diye bi otele rezervasyon yaptırdık.

Ayvalık'a kadar arabayla gidip, oradan feribotla Midilli'ye geçecektik...

Geçmesi biraz zor oldu ama olsun başardık ve 3 günlük cümbürcemaat bi tatille tatil sezonumuzu açmış bulunduk :)

Sonrasında Haso, İstanbul'a geri döndü ben arabayla ananeyi de yoldan kaparak Simsim'le birlikte Palamutbükü'ne gittim..

Simsim'in köyü... Sabahtan akşama kadar turkuaz denizinden çıkmadığı... Güneşten 1 gr rahatsız olmadığı, uykusunu düzenli uyuduğu doğal hayata öyle kolay uyum sağladı ki bebecim :)

Sonra daha da doğal hayat yaşayan teyzeme gitmeden olmazdı.

O da çok önceleri Köyceğiz'i keşfetmişti :)

Kedileri, köpekleri, meyve bahçeleri ve güzel eviyle Saadet anneme gittik.

Gezi Parkı eylemleri sırasında bulduğu ve adını Eylem koyduğu köpeğine Simsim aşık oldu :)

Onu da aldık hep birlikte teyzemin keşfettiği gizli şelaleye gittik :) Öyle güzel bi gündü ki...

Hem onu nasıl özlediğimi, hem de Simsim'in teyzeme hayranlığını görmek muhteşemdi :)

Dalaman Havaalanına 10 dakikalık mesafede oturan teyzeme tekrar gitme planlarım pek gerçekleşmedi ama olsun illa yazın gitmek şart değil nasılsa biz de köylüyüz ve leyleği baya bi havada gördük artık :)

Ha bu arada doğal yaşama fena halde kafayı takmışken;

Simsim'in bebekliğinden beri organik meyve ve sebzelere özel pazarlarda para bayılırken elimizle sebzelerimizi toplayacağımız Kırklareli'nde dedenin çiftliğine de gitmeyi ihmal etmedik.

Oradaki keçiler, civcivler, tavuklar, meyve ve sebzelerle musmutlu bi gün geçiren Simsim'i İstanbul'da apartman dairesinde nasıl büyüteceğimi kara kara düşünür oldum :)

Tanrı bizi çok sevdi! :)

ve Mayıs''ta başlayan Datça maceramız 1 ömürlük oldu!

Daha önce de yazdığım gibi çocuk doktorumuz Gökhan Mamur demişti ki; 'Datça'ya gidince mutlaka Palamutbükü'ne uğrayın'...

1 uğradık, pir uğradık!

O günden sonra İstanbul'a gelir gelmez annemin başının etini yedik :)

Sonra ne mi oldu? Bi köyümüz oldu!

Bize taş ev yapabileceğimiz küçük bi arsa ve badem ile zeytinlerimizi kendimizin toplayacağı bir tarla ile Datça'lı olma yolları göründü :)

Şimdi Tanrı bizi çok seviyor! 1 ömür sevecek inşallah! 

Badem toplamaya yetiştik, bademlerimizi kırdık, yedik :)

Sıra geldi zeytinlerimizin olmasını beklemeye ve kendi zeytinyağı üretimimizi kendimizin yapacağı 'organik' ötesi yaşama alışmaya :)

Geçen hafta biz oradayken arılar ballarını yaptılar, toplamalarına şahit olmak için çocukların peşlerine takıldık :) Sii'yi sırtından arı soktu :) Şimdi elimizde petek kokulu nefis ballarımız var, balı yapan arıları da tanıyoruz  :)

Şimdilik evimizi yapacağımız alana yakın olabilmek için tuttuğumuz evde çok rahatız, neredeyse tüm yazımızı orada geçirdik...

Komşularımız, köylüler ve çocuklarda; siyasetle kirlenmiş yobazlaşmış İstanbul'dan eser yok...

Köyümüzde hırsızlık yok!

Burada on kere kapı kitleyen, otoparka çift kapıdan alarm sistemleriyle giren biz, geceleri panjurları indiren biz, orada neredeyse kapımız açık yatar olduk :)

Herkesin kapısı açık, o anda uykusu gelen gidip birinin evinde uyuyabiliyor!

Herkesin arabasının anahtarı üzerinde; o anda arabaya ihtiyaç duyan arabayı alıp gidiyor sonra yerine koyuyor :)

Herkesin telefonu, parası ortada kimse dokunmuyor.

Burada hırsızlık yok; ödünç alma var :)

Ödünç alıp işini gördükten sonra kötü niyetle ele geçirmeye gerek kalmıyor zaten :)

Biz de alıştık bu duruma...

Bakıyoruz, çeşme başında bi araba, sahibi de tanıdık, anahtarı üstünde alıyoruz gidiyoruz :)

Gençler ya 2 teker üstünde kask, korku bilmeden yollarda... 

Ya da 4 teker Doğan üstünde... Araba yolda kalırsa hemen arkadaşınınkini alıyorlar, kayışı kopra bağlayıp devam ediyorlar :) 

Biraz Allah'lık da olsa hızlı gidiyorlar! Biz Abs, Eds'li en lüks arabalarda kurulup da, asfaltı kaymak gibi yollarda ufak bi çukur görüp de söylenirken; onlar virajlı yollarda kapıları giderken açılan Doğan'larda Allah'a güveniyorlar!

Güzel araba kullanıyorlar, yollar virajlı bi tarafı uçurum... Karşıdan gelen yolu bilmiyorsa kafa kafaya gelmek muhtemel :)

Köyle Palamutbükü sahil arası 4 km... Defalarca o yolu gidip geliyorlar.. Buralar çok sakin..

Biraz eğlenmek isterlerse Datça'ya gitmeleri gerekiyor. Hadi gittiler diyelim; dönüşte o virajlı yollarda, alkollü dönmek ne mümkün; anneler hep dua ediyor arkalarından...

Doktor yok, Hastane yok...

En donanımlı hastane taaa Muğla'da... Allah mecbur etmesin ama zaten o doğada, o natürellikte doktora falan da ihtiyacınız olmuyor!

100 küsür yaşlarında teyzeler, amcalar çeşmeden su taşıyor. Yardım edelim mi diyince de; 'ölmedik ya daha, taşırım ben' diyorlar :)

Oraya ölüm 'kaza'yla geliyor! Motor, araba, traktör kazaları... Hastalıklı kimse duymadım.. Şeker yok, tansiyon yok, kalp yok :)

Ha bu arada köyde ev tuttuk falan diyoruz ya;

E yılansız da olmaz di mi :) İlk yılanı 'hayatında sadece yılan korkusu' olan Sii'den saklamayı başardım da ikinci yılana birlikte şahit olduk :)

Yavru yılan ama çok tatlı, kafasını kaldırıp kaldırıp tıssslaması yok mu :)

Psikopat mıyım da seviyorum, hayır değilim ama alışığım :) 

Yalova'daki çiftliğimizde büyükbabamla derilerini toplardık, terliğimle ayağım arasından geçip dururdu yılanlar da umursamazdım :) 

Sanırım o günlerden kalma; ama maalesef onun dışındaki herşeyden korkuyorum, Her türlü böcek, solucan, karanlık, insan :))))) 







5.6.13

Unutma, unutturma! Anlat! Herşeye rağmen sakin ol!




31 Mayıs'ta hükümetin emri ile sayısız polis çimenlerde kahvaltı eden gençlere TOMA'dan su fışkırtarak lokmalarını ağzına dizdi. Bir uçtan bir uca fırlattı! Masum bir eylemdi. Polis ve hükümet haksızdı!

Bu gençler; Başbakan'ın bilgisiz halkı kandırmaya çalıştığı gibi 'CHP'nin kışkırtmasıyla orada bulumuyorlardı! Doğayı koruyorlardı!'

3 Büyük takımın taraftarları omuz omuza gaz yedi, tazyikli su ile havalara uçtu! Ama yine de sadece 'Faşizme karşı omuz omuza' naraları attı! Hatta içlerinden fanatik bir Beşiktaş'lı 'sabaha karşı uyandığımda perişan haldeydim, boynumda Galatasaray atkısına sarılıp uyumuşum' diye 'omuz omuza'nın ne anlama geldiğini pekiştirdi!

Polisten şiddet gören, yaşadıklarından ötürü sakinliğini koruyamayan bazı gençler, Beşiktaş'a indi. Orada gaz bombaları daha yoğun bir şekilde devam etti. Bir önceki gün Taksim'de 3 büyük takım ile omuz omuza saldırılara karşı duran Çarşı grubu yardım istiyordu. Onlarca yaralı ve belki de gazdan dolayı hasarlı insan vardı, polis tüm gece saldırdı!

Bu arada Polis, gezi parkından çekildi. Etrafta korkunç görünümlü polisler yoktu ama helikopterle gaz atmaya devam ediyorlardı. O akşam annem ve en yakın arkadaşımın annesi annem bana emanetti. 'iyi misiniz, iyi misiniz?' diye sürekli gözlerine bişeyler sıkıyor, ağızlarını kapatıyor, tedirgin ve ciğerimiz yana yana elleri, yüzleri tertemiz ve çok kibar gençlerle bir arada sadece sohbet ediyorduk.

Başbakanın çapulcu dediği gençler; Sürekli 'bir şeye ihtiyacınız var mı, yardım edelim mi' diyorlar, en ufak bir değmede 'çok afedersiniz, çarptım özür dilerim' diyorlardı! Şöyle söyliyim 'yüzlerinde nur vardı, badem bıyık değil!'

Gezi parkındaki şiddetin gerçek yüzünü 'sosyal Medya'dan (hani şu başbakanın başımıza bela dediği)öğrenen tüm Türkiye ayaklandı! Meydanlara 'faşizme karşı omuz omuza' diyerek sesini duyurmak için çıktı AMA onlar da gaza ve şiddete maruz kaldı! Ölen ve yaralılar oldu!

Gezi Parkında nöbet tutan CHP'ye mensup o kadar az insan var ki. Hükümet kendi oyverenlerini kışkırtmak için ana muhalefeti CHP'yi suçladı. Onlar ayaklandı dedi!

CHP o kadar duyarlı ve becerikli bir muhalefet olsaydı keşke! Ancak arkadan konuşmayı ve şiddet durduktan sonra ortaya çıkmayı bilir CHP! Nerde onda o popo!!! CHP bayrak salladı! Hiçbir partiye mensup bir grup genç dayak yedi, gaz yedi!!!

Halkı temsil eden çok kalabalık bir grup herşeye rağmen SAKİN genç, polisin dağıttığı meydanlarda çöpleri topluyor. Gezi Parkına evi gibi bakıyor! Dün Kütüphane yaptılar taşlardan, kitap doldurdular içlerini! Hükümeti yapamadığını yaptı 'şimdi gidin ücretsiz kitap okuyun çimlerde'!

Ha, ortalık karıştıran yok mu? Var! Olmaz mı! Ama düşünün; toplumun en küçük birimi olan kendi 'AİLE'nde bile var. Sinirine hakim olamadığın, susturamadığın, kinci ve belki de ayyaş, tinerci! E o koskoca kalabalıktan da çıkacaktır elbet böyleleri! Ama emin olun en çok şiddet görenler çok sakin, sizden destek bekliyorlar! Güç değil, yiyecek, içecek, çöp torbası, peçete, örtü, battaniye!!!

Bizim sucumuz 'elmacık su' oradaki halka helal olsun diyerek; 5 koli su yolladı. Ben eşimin fikriyle evde sandviç hazırladım çeşit çeşit! Koliledik, en gazlı günde ulaştırmaya çalıştık. Pozitif düşünen, öfkeyle kendini kirletmeyen o gençlere helal olsun!

Ben götürsem ne işe yarar demeyin, ya da götürmekten korkuyorum demeyin. Ben evimin etrafındaki yürüyüş bittikten sonra hep Taksim'deyim. Bi tweet atın, geleyim alayım. Gezi Parkı'ndaki ikram dolu masalara bırakıyım...

Bu arada MADO'yu boykot etmeyi unutmayın! Divan Oteli'ne teşekkür etmeyi de...

Fındıkzade'de anneannemi götürdüğüm eczane de ilaç yardımında bulunmuş ve ayaklarının tabanlarının ağrıdığından bahsetti, bana da talcid ve maske hediye etti! Tarçın Eczanesi'ne de teşekkürler! :) Oraya gelen başı kapalı yaşlı teyzeler de isyanda...

Yollara ektiğin çiçekle yaşlıları kandırıp bizi böcek gibi gösterme başbakan!!

Omuz atanlara karşı; omuz omuza!!! Birbirine güzel bakan genç, yaşlı güzel ülkemin güzel insanlarını kirletmeyin!

Lütfen etrafınıza anlatın, sakince...

Bilgisi olmayan çok insan var!

Sosyal Medya iyi ki var!

Twitter'ı takip edin. Öyle herşeye inamayın arada saçmalayanlar da çok!

twitter #direngeziparki


1.6.13

Maymun gözünü açtı!

Okuyun lütfen... 

Ben siyasetten hoşlanmam! 

Eylemle meylemle hiç işim olmaz! 

'DI' Kimse din,dil, ırk ne olursa olsun halkımı böcek gibi ezmeye çalışamaz! 

Kimse benim bayrağımı elimden alamaz! 

Halkın gözünü metrobüsle, kömürle kör ettiniz! Şimdi her ilde gaz bombalarıyla gerçekten kör ediyorsunuz!

Siz Türk olamazsınız! Nesiniz siz! Şu süreçte en sevindiğim şey; herkes birlik oldu AKP'ye karşı ve artık olay 'ağaç katliamı' değil çoluk, çocuk, yaşlı 'halk katliamı'!!

Vatansever olarak azınlığız sanıyordum hatta eşim Hasan Tümsa siyasete girdiğinden beri 'kim için ne için uğraşıyorsun' diye kızıyordum ama şimdi gördüm ki tüm kendini azınlıkmış gibi görenler evlerinden çıkınca etrafına baktığında 'ne çokmuşuz' onu farketti ve uyandı halk! Kıstırılmış, susturulmuş maymun gözünü açtı!

Topbaş, Vali, Emniyet Müdürü 3 maymunu oynayın!

Hadi benim gibi hayatında sadece bir kez Cumhuriyet Mitingi'ne katılmış acemi eylemciler Taksim'de buluşalım!

Gelemiyorsanız sosyal medyadan destek olun ve bizlerden aldığınız haberleri büyüklerinize, eşinize, dostunuza, esnafınıza anlatın çünkü gerçeği medyadan takip edemiyorlar!

25.5.13

Tanrı bizi 3 gün sevdi :)

İlk gün hayalini kurduğumuz 'tekne turları' dolusu tatil için tekne turu soruşturduk meğer sezon açılmadığından turlar başlamamış..

O anda Tanrı'nın sevip de o adaya bıraktığı insanlardan birisi bizi balıkçı kayığıyla gezdirdi 'tekne turu' havasında :)

Merdivensiz olmasından sebep denizin keyfini çıkaramadım çünkü bizim yazlıktan beni bilenler bilir popomu kaldırıp da kayığa asla çıkamam, ya sakatlanırım ya da kıyıya yüzmek zorunda kalırım :)

Risk almıyım dedim bi anne olarak malum gelmeden önce 'çocukla tatil? Hem de böyle bi tatil? Tekne turu mu? Koylar mı? Deniz soğuk, yol uzun, hava sıcak nasıl yani :)' sorularına çokça maruz kaldık :)

Ama ben Simsim'e doğuma gideceğim güne kadar gezdim, doğumdan sonra da taktım sırtıma gezmeye devam ettim...

Evde durduğumuz zamanlarda uyumayan ve huysuzlanan çocuk gezerken öyle uyumlu ki! :)

Balıkçı kayığı 'tar tar tar' ederken, sürekli durup 'şılaaap' diye atlayan Sii'nin her seferinde denize kavuşma sesi, yeniden çalışan motorun sesine rağmen 2 saat boyunca kucağımda mışıl mışıl uyudu..

Hatta bir ara o da derin sulara bıraktı kendini, denizin soğukluğuna bakmadan :)

Ertesi gün Datça'daki diğer koyları keşfedelim diye çıktık ama Palamutbükü'ndeki 'turkuaz' rengi hiçbir yerde bulamadığımız için ilerlemeye devam ettik ve kendimizi Marmarise doğru giderken bulduk :)

Geri dönmek zor gelmesin diye 'orhaniye' kız kumunda durduk ve metrelerce bilek hizasındaki sularda denizi ortasından yürüdük :)

Oraya varmadan önce de tepeden görüp de beğendiğimiz bir koy için arabayı ani bi kararla kenara çekip keçiler gibi düşe kalka denize doğru indik ve bu koyda deniz sefası yaptık!  Issız, kimsesiz, kirlenmemiş bu koyu da kesinlikle Tavsiye ederim!!

Orhaniye kız kumu demişken belirtmemde fayda var! Kız kumu değil orası! Kız taşı, çakıl taşı! Ayak delen filan olmalı ismi :)

Mutlaka yanınızda ayakkabıyla gidin, küçük çakıl taşlarında yürümek tam bir çin işkencesi turistler 'ah oh' diye diye yürümeye çalışıyorlardı!

Bi de orayı işletenler, fotoğrafçılar görülmeye değer esas!

Bu sezonda pek Türk gitmiyor olsa gerek 'turistlerin ne anası kaldı, ne bacısı ne de namusları!' ettikleri küfürün, yalakalığın haddi hesabı yok! Biz böyleyiz işte şu gözle gördüğümüz bize yakın Yunanistan'a uzak 'yunan adalarının' neden bizde olmadığının ispati!!

Biz ne yönetmeyi biliriz, ne sahip çıkmayı, ne de iletişimi!

Bizim Türk olduğumuzu farkedince 'karılara etme küfür Türk bunlar lan' demeye başladılar'!

Kendimizi oradan kurtardık ve cennetimize döndük!

Sımsıcak insanları, güven veren gülümsemeleri, gülümseten tatlı şiveleri, araba anahtarı, cüzdanınızı ortada, kapınızı da açık bırakabilirsiniz; kimsenin aklına kötü bir düşünce gelmez, kötülük etmez, sezon açılır da insanlar akın ederse ne olur bilemem :) Ben yerli halkından bahsediyorum :)

Gözlemeci abla bize abla, çocukları bizlere kardeş, yeri geldi rehber, yeri geldi Simsim'in en sevdikleri oldular!

Simsim 'çişim var' dediğinde 'dur bi dakka Sinem banyoda' diye bavul toparlarken ben; Simsim kapıdan çıkıp teyzeleriyle tuvaletine gitmiş de haberim yok :)))

Odalarda tv varmış! Gözüme öyle bişey ilişti de bir kez bile dokunmadık!

Yanımızda ipad götürdük, Simsim elini sürmedi!

Teknoloji kirliliğinden uzak, sakin, turkuaz mavisi şahane bi tatil yaptık Palamutbükünden ayrılmadan!

Bi akşam Eski Datça'ya Can Yücel'in evini görmeye gittik, evler, sokaklar öyle güzeldi ki hayran kaldık!

Ağzımız açık etrafa bakınırken 'yerdeki solucanlara bak' hatırladığım son söz oldu!

Sonra simsimi de bırakıp hızla koştum en solucansız noktaya! Kara kara kocaman solucanlar basmıştı heryeri!!!

Sonra Datça'da yürüdük gönüllü rehberimiz yol arkadaşımızla :) Oralarda bi yerlerde canlı müzik sesleri yükseliyordu, o bile bize fazla geldi... Palamutbükündeki sakinlikten sonra :)

Sonra balık ayıkladık, balık yedik, çekirdek çıtladık çayla, dondurma yedik falan filan :)

Öyle yoğun ama öyle dinlendiriciydi ki dönüşü değil de Haso'yu oraya getirme hayalleri kurduk Simsim'le :)

İstanbul'un karmaşasında hele de ev ortamında Simre'yi tanıyanlar ordaki hallerini görseler 'dünyanın en uyumlu, en sessiz ve en sorunsuz' çocuğu derlerdi :)

'Şapka tak', tamam anne:) 'Krem sürücez', peti! 'Yemek?' Yiceeeeeem :) 'Uykun geldi mi?' Ebet, uyuycam ben, sen git' :) 'Uyan Simre', ben şimdi uyu, sen git, ablaya sööle, börek yapsın ben geldim' :)

İyi ki varsın tatil!!! ve iyi ki seni gezdik Datça ve iyi ki tatlı halkını tanıdık :)

Babam bize akdeniz sahillerini adım adım öyle çok gezdirdi, öyle yerler biliyorum ki aslında ama Datça'nın havası hiçbir yerde yok!

Datça'ya uğramak!?!

Tanrı uzun ömürlü olmasını istediği kullarını Datça yarımadasına gönderirmiş" (Strabon)

Datça'ya uğramak diye bişey yokmuş!

Amacımız oydu, biz başaramadık!

Deneyin, demek istediğimi anlarsınız :)

Biz bi tatil planladık; Planımızda bilenlerden özellikle Simsim'in sevgili doktoru bebekdoktorum Gökhan Mamur'dan bir kaç adres aldık ama oralara bile gidemedik! :)

Biz derken; yine Sim-Sit-Sii olarak Çamlıdere Dağ Evi, Kıbrıs, Uludağ tatillerimizden sonra sezon açılmadan serin sulara atalım istedik kendimizi  :)

Bodrum'a inip Gökova körfezinden dolaşıp Sedir Adası - İncekum'u görüp önce Marmaris sonra Datça'ya varacak ve bir gece kalıp feribotla Bodrum'a dönüp oradaki koyları da gezicektik. Gittiğimiz bu 4 bölgede Gökova - Marmaris - Datça - Bodrum tekne turlarına katılmayı planladık.

Allahtan feribotu aramak aklıma geldi de Datça İskelesinin tadilatta olduğunu ve henüz bu hattın çalışmadığını öğrenip planda değişiklik yaptık.

Anlattığım rotayı kafanızda canlandırabilmeniz için;
 
 


Körfezi dolaşıcaz ama hiçbir yere uğramadan önce gitmek istediğimiz en uzak noktaya gidip bir gece kalıcak ve sonra geze geze Marmaris - Gökova dönücez ve Bodrum koylarını listemizden çıkarıcaktık.

Dediğimiz gibi yaptık; Bodrum Havaalanına indikten sonra araç kiraladık ve direk gitmek istediğimiz en uzak noktaya Datça'nın en ucu Knidos'tan bir önceki durak Palamutbükü'ne vardık.

Açlıktan bayılmak üzereydik, denizin rengi de üstümüze üstümüze geliyodu ama denizde bayılmayalım diye bişeyler yiyecek yer bakınıyoduk ki 'gözleme' yazısını gördüm.

Geri geri o yazının olduğu kafeye vardık, bişeyler atıştırıp mayolarımızı giyecek ve denize girip Datça merkezde konaklayacaktık.

Ne mi oldu?

Tam 3 gece 3 gün Palamutbükünde konakladık :)

Öyle bir gözleme yedik ki; parmaklarımız emanetti ellerimizde :)

Kabaklı otlu ve peynirli otlu gözleme yaptılar şahanelerdi! Bahçeden topladıkları kocaman kabaklar ve yaba otlarla yaptıkları gözlemeler missti :)

Orada kalmasanız bile uğrayıp Olgun Kıyı Apart'ın kafesinde bu gözlemelerden mutlaka yemelisiniz, şiddetle tavsiye edilir!

9.5.13

Kalpleri 1 Atan Çeşit Çeşit Analarız Biz! :)


Çok görüşemesek de çok şey paylaştığım bir sürü insan var hayatımda!

Uzun bi süre Etiler - Bakırköy trafiğini çekmiş trafik fobili yapım gereği öyle popomu kaldırıp buluşmadan buluşmaya geçip modumu toparlayamadığımdan çok görüşemiyoruz.

Ama görüşüp buluşmayı istediğim, uzaktan sevdiklerim ve belki de görüşelim ya da arayacağım diye söz verip de arayamadığım çok insan var!

Biraz hayırsızım, hatırsız değilim.

Arada hatırlatıyorum kendimi ya da hatırlamak için profillerini ziyaret edip hal hatır soruyorum ama bence onları sevdiğimi çokça ifade edemiyorum diye yazı yazmak geldi içimden bugün :)

Babamın rahatsızlığı ve hastanede geçirdiğimiz günler yüzünden aktif olarak giriştiğim annelik, emzirme ve normal doğum odaklı bloğum ve paylaşımlarıma bir süre ara vermek zorunda kaldım.

Demoralize olunca kabuğununa çekilen bir kaplumbağayım ben!

Ekim 2010'da Do-um'la başladığım hamile yogasında normal doğumla ilgili korkularım ve o sıralar yeni açtığım mini bloğumu duyan hem gebe hem yoga hocam Başak'çım Blogcu Anne'den bahsetti bana...

Onun bloğunu ve birkaç yabancı kaynaktan normal doğumla ilgili pozitif hikayeleri okursam tüm fikrimin değişeceğini anlattı.

Sonra bloğa göz attım; oku oku bayıldım. Karşımda güçlü ve kısmen yalnız bir kadın vardı (yurtdışında doğum yapmış, annegillerden yardım almayan eş yardımıyla birebir annelik yapmış)

O sıralarda ablam Göktürk'te bir siteye taşındı. Gebeliğimin öncesinde fazlaca bir arada olduğumuz yakın arkadaşım Selin de oradaydı. Gidip gelmek hoş oldu, sonra bir kaç arkadaş daha o civarlara taşındı. Yarı Göktürk'lü olduk.

ve bir gün Selin yine aynı siteden tatlı ana (kendisine göre deli)  'psychomama Gözde' den duymuş olacak ki; bahsettiğin 'blogcu anne' de senin ablanın sitesinde oturuyormuş dedi.

*Selin; Göktürk'te Carter's açtı.
*Gözde, Aysel'le birlikte Sherbet tasarımlar yapmakta! :)

Sonrasında ablama gittiğimde havuza girerken, cafede otururken etrafa bakındım a aaa çocukları Derin ve Deniz bisiklete biniyolar havuz etrafında :) ama ne varki evlerini kapısını tıklatıp rahatsız etmeyeyim diye erteledim hep görüşmeyi :)

*O yalnız kadın dediğim blogcuanne Elif, Türkiye genelindeki aktif tüm anaların arkadaşı! ve şimdi iki çocuk bi kitap sahibi! 'annelik her zaman toz pembe değil' :)

Sonra bir mail grubuna üye oldum 'emziren anneler';
orada 'emzirme kıyafetleri' ile mankenlik yapacak ana-çocuk aradıklarına dair bir topic gördüm. O sıralar kendimi emzirmeye adadığımdan direk atladım.

Hem blogcu anne hem Zeynep hem de bir sürü emziren anneyle tanıştım.

Haber olduk, Ayça Oğuş'un tatlı gülümsemelerine gülümseyerek poz verdik :)

Leileo Zeynep'le ara ara yazıştık, ha görüştük ha görüşücez derken çok yoga derslerinin birinin öncesinde zıpladım yanına!
*Anne olmayıp da tanıdığım tek anne dostu şimdi tazecik 1 anne! Yerim Ayşe pamuğunu :)

Sonra Gelik buluşmaları;

Orda Hilal, Funda, Filiz, Hümeyra, Fatma, Sinem, Derya, Merve, Özge, Pınar Mermer ile tanıştık.

Hilal ve Funda'yla yakın oturmamızdan sebep can arkadaşım Bilge'yle hepbirlikte defalarca görüştük.
*Funda ikinci bebesini yaptı ve onu ziyarete hala gidemedim!!!

Derya'nın çoluklu çocuklu girişimci fikirlerini duydum; girişsem mi dedim, o sıralar başka işlerde çalıştıkları için akşam saatlerinde Cevahir Starbucks'ta buluştular gidemedim, toparlanamadık :)

*Derya; Oyun aktivite ve anneler için keyifli bir mekan açtı Beyoğlu'nda! Gelicem dedim defalarca hala gidemedim! Ha bu arada Levent'e taşınmışlar, bu kadar şapşalım, kırk yılda bir toparlanıp giderdim nerdesiniz diye arardım! :)))

*Sinem, Rusya'da yaşıyordu. Türkiye'ye geldikçe birbirimizle haberleşip buluşmaya çalıştık. Taaa karşıya Beyaz Fırın'lara kadar gittim onun için :) Benim için karşı demek geçmesi imkansız bir bölge demek bilenler bilir :) Şu an yine Tr'de aramadı, duyurulur! :)

*Merve'nin kızı Sare boncuğuna bayıldım. Bu taraflara geldiğinden bahsetti, buluşuruz dedik bi kaç kez H&M'de karşılaşıp sohbet ettik :) O da bayan butik açtı karşıda, hala gidemedim!!!

*Özge de meslektaş ve tam bir cimcime! Bıdır bıdır sohbeti, minik kızına kavuşma çabaları dinlenmeye değer şimdi ikize gebe! Cesur anne!

*Pınar başarılı bir pedagog o da Göktürk'lü :)

Biz çalışan annelerin öğle yemeğinde Gelik'te buluşurken bir yandan da blogcu anneler Cevahir'de görüşüyolarmış, onu bilemedim sonra öğrendim ki arkadaşım Selin de gidermiş hatta bir dönem küstüm 'giderken haber vereydin ya beraber giderdik' diye :)

Sonra baktım ki ben Gelik, o Cevahir ortak tanıdığımız ama bir arada hiç olmadığımız arkadaş grubumuz olmuş ne değişik:)

Bu arada 'uykusuz anneler'e denk geldim, oradan da tatile giderken Simsim'i omzuma takayım diye sipariş ettiğim Slingo'nun yaratıcısı Slingomam İrem'le tanıştık.

Dünya küçük; Ben Memorial Gökhan Mamur'un odasından çıkarken sipariş ettiğimin ertesi günü İrem de doktor için bekliyordu, bu karşılaşmanın torpiliyle ertesi gün Slingo'ma kavuştum :)

*İrem ve Sena şimdi Fikirdenk'i kurdular, takip edilesi. ve İrem 2. bebesini doğurmak için Amerika'da! Sağlıkla doğsun ve dönsünler inşallar :)

Bu arada Instagram'dan bir kaç buluşmaya takıldım.

Yakın civarlardakiler bana mümkündü çünkü Simsim artık arabada uzun yol giderse kusar olmuştu! :(

Pelly, Canan, Meşhuremel(parti süslemeri ile ilgili workshoplarını yeni öğrendim ben de isterim!!), Azra (minik oğlumuz 1 mayısta operasyon geçirdi, aklım sende), Bahar, Alev, Aysun, ikiz bonibonların annesi İpek, Zeynep, Tuba, Tuğba, Efe'min Tuğba'sı, Doktordaşım Aybüke'm, Feyza, Hadi görüşelim diyip görüşemediğimiz Bahçeşehir'li tatlılarım Ece ve İlkay, Fikret, Poyrasya, Dilşad, Şeyda, Çiğdem, Zeynep'le tanıştık!

Yeşim Mutlu selamıyla poz vermeyi öğrendik onun o pozitif enerjisiyle de oyun grubu yapalım dedik işlere daldık :)

Pelin evimin dibinde oyun merkezi açtı, buluşmalara orda devam ettik. Yakın olduğu için her an her dakika Pelo'nun yanında olabiliyordum. Sonrasında da ailece görüşür olduk :)

(yanında, yeni açtığı yerde ve evinde olmak istediğim diğer analarım gelemememin tek sebebi uzaklarda olmanız ve kusan Simsim'imin olması; yakınların bana extra avantajı da Simsim'i kadına rahatça bırakıp da gidebiliyor olmamdı :)

Ha bu arada burada bahsettiğim Yunan Adası seyahatimiz için google aramalarıyla bulduğum lulucum da Göktürk'lü annelerden olmasın mı!!! Onla da sözde kalan buluşma isteklerimiz var ama enteresan bişey işte kalpleri bir atan analarız biz, yanyana olmasak da paylaştıklarımızla çok sıkı bağlıyız!

Dünya çok küçük! Küçükten de küçük! :) Tabi arkadaşım olup da bu sosyal ortamda tesadüfen karşılaştıklarımız olduğu kadar birlikte adım attığımız canları da unutmadım :) Komşum Gözde, Karındaşım Duygu ve Burcucum :) ve Ela'nın doğum günü süslemelerini yapan eşimin aile dostları Selin'cim :)

Ankara'dan bi deli gibi bi kız hiç tanışmadım :) Tesadüfen bloğuna rastlayıp da kahkahalarla zevkle okuduğum ne yazmış diye baktığım nadir bloggerlardan :) ve uzaklardan Gökçe'yle Dila :)

Emziren annelerle başlayan maceramda Instagram anneleri - Sosyal anneler - blogger anneler - girişimci anneler - uykusuz anneler - Perşembe Anneleri ile tanıştım :)

Geçen ay Capacity'ye sosyal anneler gelmiş; tuğçe, müge, burcu, bal yanak merve :) ve onlardan dolayı tanıdığım annelerin en kıymetlilerinden iremafşin :)

Herkes aklımda, kalbimde, yakınlara gelenlerle mutlaka görüşüyorum, bize gelenleri bayıla bayıla ağırlıyorum ama uzakta olanlara Nişantaşı gezmelerimiz denk gelirse uğramaya çalışıyoruz.

Mesela yarın Perşembe Anneleri kahvaltısına İzmir'den taaa buralara gelen AnneAyça ve diğer sosyalanneler için gitmezsem olmaz di mi :)

Diyorum ki Türkiye genelinde 0-4 yaş arası çocuğu olup da ismine aşina olmadığım anne kalmadı herhalde :)

10.4.13

'solda sıfır'! :)

Simsim'in doğumgünü için erkenden hazırlanıcaktım!

Herşeyi kendi ellerimle yapıcaktım!

Tabi bunu yaparken 'amatör'lüğümü belirtmek isterim her zaman çünkü bu işi başarıyla yapan çok sevdiğim tatlı arkadaşlarım varken benim yaptığım her türlü 'solda sıfır' kalır :)

Şimdi yazarken düşündüm solda sıfır'ın anlamını ne komik ve ne anlamlıymış :) Sola sıfır koymak.. :) Ne kadardır yazı yazmayınca kelimelerin içine girmeyi özlemişim :)

Tabiki erkenden hazırlanamadım!

Bi alerjik astım bastı beni ki kabuslardaydım!

Toparlanmaydı, alışverişiydi, mekan seçimi vs derken 1 hafta içinde gelişti herşey!

Konsept o ara her sabah 'portakal suyu' içicem diye tutturan Simsim'in 'portakal' aşkından ve baharı müjdeleyen renk olan 'portakal' dan türeyiverdi beynimde! :)

Gelen arkadaşlarımız için hediye setleri hazırladım. Bunları hazırlarken Marina'daki kafe için yaptığım çalışmalardaki pratikliğim ambalaj ve etiketlemede işimi çooook hızlandırdı :)

Karton hediyelik poşetlerde;

-Minik kavaozlarda annemin imalatı portakal reçelleri,

-Uzun uğraşlar sonucu portakal şekline benzettiğim portakal kokulu organik sabunlar (belirtmediğim için şeker diye ısıranlar oldu)

-Simre 3 yaşında' ambalajlı çikolatalar

-Portakal şeklindeki keselerle süslü minik lavanta keseleri

Mekan Nossa Costa'ydı. Sevdiklerimizle kahvaltı ettik.

Sunum masamızda da portakal renkli şekerler, balık kraker, şeker ağacı ve sarı portakal bişeyler bişeyler vardı :)

Pastamızı her sene Jeni Kuyrik yapar; komşumuz olduğundan torpilli, onca pastacı arkadaşım varken, kiminin küstüğünü bile bile ona yaptırmayı tercih ediyorum.

En önemlisi bizim apartman 'kızlar yurdu' gibi.

Erkekler uyuyunca pijamalarla apartmanda geziyoruz, pişen yemeklerimizi değiş tokuş ediyoruz ve ben 'paralı gün'e filan asla katılmam derken hepsini bir arada görebileceğim bir gün olsun diye 'hadi toplanalım istiyorum her an!

Böyleyken elimde pastayla onun kapısından geçemezdim.

Bir de ilk yaş pastasını Nişantaşı'nda 'pastanbul' a yaptırmıştım. Süperdi, ellerine sağlık ama git, al, gel, arabada kedini boynu kopar, kendi kendine yapıştırmaya çalış vs. çok zor gelmişti.

Şimdi iki alt katta hazırlanıp buzdolabıma gelmesi en büyük tercih sebebi değil mi sizce :)

Ama hepsi bir yana 'torpil'den ziyade hayal ettiğimi tatlı elleriyle tatlandıran Jeni Kuyrik işini gerçekten severek ve güzel yapıyor! :)

Ben yazmıyorum daha, siz portakal kokulu Simsim 3 yaşında partisini benim bıdı bıdımsız bi de fotoğraflarla görüverin :)
 



 



21.3.13

yoksa siz yardımetmediklerimdenmisiniz :)


Ben 30 oldum olalı bloğumun kapılarını aralamamışım :)

Aralık sonrası doğum günümü kutladığım; o dönemde yeni açılan Ataköy Marina'daki mekanın elinden tuttum; açıldığı mevsimden sebep emekliyodu, yürütmeye çalıştım sonra ben koşarak uzaklaştım :)

Koştum; niye mi?

Çünkü geceleri photoshop, illustrator vs. ile uğraşmaktan ve gündüzleri de afiş - el ilanı -  organizasyon fikirleriyle ilgili kafa patlatmaktan ve en son menüyü hazırlamaktaki çabamı, listeyi defalarca fiyat ve içerik olarak incelediğimizi hatırlıyorum da vah ki ne vah yaşlanmaya başladığımı farkettim.

Ha bir de 'gerçekten' karşılık beklemeden yaptığım yardımlarım; hem gece gündüz çalışan ağır işçi hem müşteri olmam dış seslerce 'yardım'ın kelime anlamını uygulamalı olarak hiç bilememiş olmalarından olsa gerek 'neden, neden, neden, neden yardım etsin' sorularıyla şizofrenik bir hal almaya başlamıştı :)

Neden olacak? İsrail'le ortaklaşa yürüttüğümüz bir plandı bu! Marina'dan denize açılacak ve aynı Kaptan su içecektik Amerika'yla :)

Kimseyi delirtmek istemeyiz, kimseyi tercih yapmak zorunda bırakmayız biz ailecenek; biz tercih yaparız!

Ve tercihimizi yaptık artık orada değiliz.

Gecce.com'da İstanbul, Bodrum ve Çeşme genelindeki binlerce restoran - bar ve ayrıcalıklı yüzlerce mekanın bizzat 'mekan editörlüğü' ve 'eğlence danışmanlığı'nı yapmış olmamın bilgi birikimiyle atladım yardıma...

Ya millet artık sokakta son nefesini veren hayvanı bırakın, 'insan'a yardım etmemek için yanından hızla geçerken benim bu 'yardım' çabam nedir?!

Bundan böyle; 'ben bilmem beyim bilir'!

Hukuktan anlamam, mekancılık bilmem, çocuk bakımını hiççç beceremem, yemek yapamam, çok konuşmam, kimseye karışmam! Koyunlar kendi bacağından asıla! Ben niye bacak bacak üstüne atmaya çalışırım ki :)



7.1.13

o tuz bu tuz!


Tuzlu yemek yemeyi severim!

Tadına bakmadan koyuveririm hemen; 'önyargılıyım' evet :)

Bahsediceklerim o tuz, bu tuzdan ziyade, yeni yaşım nam-i diğer 'otuz' ile ilgili!!!

Yani açıkçası otuz diyesim yok, sanki kafamın üstüne biri oturdu, ağırlaştım birden!?!

Ben 'iyi ki doğdum' geçen hafta ama maalesef otuz oldum :)

'Çocuk da yaparım kariyerde, gördün mü 25 oldum' şarkısını söyleyerek doğum günümü kutladığım sıralarda henüz 25'e bile ulaşamamış 23'lerdeydim oysa ki!!

Her neyse olan oldu otuz oldum!

ama şöyle de bişey var 'iyi ki doğdum' diyebileceğim tatlılıkta bir doğum günü kutlamasıyla girdim otuzumu butuzuma :)

Çarşamba günü doğumgünümmüş; unutmuşum :)

Daha doğrusu bu aralardoğum günüm biliyorum ama hafif şiddetli bunamam sayesinde günleri değil ancak ayları takip edebilmekteyim:)

Benim sürpriz yapmak için can atan ama sürpriz yapmayı pek beceremeyen eşim benzerim Hasom gene düşmüş sürpriz peşine...

Nerden mi öğrendim; doğum günümü yapmak istediği yerin sahibi arkadaşlarımızın yanlışlıkla! sürprizi ağzından kaçırmasıyla :)

Başbaşa olmayacağımızı tahmin edebildim sadece, detayları merakla bekliyordum!

Arkadaşlarımı davet etmek Sinem'den, pastam Gözde'denmiş bayıldım bayıldım!!

Sinem ve Gözde bir olmuş, öyle bir hikayeli pasta yapmışlar ki!!!

Hayatım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti, sonra da hepimizin midesinden :)

Blog'um, uzuun yıllar çalıştığım gecce.com, okuduğum bölüm, sevdiğim herşey ve çekirdek ailemin fotoğraflarıyla süslü şahane ötesi bi pastaydı en büyük sürpriz!!

Dakikalarca ağzım açık pastayı izlediğimi çekilen fotoğraflardan gördüm sonra; ah keşke kapayıverseymişim ağzımı bi aralık :)))

İnce düşünen, beni düşünen, bilen, önemseyen arkadaşlarım oldukça etrafımda ahhhh şimdi gözüm yaşarmasın da n'olsun!

kısa bi ara.. :)

Ne diyodum; seviyorum işte yolu benden geçen herkesi! :)

5.1.13

o tuz'uma şeker kattı!!!

Otuzuma 40 gün 40 gece kutlamayla girdim gibi gibi oldu :)

Sabah uyandım; Haso'dan 1 telefon 'şirketle ilgili kargoyla belgeler gelicek, imzalaman lazım,evden çıkma'

E ama bugün benim doğum günüm; Simsim'le gezicez, hazırlanıcaz falan filan...

Arıyorum; 'nerde bu kargocu, ne imzası bu' ama bi yandan da anlıyorum da anlamamazlığa geliyorum; ya çiçek gelicek eve ya başka bi sürpriz!

Bu arada kardeşim, karındaşımdan telefon yok hala; bu işte bi gariplik var diyorum.

ama aklıma da gelmiyor da değil; Duygu öyle ince düşünen, ayrıntılara dikkat eden ve sevgilim gibi her an sürpriz yapabilen bi karındaş :)

Çoğu huyumuz, özelliğimiz hatta tipimiz benziyor ama ayrıldığımız bi nokta var;

Ben de ince düşünürüm, herkesi mutlu ediyim isterim ama uygulamaya geçiremem!

şu 10 dakikalık hafızamla aklımda ne doğum günleri kalır, ne çayı şekersiz içenle, sakarin kullananı hatırlar da 'bu senin' diyebilirim!

ne de söylenenleri hatırlar onların üstüne sürpriz yapabilirim :)

İşte karındaşım herşeyi hafızasında tutar ve sürprizleri asla atlamaz :)

ve doğum günü sabahında da öyle oldu!

Beklenen kargodan şekerler çıktı!

Kapı çaldı, açtım..

Asansörün kapısı bi türlü açılmayınca;

Minik şekerim Elis kucağında, bi elinde de minik bi pastayı yakmaya çalışırken sürprizini tahmin ettiğim Duygu'yu yakaladım merakla asansör kapısını açınca :)

Taaaaa Kurtköy'den Bakırköy'e bebesiyle gelmiş bi de mumu yakıcakmış, maytaplarla giricekmiş bak bak bak :))

Sevgili Dut'um; iyisi, güzelsin de böyle sürprizlere çok alıştırırsan şımartıyosun, şımarık bi kardeşin olucak zaten şımarığım fazlası olursa hiç çekilmem :)

ama sen her halimi çekersin eminim! :)))

Luv u!!

29.12.12

Komşu, kanki, yol arkadaşi, gezme yandaşı; Siiiiii!

Bazen uzak olan yakın, yakın olan uzak olur.

Herkes kendi tercih eder; ben akışına bırakırım, ısrar etmem!

Ben sevdiklerim hep yanımda olsun isterim, belki tek kötü yanım 'benim için doğru olanın eleştirilmesine' razı olmamamdır.

Doğrum doğrudur. Tabi hatalar da insanlar içindir. Hatalıysam mutlaka alttan alırım asla susmam, kaçmam, akışına bırakmam... Hatam yoksa ya çok fena konuşurum ya da susarım, yormam kendimi...

Neyse işte;

1 Sii'miz var bizim.

Komşu kızı!

O Avustralya'dayken Simsim doğdu, ben kötü zamanlar geçirdim ve artık Simsim ayaklanmaya başladığı sırada 1 sabah Simre'yi görüp sevmek için kapıyı çaldı.

Fotoğraflarından takip etmiş, bayılmış ve gerçeğini; hem de terrible 2'lu gerçeğini görmek istemiş!

Geliş o geliş...

Krizlerimizin üstesinden gelen,

Giydirip elimden alan, gezmelere çıkaran,

İlk kez sirk'e götüren,

Restoranlarda uslu uslu yanında oturtan,

Ateşlendiğinde saatlerce kollarında uyutan,

Yalnız kaldığında yatağına alan,

Uyurken ateşini farkedip bizi oyun masalarından kaldıran,

Gece çişlerine kaldırabileyim diye saatini kuran,

Kimi zaman bizde kalıp bizzat çişini yaptıran,

Moralimiz bozuk olduğunda şarabıma meyve suyu katıp şekerlendiren,

Kafamıza estiğinde SİMSİTSİİ olarak yollara düşen,

Sırf havası güzel Çamlıdere diye bi yerden dağ evi kiraladığımda %500 uyum sağlayıp ertesi gün bavulunu hazırlayan,

Ankara'ya, Safranbolu'ya, Amasra'ya uzun yol şoförlüğü yapan,

Ben varken Haso hariç kimsenin araba kullanmasından haz etmediğim halde anahtarı sürekli eline tutuşturduğum,

Dağ evinde odun sobası, mangal, şömine yakan ve yakarken alkol diye benim parfümümü kullanan,

Hayatında hiç dolma sarmadığını söyleyip kalem gibi dolmalar saran,

Kıbrıs'a mı gitsek dememe kalmadan havaalanında 'kimliksiz' hazır bekleyen,

Zar zor uçağa yetişip vardığımız Kıbrıs'ta 'otel' ayarlamadan giden(hem de elimizde çocukla :))

Havaalanı çıkışında Noah's Ark'a karar verip, transfer minibüsüne atlayan,

Sırayla Simsim'i oyalayıp Casino'da paralar kazanan,

ve ve veeeeeee Onur Air'e ait uçağımızın düşme tehlikesi atlattığı ve herkesin (özellikle benim) ağladığı anda 'üzülme, kaderimizde böyle ölmek var demek' diye sakin sakin Simre'yle uyumaya devam eden,

Şimdilerde arkadaşlarımızın açtığı Ataköy Marina Benzin'de çokça vakit geçirdiğimiz ve bu gece olduğu gibi sıkılıp da geri döndüğümüzde korku filmi izlediğimiz;

Öncelikle kızımın idolü, kankisi, sakinleştiricisi, çişçisi ve sonrasında da komşum, arkadaşım, doğum günümün sürprizci kahramanı (doğum günü detaylarımı da yazıcam), değerini geç anladığım ve hiç kaybetmek istemediğim Siiiii'miz iyi ki varsın!

Gözün doluyo hemen diyosun ya yine doldu :)

Senin tek rakibin abin Sercan; kanınızda ne varsa (annen hariç:) Simsim ayrı bi aşk duyuyo :)

Mazimiz 6 seneye dayanıyo ama yapışık ikizliğimiz Simsim'in vazgeçilmezi olduğun andan başlıyor!

Simsim'in değerini bilenin değerini bilmek farzdır bana ve Haso'ya :)

Yazılarım çok mu rahatsız edici?!

ve ben geldim! :)

Neler neler oldu haberiniz yok!

En son Yunanistan tatilimizi yazmışım şimdi nerdeyse kayak yapıcaz hala denizde balıkta kalmış bloğumun aklı :)

Hadi bakalım rastgele!

'yaz yaz yaz' diye ısrar edenler, 'başına gelen kötü bi olayı bile çok komik anlatıyosun, takipçiniz' diyenler, benzer olayları yaşayıp bana ulaşanlar ve merak ettiklerini merak üstadına sormak isteyenler için yeniden yazıyorum!

Ha 1 de; benim yazılarımı eleştirenler, bana 'yakıştırmayanlar', içimi fazlaca döktüğümü düşünenler, sansür uygulamamdan yana olanlar, bu satırlarda yer almaktan utandıkları için karalayanlar için ısrarla yazıyorum!

Çünkü anlamadığınız 1 şey var.

Ben yazılarımla çoğu kişiye, özellikle annelere ulaşıyorum.

Bu sayede gittiğim şehirlerde, kafelerde, sokakta avm'lerde sanal ortamdan tanıdığım annelerle biraraya geliyor ve kocccamaaaaaaaaaaan bir aile olarak çocuklarımızla birlikte vakit geçiriyoruz!

Ah ben Ayşe Arman olaydım, görürdüm ya sizi :) Beni reddederdiniz soyunuzdan sopunuzdan kesin :))))

Ben Kenan Erçetingöz ile birlikte profesyonel olarak editörlük yaptım, köşe yazıları yazdım, röportajlar ve reklam yazıları ile tüm Türkiye'ye ulaştım da kimse eleştirmedi de şu küçücük bloğumda yazdıklarım mı rahatsız etti?

Ne yazmışım? Hamile kalmışım, doğurmuşum, emzirememişim, azmetmişim emzirmişim, bir çok kişiye süt anne olmuşum, bir çok anne sütü alamayan bebeğin annesinin moral kaynağı olmuşum ve bunları yaşarken, yazarken neler işitmişim paylaşmışım...

Çok mu rahatsız edici??

18 aya kadar 40 günlükten itibaren naz, kapris ve iftiralarla bir toka parçası bile almayıp, görmedikleri kızıma Haso'yla beraber canımızla dişimizle aslan gibi baktığımız mı?

18 aydan sonra kendimize vakit ayırabilmek adına parayla kızımıza uyurken göz kulak olacak ve benim işlerimi hafifletecek bir 'kalp' bulmamız mı? (nino)

ve 3 yaşına gelmekte olan kuzumuzun kaka saatini bile bilebilecek bilinç ve duyarlılıkla büyütmemiz mi??

Antibiyotik, çikolata ve hazır gıdaya karşı olmamız mı?

Rahatsız edici?

Eminim kızımızı büyütme tarzımız herkese (eleştiren) ve başta anlamayan herkese örnek ama olsun siz eleştirin...

Eleştiri, beğeniden yola çıkarmış :)

9.9.12

Yunanistanbul :) 1 Paros Hikayesi :)

Sanırım yarı yunanlıyım!

Seviyorum, bayılıyorum kahkaha atan halkına, kafa rahat siesta'larına, denizine ve yemeklerine!

Bu bayram gezmedik, gitmedik, bilmedik bi ada istedim gitmek için!

Simsim'i de almayacağımızdan risk alabilirdim (ulaşım, konaklama vs :)

Tabi bu riskleri düşünürken 'Haso'nun konforu da eksik olmamalıydı' stresi sardı beni!

O yüzden geniş kapsamlı bi araştırma yaptım!

Önce gemiyle Yunan Adaları'na mı gitsek dedik;

Zamanımız kısıtlıydı 4 gün içine 7 ada sığdıramazdık!

Bi de ben İstanbul ve İzmir çıkışlı tüm Yunan Adaları'nı gördüğüm için gittiğimiz yerlerde Haso'ya hava atıcaktım, adil olmazdı! :)

Bu yüzden başladım araştırmaya;

Hangi adalar varmış, denizi, yemeği, eğlencesi nasılmış :)

Bir gazetecinin yazısında Paros'a denk geldim. Türkler bilmezmiş, Yunan ve İtalyanlar tercih edermiş daha çok!

Hoşuma gitti nedense...

Bayramda Türklerin 'yavrum oraya koşma, dur atlama, hop zıplama, şimdi uyku saati, uyu dediiiim, babası al şunuuuu, yesene oğlum' sözleriyle tatil yapmak istemedim!

Akışına bırakmayı seviyorum!

Çocuğu da tatili de!

Sonra Paros'la ilgili yabancı kaynakları okudum ve giden Türk vardır mutlaka dedim;

veeee Lulu's'u buldum!

Onun yazısını okur okumaz, resimleri görür görmez işte bu dedim!

Siz de okuyun ve siz de gidin derim!

İki türke denk geldik!
Birisi annesi İzmirli, babası Yunan bir kız ama ağırlıklı olarak Yunan :) Türkiye'ye hiç göndermemiş babası... Biz aramızda konuşurken aaaa siz Türk diye atladı maillerimizi aldık nasıl anlaşıcaz bilemiyorum :)

Diğeri de Atv kiraladığımız yerde çalışan Diyarbakır'lı Davut pardon David :) Biz şaşko şaşko bakınırken elimizden tuttu bize en iyi ATV'yi buldu ve resmen tatilimizi planladı sağolsun :)

Hayatımızın en ucuz tatilini yaptık!
Tüm bölgelerde bir sürü otel baktım. Haso konforlu bişeyler isteyince işler arpa sardı! Çünkü lüks ve yeni bulmak çok zor.
Başım döndü, fenalık geçirdim günlerce!
ve iki gün önce Atina'dan bineceğimiz feribotun indirdiği yere yakın herhangi ucuz oteli seçtim delirip!
En azından bu paraya? diye hayrete düşerdik diye düşündüm ve öyle de oldu!
Kaldığımız otel gecelik/2 kişi 17 Euro'ydu! Şok şok şok! Tertemiz ve küçük detaylarla çok sevimli! Balkonundan denize açılan bir kapıyla çıkıveriyosunuz! Plaj hemen yanında! Stella'nın oteli! Öyle sıcak ki! Kendisi işletiyor. İki de kızı var. Bir de yardımcısı makedonya'lı hemşerim Dragi (yarı türkçe dünya meseleleri çözdük, ben uyuyunca Haso'yla içkilerini paylaştılar)

ATV'yle 1 günde tüm adayı gezdik!
Haso pek taraftar değildi Atv'ye! Ya klimalı bi araba ya da motor istedi!
Ama lulu's ATV'yle gezmiş bayıla bayıla anlatmış! ATV'yle ge-zi-le-cek! dedim mi dedim?!? Başıma ne mi geldi? Verdi Haso ATV'yi bana tüm adayı ben sürdüm!!
Başta çok zevkliydi, her koyda denize girdik, çıktık yola devam ettik sonra dedim ki omuzlarım da yansın falan filan derken bağrımı bağrımı yakmışım güneşe doğru giderken! Döndüğümüzden beri ciğer gibi bi bağrım var! :))

Tavsiyeyi kime ederim;
Benim gibi meraklılara, denizi sevenlere, tıka basa balık, ahtapot, midye ve ouza'ya iki kişi 25 Euro verebileceğine inananlara, en pahalısı en iyisidir demeyene, kısacası biraz macera arayan ve gezmeyi sevenlere!

Rüzgarına dikkat! Hiç terlemedik! Gün boyuna rüzgarlıydı, geceler soğuk.

ve teşekkürler:
Lulu's iyi ki meraklıyım, iyi ki yazısını bulmuşum ve seni tanımışım!

Takipteyim! :)



29.8.12

Ampule Karşı Florhasan! :)

Bilgisayar başından ülkeyi kurtayamayacağınız NET!

Kurtarabileceğiniz bir siyasi parti lideri de oturduğunuz yerden hazır bulamayacağınız NET!

Hani öyle arkadaşlar arasında içki masalarında atıp tutmakla da olmaz!

Ama kafanıza yatan bir oluşumun içine dahil olup çalışmaları hızlandırmak elinizde!

Ülke ve oylar iki tane beyinsiz parti arasında dönüp durmakta!

Birisi Müslümanlığı birisi Atatürkçülüğü tek eline almış, sahiplenmiş!

Eğer birinden birine dahil değilseniz ya Atatürkçü değilsiniz ya da Müslüman değilsiniz!

İşte herhangi bir kesim, görüş ve inanç ile kendini sınırlandırmayan;

Terörü oturdugu yerden lanetleyerek bitirmenin mümkün olmadığının bilincinde olan;

Küfürlü, argo ve hakaret içeren sözlerle insanları kovalamayan;

Seviye, disiplin ve vatan sevgisi ile 'başı dik devlet, onurlu millet' sloganıyla yola çıkan emekli tümgeneral Osman Pamukoğlu'nun partisi Hepar'ı takip ediyoruz uzun süredir.

Genel Başkan'ın gündemdeki olaylara yorumlarını, duyarlılığını ve sinirlendiğinde eli maşalı mı yoksa paşalar gibi mi oluyor izliyoruz!

ve en başta bahsettiğim 'Ülkeyi kurtaramayacağı net' tüm hareketleri bizzat yapan pek sevgili eşim Haso sonunda Bakırköy ilçe başkanlığı ile ilk adımını attı!

Yani artık 'ampule karşı florHasan' bunu yazdığımı gördüğü andaki tepkiyi merak ediyorum :)))))

Eğer siz de;

Yılmaz Özdil ve Banu Avar'ın yazılarını gülümseyerek takip ediyorsanız.

Her şehit haberiyle damarlarınızdaki kan yerinde durmuyorsa,

M. Kemal Atatürk'ün fotoğraflarına baktığınızda yeri dolmayan yürekli bir adam görüyorsanız,

Siz de bizimle bir asker liderin peşinden adım adım bizimle bu yola çıkın!

******

Facebook grubu:
http://www.facebook.com/#!/groups/265117853606327/

ve Haso'nun ilk yazısı;
Değerli Dostlarım;

Çok uzun zamandır, sizlere sosyal medya da sürekli siyasi konular ile ilgili fikirlerimi düşüncelerimi, bir şeylerin yolunda gitmediğini kimi zaman ağır sözcükler ile dile getirdim…
Ve kısa bir süre önce, artık bu şekilde sadece boşa kürek çektiğimi düşünerek, aktif siyasetin içinde rol almaya karar verdim. Bana göre bu ülkede yaşayan herkes, üstüne düşen vazifeyi atılmaktan çekinmemelidir.
Ülke çok uzun zamandır iyi yönetilemiyor, özellikle şu an iktidarda olan parti, Türk insanını çok iyi analiz etmesinden ve arkasındaki büyük! güçlerin desteği ile, sadece vatandaşın gözünü boyamaya yönelik hareketleri ( sağlık yatırımları, ulaşım yatırımları, vb.) kullanarak, arka planda ise; rant, yapılan gizli anlaşmalar ile ülkenin geleceğinin ipotek altına alınması, bütün devlet kurumlarının özelleştirilmesi, Türk Milletini diğer milletlerden ayıran, dil ve ırk birliği, beraber yaşam birlikteliğini bozacak ayırımcılık yapılmasına se...

bep olacak kararlar ve kanunlar ile çok uzun yıllar içinde telafisi mümkün olmayacak kalıcı hasarlar vermekten kaçınmamaktadır. Yolsuzluk, rüşvet, adam kayırmacılık, adalet kavramının anlamını yitirmesi, sınav skandalları ve bunun gibi yüzlerce kötü kavram ülkede kol gezmekte, din istismarcılığı ise Cumhuriyet Tarihinde görülmemiş seviyeye ulaşmıştır..
İnsanlarımız çaresizlik içinde; “iktidar partisinden başka kime oy verelim, kim var oy verecek” diyerek, aslında Türk insanın siyasete bakış açısına ışık tutacak, hepimizin aklına mıh gibi çakılmasına sebep olacak sözler söylemekte.. Artık bu sözü tarihin tozlu rafları arasına bir daha hiç çıkmamak üzere yerleştirmek zamanı gelmiştir. Bu ülkenin ihtiyacı olan tek şey dürüst, vatanını seven, ahlaklı yöneticilerdir. Bu sebep ile HAK VE EŞİTLİK PARTİSİ, SAYIN OSMAN PAMUKOĞLU’NUN LİDERLİĞİNDE, HEPAR Bakırköy İlçe Başkanı olarak sizleri partimize, daha doğrusu Ülkemize hizmet etmeye çağırıyorum.
Lütfen bu çağrıya kulak verin, Ülkemizin ihtiyacı olan tek şey iyi yönetilmek, bunu başaracak gücümüz var, yeter ki bize destek olun. Yeter ki sandık başına gitmeden önce kafanızda ki bütün her şeyi bir kenara bırakıp; “Bugün; Ülkem, kendim ve çocuklarım için, hayırlı ve güzel bir iş yapmaya gidiyorum, bu ülkede huzur içinde yaşamak, insanca yaşamak için, HAK VE EŞİTLİK PARTİSİ, OSMAN PAMUKOĞLU’NA oy vermeye gidiyorum” diyebilin…sizden tek istediğimiz; bugüne kadar sandık başında şans verdiğiniz bütün siyasi partilere verdiğiniz şansı, pişman olmayacağınızdan emin olarak; HAK VE EŞİTLİK PARTİSİNE de vermeniz.

14.7.12

Simre Kampta! :)

Simsim'le ikimiz tek başımıza uçağa binicektik! Nasıl heyecan + nasıl bi korku :)

Babadan ayrılmak zor oldu! Sanırım en çok benim için...

Anca beraber kanca beraberciyim ben!

Bir yere gidilecekse birlikte! Heryere birlikte!

Uzuuuun bi tatil olacağından Haso eşlik edemedi...

Zaten mümkün değil oranın şartlarına Haso uyum sağlayamazdı :)

Erken gittik ki 1 şeyler yer içeriz diye... A aaa olur mu hiç?

Önce bileti sonra kimliğimi kaybettim!

Polisler arasında kucağımda çocuk mekik dokudum!

Gittim bileti tekrar çıkarttırdım ama kimlik yok!

Hadi bi şekilde uçağa biniyim de dönüşte n'apcaz?

Simre kucak ister, Simre kucaktan inmek ister.

Allah'ım ne stres!!!

Sonuçta uçağa bindim ama perişan!

Gittik mi gittik! :)

Simsim tam bir kamp kızıydı!

Benim düştüğüm yollarda düşmedi bile...

Patika yollarda keçi gibi yürümeyi öğrendi...

Anneannesi ve öpücük teyzesi Cristin'le birlikte zorlu şartlara şahane uyum sağladı!

Denizden çıkmak istemedi, orman içinde deliler gibi koştu :)

Kozalak topladı, keçi boynuzunu ağacından koparıp yedi!

Sıcağa, böceğe, taşa, toprağa hiç isyan etmedi İstanbul'a döndüğümüzde ettiği kadar! :))

15.6.12

Büyükbabam!!!

Tatile bayılırım!

Haso bana 'cimri' der!

Halbuki cimrilik değil benimki keşfedilmemişleri keşfetmek, değeri biçilmemişlerin değerini bilmek!

Haziran'ı ortalar ortalamaz yine böyle bir tatil planladım!

Rota; 'İncekum Ömer Özen Orman Kampı'

15 günlük tatilimize Haso'suz gittik. Zaman ve mekan olarak uyduramadık babayı kendimize :)

Burası bebekliğimden beri her yaz en az  20 günümüzü geçirdiğimiz yer!

Bazı saçmasapan şeylere bayılırım ben!

Mesela orda kamp yemeği çıkardı; içinde pek et olmayan bol sulu :)

Bi biber dolması vardı ne zeytinyağlı ne etli sırf lapa pirinç :) Onu yoğurtla öyle bi güzel yerdim ki en şahane etli dolmaya değişmezdim; hala da öyle! :)

Büyükbabam Orman  Mühendisi'ydi. Burası da Orman Bakanlığı'na bağlı bir kamp.

Mühendis ve bakanlıktaki üst düzey yöneticiler ile onların çocukları dışında dışardan giriş kesinlikle yasaktı.

Mevkisi ne olursa olsun herkes çadırlarda kalırdı!

Tuvalet ortaktı :)

Bir ufak televizyon vardı çay bahçesinde; onda da dedeler haberleri izlerdi hep :)

Mesela Ali Kırca eşi ve çocuklarıyla bizim yan çadırımızda kalırdı! Kayınpederi Orman Mühendisi'ydi...

Sonra oteller çoğaldı, gençler azaldı, çocuklar sıkıldı, dedeler birer birer uyumaya gittiler!!

İşte o zaman; çok seçici de olunmadı, uzak yakın tanıdığı olan herkes girebildi herkes tadına vardı buranın...

Benim büyükbabam çok yaratıcı adamdı!

Çok zeki, çok akıllı! 7 Dil bilirdi!

Dünyada gezmediği ülke yoktu!

O ufak tefek boyuna rağmen karizmatikti de!

Ben ona aşıktım, o da bana! Fotoğraf 1947 senesinde yine bi kamptan...

20 sene evvel bir dut ağacının bir dalından siyah dut, bir dalından beyaz dut yerdik biz!

Öyle aşılardı!  Yalova'daki bahçemizde tasarım yapardı resmen :)

İşte buraya da bizi büyükbabam götürdü...

Çok ülke, çok şehir, çok koy gezdik ama böyle deniz görmedik biz!

Çam ağaçları arasında başınıza kozalak düşerken, ayağınıza çam yapraklarının battığı yollarda yürümek marifettir!

Ağustos böceklerinin sesi her an her saniye kulağınızın dibindeymiş gibi gelir...

Deniz için bir cadde geçip Bakanlığa ait alana girer ağaçların arasından denize koşardık!

Şimdi ise geçiş yasak!!! (AKP iktidarı ıssız koyu 'alternatif' otele kiralamayı uygun görmüş olsa gerek)

Emek verenlerin kemikleri sızlarken bizse anılarımızı canlandırmak için;

ve Simsim benim oynadığım yerlerde oynasın, düşsün, denize girip çıkınca gözleri yandığında ağlayıp o tuzun tadını alsın diye kampımıza gittik!



28.5.12

Emziren anneler, Instagram anneleri!

Çınar'ın annesi Bilge'yle arkadaşlığımız gecce.com'dan gelmekte!

Evlendikten sonra ayrı çocuktan sonra apayrı diyaloglarımız başladı bizim!

Birlikte geliştiriyoruz anneliğimizi, çocuklarımızı ve çevremizi...

Emziren anneler grubu var. İnternet meraklısı her anne bilir diyebilirim...

İşte o mailleri okurken, Leileo Zeynep'in emzirme kıyafetleri defilesi için yaptığı duyuruyla başlayan emziren anneler macerama babamın rahatsızlığı döneminde ara vermek zorunda kaldım.

Sonrasında Gelik ve Melis'in tatlı annesi Yazgül'ün düzenlediği oyun grubu buluşmasında tekrar buluştuk anneler olarak...

ve bir gün Instagram çılgınlığı konuşulmaya başlandı.

Yok dedim zaten facebook, blog, internet üzerinden yürüttüğüm işlerim beni vakitsiz bırakmakta bi de ona hiç girmiyim...

İnat ettim girmedim sonra bir hesap açtım öylesine bakındım...

Çocukluk, gençlik, evlendikten sonra eşlerimizle evlerimizden çıkmadığımız arkadaşımın zoruyla iyice girdim içine...

Hoşuma gitti, sevdim, yine anneler var orda kimi emziren annelerden ortak, kimi komşu çıktı, kimi akraba, kimiyse çok uzak ama çok yakın, kimiyse çok yakın ama çok uzak :)

Neredeyse her Perşembe ortak bir noktada buluşma oluyor, katılıp çoluk çocuk konuşuyoruz her zamanki gibi...

Bazı günler de evine davet eden, gelmek isteyen, AVM'de karşılaştığımız IG arkadaşlarımız oluyor :)

Orjinal arkadaşlarımızdan daha çok buluşabiliyoruz...

Spor Benim Yaşam Felsefem!

Bu başlığı atarken çok güldüm :)

Beni tanıyanlar da 'nasıl ya' demişlerdir kesin :)))

Komik bi başlık oldu benim gibi beden derslerinden bile 'Oram ağrıyo, buram ağrıyo' diyerek kaçan biri için :)

Yahu ben minyon bir tip(t)im :)

Ufak tefek boyum ve 46 kilomla yaşadım uzun yıllar...

Sonra bi dönem evlilik, değişen yeme düzeni, tanışılan harika Malatya yemekleri derken 62 kiloda buldum kendimi!!??

Eşim de ben de hava basmış gibi olduk bi ara :)

O sıra çekilmiş fotoğrafım yok, bildiğin gıcık oluyorum tombalak yüzüme ki ben 51 kilo oldum mu 'ah ben napıcam şimdi' diye kafayı yerlere vuran bi tiptim!

Eşimin dediğine göre 'öyle de güzelim, böyle de güzelim'

Sonra başladım saçımı bi bakır, bi siyah, bi röfleli, bi kısa, bi uzun, bi küt filan yapmaya!?!

Eşim hala 'öyle de güzelsin, böyle de güzelsin' demekte?!?

Baktım bu işte bi gariplik var :)

Hem Haso hem ben girdik bi rejime, gidiyoz kıyamete durumları başladı!

Aç kaldık, bayıldık, öldük bittik ama şahane kilo verdik!

Sonra başladı itiraflar; yaa ilk tanıştığımız gibi oldun ne çok kilo almıştın!?! falan filan :)

Baktım hazır kilo verdim, bebek de istiyoruz, tam zamanı dedim ve harika doktorum Altuğ Semiz'in de katı kurallarıyla sadece 8,5 kilo alarak doğuma gittim!

ve doğumdan 2 ay sonra 10 kilo verdim, şahane bi anne oldum.

Bayıldım kendime!

Evet uykusuzdum, 24 saat hareket halindeydim ve genelde açtım ama mutluydum :)

Sonra bi rahatlık geldi 18. aydan itibaren. Evimize Nino doğdu :) Hamur işi şahane lezzetleri, mantılar, popomu kaldırmamalar başlayınca aldım mı ben gene 10 kilo!?!

Tabi anca beraber kanca beraber Haso'm da aldı bi sürü kilo :)

Verdik kafa kafaya ve başladık spora! 1 sene yazıldık! Hadi hayırlısı!! :)

26.5.12

Bensiz Nişantaşı!?! :)

Canım arkadaşım Berrak'ın doğum günü vardı dün akşam. Hristo'da balıklı rakılı bi organizasyona katıldık.

Herşey şahaneydi de ondan şahanesi Simsim'i anneme fena sattım :) Daha doğrusu o gönüllü alıcı çıktı zaten :)

İlk kez bensiz Nişantaşı ayaklanması çıkardılar..

City's'in alt katı Simsim'i görünce 'yine geldi, kaçsak mı, kapatsak mı' şeklindeki klasik bakışlarını mı atsınlar 'ay çok tatlı, hoşgeldin' diye misafirperverlik mi yapsınlar şaşırıyolar :)

Yine oraya gitmişler ve yine ortalığı birbirine katmış bizimki :)

Şöyle uzaktan bakınca çok tatlı, sosyal ve zeki bi kızım var ama yaklaştıkça ve vakit geçtikçe kuduran, kudurdukça canavara dönüşen AVM'lerde tavşan gibi zıplayarak dolaşan bi kız alıyor yerini! :)

Anneannesiyle başbaşa gezmelerinden kalanlar;

Anneannesinin arkadaş teyzelerinin kıyafetleri özenle renk renk çizilerek simsim tasarımına sahip olmuş,

O kadar gezmişler, yürümüşler ki kırmızı kadife botunun önünde delik açılmış :)

Kokoş giden Simsim herzamanki gibi darmadağın dönmüş

ve en önemlisi minik göbişi şişmiş de gelmiş :)))

24.5.12

Mesafe Koymuş Başbakan!?!

Kimi kapamış kendini bana, mesafe koymuş haberim yok! Kimi kapılarını açmış, kimi içini, kimi kollarını...

Daha önce de burda belirttiğim gibi kedi alerjisi olan kızım yüzünden yanında olamadığıma üzüldüğüm ama yanında olmamı pek de önemsemediğimi öğrendiğimde de sevindiğim yani üzülmeme gerek olmadığını anladığım başbakan...

Nasıl mı öğrendim; hani dedim ya InstaGram'a girdim diye...

Hiç çıkamadığını sandığım, çıkamadığı için de evine 'kedi'den gidemediğimden görüşmek için bir çare bulamadığım, çağır ortak bi yerde buluşalım diye defalarca söylediğim 'başbakan' arkadaşımın çok başka yerlere çok çok gittiğini, çok çok gezdiğini ve 9 aydır çağırır belki diye beklememin boşuna olduğunu IG sayesinde anlamış bulunmaktıyım!

Boş zamanımda yani 'çocuksuz' zamanımda severek koştuğum, yardımına gittiğim, belki iyi günleriyle kötü günlerim çakışmıştır yanında olamadığım ama haberim olan her kötü gününde yanında olduğum arkadaşım 'mesafe koymuş'! Üzüldüm, içerledim bu lafa!?!

Ben tek başıma bir çocuk büyüttüm, ne annem kaldı yanımda ne yardımcı bir kadın!

Yine de dimdik ayakta kaldım, arkadaş değerlerime sahip çıktım ve kimseyi görmezden gelmedim!

Zaten onunla ilk değil kavgamız, küslüğümüz. Ben hamileyken de çok yalnız, aç ve hatrı sorulmadan kalmıştım ve ona çooook yazmıştım sitemlerimi buralardan...

O gün demiştim ki; gerçekten yanımda olanlar için varım!
http://www.meraklianne.net/2009/12/gercekten-yanmda-olanlar-icin-varm.html

Sonra hiç 1 şey olmamış gibi gelir bi telefon, kalbim çok yumuşaktır bazı seçilmiş kişilere karşı; bi tebessümle hemen koyarım başımın üstüne ama artık laçka oluyor kalp, defalarca açılan kapılar ve ilişkiler...

Haso bile alınmış, sanki kedi bizde sanki alerji sizde!

Teyzesiyim getir derim, getirmez...

Evimize giriş yapılmaz hani yapılsa da bi sebep vardır ya kalabalık bir futbol organizasyonu ya kalabalık bir kahvaltı organizasyonu toplamda 2 ya da 3!

Ben ki 40'ım çıkmadan kapı aşındırmışım.

Her neyse benim içimden gelen gitmekti, gittim ta ki Simsim 3 kez kedi alerjisinden 1er hafta öksürük komalarına girene kadar!

Onun içinden gelense bu...

İçimden geçenler de bunlar, bu kadar...

Blogum okunma kaygısı olmayan bi blog, herşeyi herkesi açık seçik yazıyorum!

Ailemden tutun da arkadaşlarıma kadar iyiliklerinden kötülüklerine vakit buldukça...

İyileri yazdım mı teşekkür telefonu gelir de, alındıklarımı yazınca ses çıkmaz pek!

Ama içi dışı 1 blog işte!

18.5.12

Annaaanen almadı Simsim ben aldım ya!!!


Biz öyle çok kalabalık bi aile değiliz.

Dolayısıyla da Simsim'e bunu kim aldı dediğinizde söyleyeceği 4-5 isim var...

Ama ne var ki, kim ne almış olursa olsun 'kim almış' dediğinizde özellikle ayakkabı için tek bir yanıt var; 'annaaaaaaaanemm' :)

Her seferinde kızıyorum bunu şu aldı, şunu ben aldım, bunu baba aldı... Bu kez de kızdığımı anlayınca gülerek 'annaaaaaaaaaaaneeeeeeeeee' diye bağrıyo :)

1 yaşındayken ilk adım ortopedik ayakkabı alma sıralarında anneanne işi biraz abartıp 10 tane ayakkabı almıştı da ordan aklında kaldı heralde :)

Artık kimse ayakkabı almıyo Simsim'e çünkü alsa da 'annane' aldı olarak akılda kaldığından hediye alan biraz bozuluyo :)

Mesela oyuncaklar, habire oyuncak toplayıp getiren arkadaşım Sinem'den.. Ben bile almış olsam; Siiiiiiiiiiiiiii aldı diyo :)

Kitaplar, teyzeden... Kitapçı bi teyzesi var, her geldiğinde D&R poşetiyle hatırlanıyo :)

Bu arada poşeti de hızlı bir kavrama hareketiyle eniştem alıp Simsim'e uzattığında ablamla aralarında bi minik münakaşa başlıyo her seferinde :)

En şık kıyafetler de babadan; döne döne 'babamm babammmmmmmmmmm' diyo :) Elbiseyi gösteriyo, poz veriyo :)

Yani ayakkabı, oyuncak, kitap ve elbise alırsanız bilinki 'kim aldı' dendiğinde değişmez cevapları var!

Başka bi kategoride deneyin şansınızı :)))))

Ha ayrıca şunu belirtmeliyim ki; bu kızın günaşırı kendisine bişeyler alan bi annesi var ama 'annem aldı' demiyo gıcık! 'annaaaanemmm aldııııı' diyio duruyo aldığım son moda şık sandaletlere yine!!!

11.5.12

Simsim 2 Yaşında!ydı geçen ay :)))

Bloğun kapısından içeri giremediğim arada Simsim'e harika bi doğum günü yaptık!

Tabi isterdim ki o anki heyecanla yazayım ama olmadı :)

3 Ayrı doğum günü oldu Simsim'in!

Birincisi annesi ve babasıyla başbaşa romantık bir yemekle kutladığı,

İkincisi SimsimLover komşularımızla düzenlediğimiz ev partisi,

ve üçüncüsü hem de en bombası; Hello Kitty Simsim Partisi :)

Komşularımızla bizim evde toplandık!

Simsim'in kokusunu kavanoza isteyen, görmeden yapamayan, görünce sıkmadan duramayan ve ona çeşit çeşit mamalar gönderen 7'den 70'e tatlı komşularımız :)

Simsim 2 yaşında artık daha bilinçli, onu seveni gözleri arıyor... Böyle özel bir günde de sevdiklerinin hepsini arka arkaya görsün ki günün önemini kavrasın dedik...

ve en başından beri bu zorlu yolda yanımızda olan herkesle bir arada olmak istedik!

Düzenlediğimiz iki partide de önemli mazereti olanlar dışında herkes yanımızdaydı! Seviyoruz sizi! Hepbirlikte içli dışlı yeni yaşlara inşallah :)

ve üçüncü partimiz tam bir partiydi!

Teyzesi ona Palyaço getirtti. Ayaklanmış çocuklu arkadaşlarımız azınlıkta olduğundan Simsim'e özel bir eğlence oldu :)

Göktürkte teyzenin evinin havuz başında yaptık!

Ne bi kafe ne de evi düşünmediğimiz öyle isabet olmuş ki!

Bayıldık, bayıldık, bayıldık!

Pastamızı da yukarda az önce bahsettiğim komşularımızdan Jeni abla yaptı :) Simsim'in lafı geçtiğinde dişleri kamaşan, her gittiği yerde Simsim'i hatırlatıcak bişeyler bulup anlatan teyzesi :)

Kedilere hasta kızım farelerle yetinemezdi, o yüzden temamız Hello Kitty'di :)

Amazon İngiltere'den Hello Kitty tabak, bardak, peçete, masa örtüsü ve Birthday Girl yaka iğnesi sipariş ettim, yetişti şahane oldu!
Hello Kitty'li cake pop yapmaya çalıştım, son gün gıda kalemi kayboldu pek benzemedi ama tadına bayıldılar (partiden sonra çıkarmak aklıma geldi)

Herşey harikaydı!

3 ayrı elbise değiştirdi arnavut gelinleri gibi :) Biri karşılama, biri party, biri pasta!?! Bunlar da annennesinin marifetiydi :)

ama doğum gününe damgayı vuran en önemli kare;

Bilge'nin aldığı ütü masasının üstünde gelen tüm hediyeleri açıp, kıyafet olanları onun üzerinde tek tek ütülemesi oldu!!!


Dıt Dıt Dııııttt Geldim Ben :)

Kendimi merak ettim!

Meraklıyım ya :)

Nerdeyim ben? Napıyorum, Ne yapmışım yazmayınca hatırlamıyorum valla unutmuşum...

Şu bloğu yapmasaymışım, hamile miydim, bu çocuğu ben mi doğurdum, kolay mı büyüttüm, kim iyi, kim kötü hiç 1 şey hatırlamıycakmışım!

Balık hafıza mı desem, erken yaşta bunamamı desem ne desem bilmiyorum ama unutkanlığımdan nefret ediyorum unuttuğumu unutmadığım zamanlar :)))

Yok yok yazı yazmayı unutmadım sadece teknolojik travmatik durumlar yaşadık telefon ve bilgisayarlarla!

Ayy Fon Geçmişimi Temizle :)

Mars'tan mı Jüpiter'den mi neden bilmem elektronikler benden uzaklaşır vaziyette!

Bilgisayarlardan sonra emektar Ay Fon'um da terketti beni...

1 gün kapandı ve açılmadı...

Zaten uzun zamadır titreşimi de bozulmuştu.

Artık yavaş yavaş saçı, dişi dökülen nineleri andırmaya başlamıştı bana ama böyle aniden gitmesi beni yıktı!

Yıktı çünkü içindeki binlerce fotoğraf, video, en son kaydettiğim bazı telefon numaraları ve ajandaya kaydettiğim önemli 1 şeyler gittiiiiiiiiiiii!

Tamire gönderdik, içindekilerin silinmeden yapılmasını rica ettik ama diyorum ya ninenin sonradan çalıştığına şükretmek lazım :)

Haso bi anda yıkıldı, fotoğraflar gidince...

E tabi biz fotoları bilgisayara atmıştık, bilgisayara da virüs girince şahane olduk :))

Önemsememiş numarası yaptım; Haso yıkılma işini daha uzatmasın diye...

ama bi yutkundum ki 'amaan boşver, fotoğrafa ne gerek var, seninkinde var bi sürü, sanki ne var abartma' derken :)))

aman dikkat i phone ve pc'leriniz ortak çalışıp 'geçmişimi temizle' tuşuna basmasınlar sizin de :)

24.4.12

Anneye parmak sallanır mı ki!?!

Bloğa ara verdim, verdirildim, teknoloji beni yedi, şimdi ben onu yicem! Hammmm :)

Sebep şu!

Evde iki bilgisayar var. İkisi de Kaput!

Biri; hem de en çok kullandığım netbook'um açılmaz oldu!

Doktora gitti.

Kötü haber geldi, içine giren virüsler harddiskini yemiş!

Tedavisi yeni 1 harddisk ama bu mini bilgisayarın kendisi zaten 1 harddisk parası!

İçindeki herşey gittikten sonra napayım ben seni sevgili Asus'um!

Asus EEE Pc'ydi benimki. Ufak tefek, ucuz ve işgören bişey...

Simsim doğduğundan beri yattığım yerde kolumun altında tıkır tıkır yazabildiğim,

Tek elle küçük bi defter tutar gibi ordan oraya taşıdığım,

Oyun oynamadığım ve ağır programları çalıştırmadığım minyon PC'm rahmetli oldu :(

Gelelim İkincisine!

O ise bildiğiniz kocamaaan bir laptop,

Photoshop, nakış programı PE Design kullanmalık,

İnternete girmiyorum onunla; yani pek sosyal değil :)

İki ağır ve bizce çok önemli programı onda kullandığımdan virüslerle tanışmasın diye...

Ama gelin görün ki; minyon netbook'um rahmetli olunca koca eşşeği çıkardım meydana!

Çıkarmaz olaydım!

Simsim diğer bilgisayarı elinde ters çevirme özgürlüğüne bile sahipken bunu görünce delirdi!

Tek tek tuşlarını koparmaya başladı!
İki dakikalık işimi halledip çıkmaya çalıştığım her an bi tuş gitti!

Şimdi o bilgisayardan yazıyorum ama tuşlardan 10 tanesi tuş değil parmaklarım tuş!!

Ben de mümkün olduğu kadar az ortalıklara çıkarıyorum çünkü babadan azar işitiyoruz...

'Simre bak baban akşam gelince kızıcak yapma' diye parmak sallıyorum

O da ben yazı yazarken 'anne yapmaa, baba hııııı' diyip bana parmak sallıyo!

Anlamadım kime layık o parmaklar kime sallıycaz bilemedim! :))

27.2.12

Yumurta mı Tavuktan mı Tavuk mu ondandı?! :)

Yok ben emzirmeyi bırakamicam! :)

1 ara denedim. Sonra düşündüm 'neden kendi rahatım için memeden ayırayım ki Simsim'i'

3 Bebekli Cavidan ablama danıştım ve bencilliğime 1 son verdim. Onu emzirebilmek için nasıl bir çaba sarfettiğimi hatırladım! Ağladığım günlere geri döndüm ve kesin karar verdim. Emsin, gitsin emmediği yere kadar :)

Anneannecim lütfen vazgeç artık 'kes, kurtul, yeter kızım' demekten...

Emzirirken gören herkes 'hala emziriyor musun cık cık cık' demekten vazgeçin!

'Ama faydası yok, boşuna, yemek yemez, zayıf zaten' demeyin!

Çünkü hala çok faydası var.

Gruplarına abone olduğum annelerden elime geçen bir bilgide 2,5 yaşında çocuğu olan bir annenin 6 cc'lik sütündeki milyonlarca hücreden ve faydadan bahsediliyordu.

Yani iki buçuk sene sonra bile sütün miktarı azalsa da faydasının hala göklerde olduğu kanıtlanmıştı artık!

Hani bazen utanıyorum; yanımda 2 aylık bebeğini emziren arkadaşımın önlüğünün altından çıkan bebekten sonra benim koca eşşeğimi saklamam zor ve gülünç oluyor :)

Devamlı emzirmiyorum, bazen diş çıkarırken, bazen psikolojik olarak ihtiyaç duyduğunda ve öğle uykusu koması geldiğinde...

Ha ayrıca belirteyim 'YEMEK YEMESİNE ENGEL DEĞİL'

Öyle düşünenler sakın 'su' da vermeyin çocuğunuza mazallah yemek filan yiyemez :)

Simsim'in düzenli bir menüsü var, her gün onu yiyor. İçinde çikolata, hamur işi yoğunluklu olmadığından da gereksiz yere 'şişiremiyorum' :) Et, meyve ve tatlı olarak da kuru meyve ağırlıklı beslenmekteyiz. Köftemiz bile 30 gr protein içersin diye ekmekle şişmiyor yumurta ve baharatlarla süsleniyor..

Eğer bu benim başarısızlığımsa siz Simsim'in elinden 1 şeyi almayı başarın da görelim diyoruz babasının lafıyla :)

Çok çok çok hareketli ve güçlü bizim sıpamız :)

Oyun ablaları bize Simsim'i teslim ederken saçları başları dağılmış ve 'uhh 1 dk bile durmuyor, maşallah çok hareketli' diyorlar.

Belki hareketli olduğundan çok kilolu değil belki de çok kilolu olmadığından hareketli :) Bilemedim tam! Yumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan gibi bişey oldu bu!?!

22.2.12

3 Mekan 3 Kilo :)

Rejime girdim! Yemek organizasyonları iptal!

Kendimi yazarak tatmin edicem!

Dünyayı yemek istiyorum! :)

İşte 3 Kg garantili vazgeçemediğimiz 3 mekan!

ESKİ EV - Yeşilköy
Biz burayı tesafüfen keşfettik.
Balıkçı. Ufak ve samimi.
Sahipleri işin başında.
Gerekirse servisi onlar yapıyor.
Sohbet ediyorlar.
Sizi bağımlı yapıyorlar.
Çocuk için alanı yok. Eğer mekan boşsa garsonlar 'balık' çizebiliyor :) ama yan taraftaki restoranda duran bi abi var çocuklarla ilgilenen 'ufak bir bahşiş' karşılığında çocuğunuzu o restorana ve o abiye emanet edebilirsiniz.
Ara sıcaklar harika! Balık Mücver, Köftesi, Böreği kesinlikle tadılmalı.
Balık olarak da Fener Fajita! Bu ismi ben uydurdum :) Fajita hastası olan ben balığın fajitasını burda yedim! Onlara da söyledim, belki değiştirirler ismini :) Balıklar şerit şerit kesilmiş, soğan, çeşitli biberler ve mantar sotelenerek güveçte servis ediliyor!


Ali Haydar Usta - Bakırköy
Biz burayı güzel bir kebapçı ararken Bahçelievler'deki şubesiyle keşfettik.
Meğer sahibi Malatya'lıymış. Haso ayrı bi sevdi! :)
Künefesi harika.
Tavuk şiş, tavuk şiş değil 'lokum şiş'! Kesinlikle bir deneyin ne dediğimi anlayacak ve çok şaşırıcaksınız tavuğu öyle yumuşacık ve lezzetli görünce.
Kebap olarak da köz patlıcan üzerine minik minik kesilmiş etler ve tavukların üzerine eritilmiş kaşarlı 'ali haydar kebap'!
Çocuk için özel alanı yok. Biz Simsim'i bırakıp gidiyoruz :)

Şenol Kolcuoğlu Metrelik Kebap - Maltepe sahil sanırım :)
O sıradaki tüm kebapçılarda çocuğunuzu bırakıyosunuz oyun ablası ilgileniyor ve rahat rahat yemek yiyorsunuz.
Adana kebapçısı.
Çorba - Pilav yok. Kebabı hakkıyla yiyin diye!
Ama kebap ki ne kebap!
Et sevmeyen biri olarak her hafta gözümde o metrelik kebap tütüyorsa siz anlayın gerisini!
1 metre pide üstüne adana kebap üstüne de beyti, tavuk kanat, kaburga filan minik minik karışık sunuluyor! Asla bitiremiyorsunuz! Ağzım sulandı! :)

Hatır için vs diye değil gerçekten lezzetli oldukları için yazdım.

Yanlış anlaşılmasın.

Yoksa biz çooook mekana gidiyoruz ve etrafımızdaki alışveriş merkezleri içindeki midpoint, cookshop, bigchef'ler de dahil çooook mekanlar kankamız :) Hatır için yazsam içinden çıkamam :)

Sizi seviyorum, Yemek yemeyi de! :))))

17.2.12

46 to 64 :) 1 Şişkoluk masalı :)

Hamileydim, Doğurdum, Büyüttüm şimdi yiyorum eskisi gibi :)

Simsim büyüdü ya! Nereye koysan kaynaşır vaziyette :) Sosyal kelebeğim; abi, abla, bebek, büyük, küçük, balık, kedi herkesle iletişim peşinde; dolayısıyla da biz kendimizi lezzet avcılığına adamış durumdayız! :)

İyi mi kötü mü diye sorarsanız.

Yorumlarıyla size 3 mekan yazıcam. 3'ünü de denemenizi tavsiye edicem ve sizi kilolarınızla başbaşa bırakıcam :)

Biz Simsim'siz yemek organizasyonlarımızı arttırdığımızdan beri kilolar gram gram etimize budumuza parmaklarımıza kadar yapışır oldu!

Bugün itibariyle rejime başladık.

Yani en azından evde mutfak giriş - çıkışları azaltıldı.

Malzeme alımı durduruldu.

Dışarda yemek yemek yerine 'ne yapacağız'a henüz karar verilmemiş olsa da yemekten haz alma duygumuzu bastırmaya çalışmaya karar verdik!?!

Benim için 'az yemek' ya da 'yemek seçmek' çok zor.

Çünkü Simsim'e yemek yedirdikten sonra kalan artık yemekleri yerken buluyorum kendimi.

Ya da ben yemek yediğimde canı yemek yemek isteyen bir çocuğum var desem!?! :)
Dolayısıyla sürekli bi yemek yeme - yapma durumu söz konusu... Ben nasıl rejim yaparım ki! :(

Şöyle bi kilo hesabı yapıyorum, gayet açık seçik. Buyrun!

Hamile kaldığımda 58.5 kiloydum. İlk 3 ay sonunda 56 kiloya düştüm. 64 kiloyla doğurdum. Doğumun 40. gününde 53.5 kiloya düştüm!

Şu an mı? Hamileliğimin 6. ayındaki gibi bir göbeğe ve kiloya sahibim!?!
Ben 2005'ten beri sürekli kilo alan ve veren bi tip oldum.

O zamana kadar 46 -50 Kg arasında dolaşmaktaydım.

Ne olduysa Haso'nun Malatya yemekleriyle tanışmamla oldu :)

Bulgurun o çeşit çeşit halleri ve tereyağıyla tanışınca benim gözlerim ve midem bayram ederke karşımdakilerin gözleri bayram etmememeye başladı, göz zevklerini bozar oldum :))))

Yardım edin! Yine Şişko oluyorum!!!!!!!!!! :)

11.2.12

Gamze AKBAŞ!

Söz yok söyleyecek!

Gamze'nin kişisel bloğu:
http://atakan310309.wordpress.com/

ve ilik donörü nasıl olunur'la ilgili:
http://gamzeakbas.blogspot.com/

Allah minik kuzuna bağışlasın onu!

Allah hepimize 'SAĞLIK' versin herşeyden önce!

Şu günlerde gözümün önünde babamın sağlığını nasıl kaybettiğini izlerken yaşadığım moral kaybı ile benimle aynı yaştaki Gamze'nin minik yavrusuna ve eşine, eşinin ona yazdığı yazıları okumak ve şu an Okan Bayülgen'de onun sesini duymak 'SAĞLIK' kavramını ne kadar arka planda tuttuğumuzu ve ancak başımıza kötü bir şey geldiğinde dile getirdiğimizi hatırlattı.

Hep farkında olalım. Kaybetmeden 'SAĞLIĞIMIZIN' kıymetini bilelim.

Ne yönetilemeyen devletin, değişen düzenin, açığın, kapalının, dinlerin, ırkların, kötü bakan gözlerin, kötü konuşan dillerin, başarılamayan işlerin, kötü olmuş yemeklerin, küskünlüklerin, dedikoduların hiçbir şeyin ve hiçkimsenin önemi yok!

Allah sadece SAĞLIK versin. Sağlıklı olduktan sonra sevdiklerimle dağda da olsa bir yudum su bir yudum ekmekle yaşarım demeyi bilelim hırsları bir kenara bırakıp!

ve bencilliği de bir kenara bırakalım 'başımıza gelince' değil 'gelmeden' Gamze'ye ve onun gibi destek bekleyenlere bizzat yardım eli uzatarak işe başlayalım.

O derneği, bu derneği, Turkcell, hacı, hoca, bilmemkim vasıtasıyla değil kendi elinizle yardım edin!

Bir senedir babamın durumu ile ilgili hastanelere oldukça yakınken yarın da refakatçi olarak yanında bulunduğum süre içerisinde yapacağım ilk şey Gamze ve eğer uymassa diğer ilik nakli ihtiyacı olanlar için ne yapmak gerekiyorsa bir adım atmak!

Lafta, okumakta kalmasın. Onun yazılarını okuduğunuzda duygularınız gözyaşlarınızla birlikte akıp gitmesin siz de bir adım atın.

Parmağınızla tuşlayarak ya da düzenli olarak 'çocuk okutmak' adı altında kime yardım ettiğinizi bilmeden gönderdiğiniz paralara ihtiyaç yok!

Hadi....

30.1.12

Sevgi Kelebeğim :)

Çok sık yazamıyorum.

Ya yazmak istediğim an bilgisayarı ele geçiremiyorum ya da bu zamana kadar kaldığım uykusuzlukların öcünü alır gibi bol bol uykuya vakit ayırıyor ve yazamıyorum :)

Simsim'le aramız pek iyi. Çünkü artık bensiz, babasız sevdikleriyle vakit geçirebilen kocaman 1 çocuk oldu :)

Bunun sonuçları çok iyi olmadı.

Anne kilo aldı; rahata erince ilk işim kilo almak :)

Baba sigaraya başladı; gittiğimiz yerlerde 'du 1 sigara yakıyım' derken yeniden sigaranın eline düştü :(

Dönüp dönüp kendimize şaşar olduk; dışarı çıkmaya can atan biz; 'yine mi dışarı çıkıcaz' diyip gezicek yer bulamaz  ve Simsim'le gezmeyi özler olduk:)

Derdini anlatabildiği için çığlıklarımız son buldu.

Masada otururken o minik elini çenesine yaslaması, kollarını bağlayarak oturup bacak bacak üstüne atmasına bayılmaktayım.

Gezmelerimiz tam bir komedi. Ben peşinden gidiyorum. O önde, koluna çantasını takmış, minik bebekli bebek arabasını sürerken tanıyanlar bu havasına şaşıp kalıyor.

Ev ziyaretlerimizde bizden biri ama sokakta bizi tanımayan havalı bi genç kız modlarında :)

Her hafta görüşüp kendimizce oyun grubu oluşturduğumuz arkadaşı Çınar'ı öpücüklere boğmakta.

Bizim iki anne olaraksa tek derdimiz 'oyuncak paylaşamama' durumları.

Ortada dandik bir oyuncak ve çığlıklar içinde deliren iki çocuğa bakakalıyoruz çoğu zaman.

Çınar'ımız erkek adam ya 'pat' diye simrenin kafasına vurmak üzere ya da saçına yapışmış yakalıyoruz :)

Bu durumda da pedagoglarımızdan yardım alıyoruz iki taraflı.

Araya girin, engel olun diyolar; perişanlık yaşıyoruz :)

Simre de Çınar'a karşılık versin o da onun saçını çeksin ki 'vurduğumda vururlar'ı anlasın Çınar, Simre de karşılık vermeyi bilsin diyorlar; tamam diyoruz Simre ısrarla 'hadi sen de saçını çek' dediğimizde Çınar'ı seviyor, okşuyor, öpüyor :)

Sevgi pıtırcığı kızım saçı başı yolunsa da o sırada yüzünü buruşturuyor ama hemen arkasında Şıı Şııı diye Çınar'a sevgi kelebekliği yapıyor :)

Yeni çözümü ben buldum; bi dahaki sefere hiç oyuncak bulundurmayıp 'oyuncak paylaşamama' sorununu çözücez, bakalım sonuçlar ne olucak :)

Ünlü gurmeler neler dedi?

Yaz sezonunu geride bırakırken, Türkiye'de yeme - içme hayatına yön veren ünlü isimlerden yaza dair iz bırakanlar ve kış sezonu için tüy...