20.11.15

ve çok papiller.

Gecem gündüzüme karışmış.
Çocukları görmez olmuşum.
Hastanenin muhasebesiyle ayrı didişme, doktoruyla ayrı didişme içindeyim.
Babamdan bir ışık görme umuduyla saatlerce yoğun bakımda görüş için izin beklerken
Ta ta ta tam!
Babama Trakeostomi açılacakmış. Gırtlak seviyesinin altından nefes alabileceği bir delik.
ve bu ara Hasan da kulağında hafif bi ağrı şikayetiyle doktora gitti, KBB'ye.
Tiroidlerine baktır demiş gittiği doktor.
Baktırdık.
Hah.
Sintigrafi, biyopsi vs.
ve sonuç
Papiller Karsinom. (tiroid kanseri)
Babamda  eşim de aynı gün aynı yerlerinden operasyon olacaklar!
İkisine de ağla, ayrı ayrı ağla. Otur anca ağla.
En masum cinsiymiş bu kötü hastalığın.
Tabi süreç ve psikolojik etkileri bizi yıkmaya yetti.
Bir hafta içinde bu alanda uzman doktorlarla görüştük ( Mete Düren - Tarık Terzioğlu - Yusuf Bükey)
Hepsi alanlarında gerçekten iyi.
Tercihi eşime bıraktık.
Elektriğin kiminle tutarsa o yapsın operasyonu dedik.
Prof. Dr. Tarık Terzioğlu'na bayıldık.
Amerikan Hastanesi'nde gerçekleşecek operasyon için randevulaştık.
Başarılı bir operasyonla tüm tiroid ile lenf bezleri alınarak temizlendi.
Ameliyat öncesi ve sonrasında lüzumlu lüzumsuz tüm merakımı gideren, ne zaman arasam rahatlıkla ulaşabildiğim ve güven veren sesiyle hep beni telkin eden Tarık Hocama ne kadar teşekkür etsem yetmez :)
Sonrası da daha fena daha karışık.
Atom tedavisi ve iyotsuz diyet süreci.
O zaman da Amerikan Hastanesi Nükleer Tıp Bölüm Başkanı Prof. Dr Onur Demirkol'la tanıştık.
Hastalık kötü, vesileler kötü ama tanıştığımız herkes o kadar pozitif ve o kadar güzel ışıklar saçıyorlardı ki.
Onur Hoca çok çok çok yoğun. Onu ayrı sevdim. Neden derseniz. Bizim taraflı :)
Bizim çok ümitsiz olduğumuz anlarda azarlayacak ya da hadi gelin İzmir'e yerleşelim bırakalım bu kalabalık şehri diyecek kadar da cana yakın.
Her gün kaç hastaya 'kanser'in misafir olmaya geldiğini söylüyor ve kaçının dermansız olduğunu bilip de dile getiriyor bilinmez.
Biz dertlenirken 'birazdan çok az ömrü kalan bir hastaya konuşma yapacağım, bi bırakın gidin sapasağlam oldun atom da işe yaradı sıkıntı yapmayın' diye şımarıklığımızı bastıracak kadar da güçlü bir doktor.
Hani Allah kimseyi düşürmesin ama düşecekseniz de bi ucundan köşesinden kendinizi bu ekibin güleryüzlü ve başarılı ellerine teslim edebilirsiniz.

çok acı badem!

Acıbadem'e bi kapak atsak sanki babamı hemen toparlayacaklar gibi geliyor.
Ama nerde.
Sorular, sorular.
Babamın gözleri yuvalarından fırlayacak gibi.
Devamlı kusuyor.
Öncesinde beynine pıhtı attığından bahsediyorum.
Tansiyonuna bakın diye yalvarıyorum.
Hala sorular..
Annem geliyor.
Babam hala kusuyor.
Tansiyon almakta zorlanıyorum diyen acil sorumlusunun o andaa ölçemediği tansiyon yoğun bakımda 30 çıkıyor.
Sonrası.. sonrası yok gibi var gibi...
Diyeceğim şudur ki;
Allah kimseyi yoğun bakıma düşürmesin ve yoğun bakım kapıısnın dışında bekleyenlerden etmesin. Ama en önemlisi Acıbadem'e düşürmesin!
Hasta değil müşteri kazanma/kaybetme kaygısı, yoğun bakımdan odaya çıkarıp para kazanma hırsı ve odaya çıkardıklarında geç teşhis sebebiyle insan hayatını sıfırlamaları, bizim ve bizimle birlikte aynı mağduriyeti yaşayan o anda yakınlarıyla tanıştığımız en az 4 hastanın başına gelenlerden bazıları...
Öyle ki, yoğun bakım hastasını odaya atıp pardon çıkarıp, gün geçtikçe daha çok şişen koluna atan pıhtı ve tıkanan kalbe giden damarlara alerji teşhisi koyup önemsemediler.
Kalbi durdu!
Ve tekrar apar topar 'kaybediyoruz' diyerek yoğun bakıma indirip makinelere bağlı nefes alır duruma getirdiler.
'Babam acı çekiyor mu, ne olucak durumu' diye nazikçe sorduğumda; 'ne demek durumu ne olacak, yürümesini beklemiyorsunuz heralde, dün başına neler geldi bilmiyo musunuz, kalbi durdu, 15 dakika uğraşıldı, o sırada kaburgaları kırılmıştır, ne bekliyosunuz ki' diye küstahça konuşabilecek doktorları var ve tüm bu sözlere susmak zorunda kalmak var o cehennemin içinde..



Nisan 2015

Yine Datça'dayız Sinem, Simre ve ben.
İstanbul'u öyle sevmiyorum ki; dönüş tarihimizi sürekli geciktiriyorum.
Ablam söyleniyor 'dönün artık' diye.
10 Nisan'da dönüyoruz İstanbul'a.
Babam yan apartmanda.
Onlara yemeğe gidiyorum.
Köfte, patates en sevdiği yemek.
Artık eve geçelim diyorum.
Annem de arkamızdan dışarı çıkıyor.
15 dakika sonra babamın bakıcısı arıyor 'gelir misiniz, babanız fena oldu'.
Saniyeler içinde yanındayım.
Babamın iki gözü de kendi etrafında dönüyor. Çok hızlı. Kontrolü dışında.
O an duyduklarım son sözleri olucakmış. 'kurtar beni kızım'..
Ambulans, annem, Hasan arıyorum hepsini.
Ama durum bi garip, beklenemez halde.
Yaşar'la Babamı kucaklıyoruz. Kusmaya başlıyor.
O an onu son görüşüm ve duyuşum olabileceğini aklımdan çıkarmaya çalışıp Acıbadem Bakırköy'ün aciline götürüyoruz.
Gidiş o gidiş.
Hepimiz için cehennemin kapısından giriyoruz.


16.11.15

Babamdan sonra..

Yazıcam, olmuyor...
Tam yazıcam, yutkunuyorum.
Tam yazıcam, ağlıyorum.
Tam yazıcam, kaçıyorum.
Tam yazıcam, fotoğraflara dalıyorum.
Tam yazıcam, vazgeçiyorum.
Babamdan sonra;
Büyüdüm mü, küçüldüm mü bilmiyorum...
Bi garip oldum, onu biliyorum.
O hem asil, hem çok yakışıklıydı.
Küçüklük aşkımdı.
Evleneceğim erkekti..
Tarık Akan'a hayranlığım ondandı.
Uzun boyu, yeşil gözleri, güzel dişleri, ellerinin uzun parmakları ve beyefendiliğiyle veli görüşmelerinden sonra arkadaşlarımın etrafıma toplanmasına sebepti benim babam...
Bir vardı, bir yok oldu.
Masal gibi hayat.
Yine yazıcam, olmuyor.
Tam yazıcam, yutkunuyorum.
Tam yazıcam, ağlamaktan hiç olmuyo...
Esas tam dökülücem, annem ve ablam okumaya dayanamaz diye yazamıyorum.
O gitti.
Bilgisayarımda, çekmecelerde önce gülümseten sonra hüngür hüngür ağlatan fotoğraflar dışında sığındığım, dualarla yanına koştuğum mezarlığı var ona ait bana kalan.
Bi de biz; annem ve ablam...
Anladım ki;
Hasta da olsa, yoğun bakımda da olsa, bilinci kapalı öylece yatıyor da olsa, hatta gasilhanede buz gibi öptüğüm hali de olsa keşke olsa da Sitare'nin babası 'artık yok' olmasa...

11.3.15

Girişimsiz ruhum girişti :) dapdaze

Huyumdur kendim girişemem, girişimci ruhlara destek olurum anca 

Tamamen 'yüreğinin götürdüğü yere git' denen bir vakitte, yol arkadaşımSinem Ekici ile yollara düşüp de Palamutbükü'ne vardığımız ve yavaş yavaş yerleştiğim yer ve bereketli ürünleri ile ilgili...

Biz gittik, gezdik, gördük... Sonra annem Incilay Gürayca nın boş bir anına gelecek ki; kandırdık!? smile ifade simgesi ve tam da istediğimiz yerde badem ile zeytin ağaçları ile dolu bir tarla edindik smile ifade simgesi


Hiç bilmediğimiz bir yerde, hiç bilmediğimiz adımlar atmak bazen zor, bazen keyifli oldu.

Ama eminim annem için oldukça yorucu oldu. 'Madem bu kadar organik bir hayat, herşey doğal o halde evimiz de taştan olmalı, doğadan nefes almalı' dedi ve büyük bir işe girişti...

Taş ustası maceraları, kepçeci, malzemeci, çağlaları çalanı, bademleri kaçıranı bir yana bırakırsak şu anda geldiği nokta ve çiçek açan ağaçlarımız bizim için şükür sebebi...

Derler ya, yanlış yapa yapa doğruyu bulursun ya da ağlamazsan gülmezsin diye...

Annemi sükut-u hayale uğratan ustalardan yarım kalan işleri teslim alan ve büyük yol kateden sanatkar taş ustamız Ali Ihsan ile Allah şaşırtmaz ve bir engel çıkarmazsa muhteşem bir konak yapıyoruz 
smile ifade simgesi








Yine girişemeyen ruhum işten bahsetmeyi unuttu 
smile ifade simgesi
Datça'nın ÇAĞLA'sı, BADEM'i meşhurdur. ZEYTİN'i ve tabiki onları sıktırınca ZEYTİNYAĞI ve annemle beni itinayla sokan arıcıkların BALları...

İşte onları sizlere ulaştırmak için giriştim bakalım, hayırlısı :)

31.1.15

Kaçtım geldim :)

Doğum yaptım.

Yaz boyunca Palamutumunbüküne kaçtım.

Ordan selamladım herkesi :)

Simsim tam bir deniz kızı edasıyla sabahtan akşama kadar kolluksuz yüzme çabası gösterdi ve son zamanlarda kendini suya atı atıverip yüzmeye başladı :)

Annem taş ev ısrarında; imkansızlıklarla dolu bir şekilde, çalışanlarını ite kaka evin temellerini attı.

Tarlamızda bademlerimiz oldu.  Yaz bitti. Biz İstanbul'a döndük.

Tümtüm büyüdü, küçük adam oldu.

Uzun zamandır yazmadım.

Elime bilgisayarı alıp da, klavyenin başına geçtiğim zaman iki çocuktan birine ihanet edicekmişim gibi geliyor.

Zaten birbirinden zaman çalarak sevip kokluyorum gibi geliyo bi de blogda yazarak aldatmiyim cucusleri :)


27.4.14

Bi avazda!?!

Sağolsun hamileliğimde görüştüğüm herkesin tek duası 'Allah bi avazda kurtarsın'dı.

İçlerinden birisi öyle içten dua etmiş ki, bildiğin bi avazda doğurdum! :)

Ta ta ta tam!

Ben akşam yoga yapıp yatar mıyım!

Gece saat 01.30 belimde hafif bi sancı. Ama uykumu bölecek cinsten değil. Hadi uyumaya devam Sito.

Saat 02.00 ben en iyisi bi tuvalete gideyim. Gün içinde çok yedim yine!!

Hay Allah, belim de çok ağrımaya başladı.

Saat 02.10 Alllaaah... ne fena bi sancı, yatsam geçer mi?!

Haso'yu uyandırdım. Galiba doğum sancısı bu.

Ama olamaz ki. (9 aylık hamileyim, hala nasıl olamaz ki diyosam) :)

Simre'deki gibi düzenli aralıklarla gelmiyor. Arada ağrısız dakika geçmiyor. Hiç de doğum sancısı değil bu.

Haso: 'tamam sen bi bak bakalım'..

Peki ben bi bakayım. (oturdum bekliyorum) bekleyelim bakalım. 'Ya bi dakka ben dayanamıyorum artık!!!'

Haso: 'sito ne bekliyosun, hadi kalk gidelim'

Doktoru aradım. 'sanırım doğuruyorum' dedim ama daha fazla konuşmaya hiç halim yok...

Saat: 02.15 Allah'tan annem yakınımızda.. Hemen hazırlandık.

Sancıdan kıvranıyorum. Simsim'in odasına bi göz attım.

Garip bi duygu.

4 sene önce benzer sancıyla doğurduğum kız, kıvrılmış odasında uyuyordu.

Şimdi de ben yeni bir bebek için, onu yatağında bırakıp hastaneye gidiyordum.

'Dönebilir miydim' sorusu bile aklıma geldi..

Bu arada Sancılarım dayanılmaz hal almıştı.

Yardımcımızı uyandırdım 'doğuma gidiyorum' diyemedim, halimden anladı...

Günlerdir güneşli olan hava bozulmuş; şakır şakır yağmur yağıyordu.

Haso da sağolsun 'yağmurda kaymayalım diye yavaş yavaş' gidiyordu.

Sancılardan ben mi 'yavaş' gibi algılıyorum diye düşünmüştüm ama doğumdan sonra itiraf etti; mümkün olduğunca 'yavaş' gitmiş :)))

Bakırköy'den Şişli Memorial'a doğru yoldaydık. Haliç'i geçer geçmez kasıklarımda bişey 'çat' etti.

O an bittim. Ne nefes egzersizleri, ne rahatlatan düşünceler hiçbiri bir işe yaramaz olmuştu.

Hastaneye vardık.

Doktor odalarının katına çıkardılar. 'Doğuruyorum, Altuğ Semiz'i arayın tek diyebildiğimdi.

'Anne, Haso siz arayın, hadi gelsin.'

Nöbetçi doktor, odasından yavaşça doğruldu. Ya da herşey bana o kadar yavaş geliyordu ki!

Bu ilk doğumuz mu? İlki de normal miydi? Bi bakalım ne durumda, açılma var mı vs. vs.

Ya doktor doğuruyorum!!!

O arada suyum geldi. Doktor muayene etmeye niyetlendi ki; gözleri fal taşı gibi açıldı!

Doğum başlamış!! Ebe çağırınnn! Doktorunu arayın! 10 cm açılmış! Bebek geliyor! Sakın ıkınma!!

Hastabakıcılar asansörü nasıl tuttular, beni nasıl uçurdular, nasıl doğum odasına girdik saniyeler içinde oldu hepsi!

Doktorun korkusu, asansörde doğurmammış :)

Doğumhanede bi lamba, ayaklı bişey. Ayağı kabloların üstüne denk gelmiş. Sabit durmuyor. Üstüme düşüyor. Doktorun kabloları görücek hali yok. 'tutun lambayı düşmesin, niye düşüyo bu lamba!?'

Ona annem el atıyor, 'durun kabloları çekeyim, düzgün durur' :)

Annem doğumhanede! Eli elimde! Halbuki 3 gün önce ablamlarla konuşurken kararımız şöyleydi.

Annem Simre'yle kalacaktı. Hastanede ablam bulunacaktı.

Çünkü bi öncekinde, ben 12 saat sancı çekerken annem de ayrı bi yerde sancı çekiyordu.

Farketmiştim.

Bebeğin gelişi değildi onun beklediği, sancılarımın sona ermesiydi. Dayanamıyordu sancı çekmeme.

Sinirle bakıyordu etrafa...

O yüzden dedim ki, 'dayanamıyorsun, lütfen sen bulunma. Hem ablam çok güzel masaj yapıyor belime.'

Ama şimdi? Bi baktım annem yanıbaşımda. Elimi hiç bırakmadı.

Belimden itibaren beni koparsınlar dediğim sancılar bitmek bilmedi.

Bu arada saat 03.10

Doktor benden panik. Bebek artık yolun sonunda. Çektiğim sancılar az sonra bitecek. Maksimumdayım zaten!

Ama o nasıl panik. O arada bi de dedim ki; 'bebeğin boynunda kordon var, siz açabilecek misiniz?' :)

'bebeğin boynuna dolanmış kordon için sezeryana almam, açarım ben, sen rahat ol' diyen doktorum yetişemedi :( Biliyorum o da yolda, yolun sonunda :)))

Biliyorum ki benim doktorum yapabilir. O halleder. E peki daha önce hiç görmediğim nöbetçi doktor??

Dua edebiliyorum sadece...

Doktor hala panik, gözleri faltaşı gibi açık...

03.12

ve bizim hızlı savaşçı piyasaya çıkar!

kordonları açarlarken bi ara annemin elini uzattığını görüyorum.. Bi eliyle benim elimi tutarken bi eliyle kordona da el attı :)

O sırada doktorum Altuğ Semiz'in sesini duydum. Yetişti, yetişti! en azından bana yetişti :) O beni toparlarken bebek de bebek doktoruyla bakımdaydı.

Nöbetçi doktor da, bi süre kendine zor geldi sanırım :)

Kim der ki; sakin sakin gece nöbeti tutarken birden 'doğurmak üzere' olan bi cadı gelsin.

Bi de zaten panik olan doktoru iyice panik etsin. 'bakın kordonlar dolanmış ama' 'bakın suyum da yoktu benim ona göre' :))

Sabah saatlerinde ziyaretime önce nöbetçi doktor geldi. Dinlenmiş gibiydi :)

Biraz doğumumdan bahsettik.

Arabada da doğurmam muhtemelmiş!? :)

Doğum odasına yetiştiremeyecek diye panik olmuş.

En son odadan çıkarken 'işte hayat, oluyor bazen böyle şeyler' dedi :)))

Valla ben de neye uğradığımı şaşırdım. Herşey 1 saat içinde oldu. Hastaneye son anda yetişmişiz.

Ama nöbetçi doktorun ismi öğrenemesem de hakkaten eline sağlık.. O anda paniğine panik katsam da, kendi doktorum gibi başarılı olacağına inanmasam da, tanımadığım için ön yargılı olsam da... Pişmanım. Sağolsun, varolsun :)

Bunun adı 'hızlı doğum'muş. Tüm hastane gelip tebrik etti. Bebeğin adı 'yıldırım' olmalı dediler..

Ben de yakıştırdıkları isme yakışır bir şekilde, bir an önce Simsim'in yanında uyuyabilmek için  'yıldırım' hızıyla hastaneden çıkışımı yaptım :)

Cumartesi sabaha karşı 03.12'de doğan bebeğimle birlikte aynı gün saat 23.00'te eve geldim :)

Bir doğum da böyle geçti, bitti... :)

Bir sonraki Post'ta Simsim'in hastanede kardeşiyle tanışma anı..



Ünlü gurmeler neler dedi?

Yaz sezonunu geride bırakırken, Türkiye'de yeme - içme hayatına yön veren ünlü isimlerden yaza dair iz bırakanlar ve kış sezonu için tüy...