20.9.10

Emziremeyenden başarı hikayesi!

Tüm doktorlar ve doğal ebeveynler 'bebeğiniz yeterli kilo alıyorsa 6 ay sadece anne sütü'  diye kampanyalar başlatmışken;

Hatta diğer blogcu anneler tarafından bir de 'emzirme reformu'na destek kampanyaları varken;

'hala ek gıdaya geçmedin mi' diye soranlara ne anlatsam bilemiyorum! :)

'Emzirin' diyorum çünkü bir bebeğin sadece emzirerek nasıl da sağlıklı ve tombik olabildiğini bizzat gördüm!

Simre; yaşıtlarıyla yani aydaşlarıyla karşılaştırıldığında 'düşük kiloda ve biraz erken doğmuş olmasına rağmen' balık etliden öteye boğum boğum kolları ve bacaklarıyla şişko statüsünde! :)

UNICEF, Türkiye’deki bebeklerin beslenmesiyle ilgili şu gerçeği dikkate getirmiş;

'İlk altı ayda sadece anne sütü ile beslenen bebeklerin oranı %1,3. Beş yaşın altındaki çocukların %25’inde beslenme eksikliği görülüyor. Türkiye nüfusunun yaklaşık %15’i beş yaşın altında. Ve bu çocukların 63,000 her yıl önlenebilir hastalıklardan dolayı hayatını kaybediyor. Bu çocukların 50.000'i ise sadece bir yaşında!'

Tabii ki sütü olup da sütünden mahrum eden anneler, Amerika'da doğumun hemen ertesinde göğüslerini sardırarak sütünü kesmek isteyen anneler, doğum sonrasında 'anne-bebek dostu' olmayan, 'emzirmeye' teşvik etmeyen hastaneler ve yanlış yönlendiren, moral bozan büyükleredir lafım.
 
Sütü olmayan, istese de emziremeyen anneler; (doğumun hemen arkasından ben de emziremeyen annelerdendim :( ) yılmayın, moralinizi bozmayın, olmuyorsa olmuyordur ama siz yine de inat edin. Ben öyle yaptım ve başardım!
 
Doğumun zorlukları, doğum sırasında ters giden şeyler, bebeğin sağlığı, sezeryanın getirdikleri ve 'kadınlar kulübü'nün forumlarında çokça okuduğum aile içi yaşanan gerginlikler sütünüzün gelmemesine, kesilmesine veya gecikmesine sebep oluyor.
 
Daha önce de bahsettiğim gibi süt üreten hormon prolaktin ve onu tetikleyen oksitosin hormonlarımızı 'mutlu' olarak harekete geçirelim. Bebeklerimizle 'aşk' yaşayalım ki 'haz'dan kabaran oksitosin hormonumuz bize süt üretsin ve biz de onu bebeciklerimize sunalım :)
 
Yeni doğum yapan arkadaşlarım var, sütü gelmeyince pes eden, stres yapıp olumsuz düşünen ve emzirmeye ramak kala 'emziremediğini' düşünüp pes eden...

Emzirememe sırasında yaşadıklarımı şu an 'göğsümden gelen sütler yerlere akarken' düşünüyorum da...
 
Emzirme işini 'asla yapamayacağım' sanıyordum!
 
Zaten 'aç' kalan bebeğime hazır mamalardan vermeye başlamıştım da, herşey için çok geçti...

Hastaneye gittiğimde 'bebeğim ağlayınca' emzirme odasına yönlendirdiler beni... Bebekler 'şapır şupur' emiyor, annelerin göğüslerinde süt lekeleri ve ben kucağımda Simre'yle bakakaldım öylece... Sütüm gelmiyor, Simre emmiyor, ağlıyor, ağlıyor.. İçim öyle acıdı öyle acıdı ki; hayatımda ilk defa kıskançlık yaptım 'emzirebilen anneleri' kıskandım! :(


İşte tam o zamanlarda pozitif ötesi doktorumuzla tanıştık!
 
Sıkıntılarımı anlattım; emzirmeye çalıştığım ilk günlerde 'yok olmuyo, çocuk aç kaldı, gelmiyo, ucu yok' vs. laflarının beni nasıl çöküşe geçirdiğinden bahsettim...
 
Doktorumuzun 'süt ve meme' kontrolü yaptıktan sonra 'herşey yolunda, mamayı tamamen kesin ve emzirin' demesiyle herşey değişti!
 
İlk bir ay 'aç kalıcak' korkusuyla mamayı kesemedim, geceleri yine de mama veriyordum. 'Biberonları yıka, kurut, mamayı hazırla, suyu ısıt, soğut, karıştır, içir' emzirmeye uğraşmaktan daha kolaymış gibi geliyordu.
 
Doktorum 'kendine eziyet ediyorsun' dedi.
 
ama güvenemedim kendime...
 
Önce tatmin olamadım, sütümü sağdım, biberona koydum öyle içirdim. Yarım saat süt sağıyordum, yarım saat onu içiriyordum. 1 saat bir öğünü için uğraşıyordum. 2 saatte bir beslendiğinden hemen akabinde yarım saat süt sağıyordum ve yarım saatlik aralık kalıyordu her öğünden sonra, o sırada da gaz problemi yaşayan bebeğin gazını çıkarmakla ve o biberonların hijyenlerini sağlamakla meşgul oluyordum. Geriye ağzıma iki lokma bir şey atmak için sadece 5 dakikalık süre kalıyordu!!!

Sonra inat ettim, pozitif düşündüm, bebeğimle odaya kapandım, herşeye rağmen çalıştım ve başardım! Bence bu gerçek bir başarı öyküsü!!! :)  ve düşündüm de o sıralarda hem kendime ve hem de bebeğime anlamsız eziyet ediyormuşum!
 

13.9.10

Tik tak Simo :)

Simre'nin herşeyi saatli yapması herkesi şaşırttığı gibi tatil arkadaşımız Ayla abla da hayretle bakakaldı :)

'hımm saat kaç, birazdan kaka yapıcak', 'uyku saati yaklaşıyor, huzursuzlanabilir hemen uyutayım', 'yarım saat içinde yavaş yavaş acıkıcak emzireyim', 'şimdi biraz oyun oynayalım, oyun saati geldi' demelerim ve tüm dediklerimin de çıkmasıyla 'nasıl yani' bakışları arasında Simre'ye 'tik tak Simre' demeye karar verdik :)

Aslında daha önce de bahsettiğim gibi; saatle yaşarsanız yani 'amann acıkınca ağlar, altına bakarım sonra, acaba uykusu mu geldi' demek yerine onu an be an takip ederseniz, yolculuk, misafirlik, gezme vs demeden saatleri atlamazsanız '^tik tak' kıvamına ulaşabilirisniz.

Yemeğini aynı saatte verirseniz, hazmetmesi de aşağı yukarı aynı saatte oluyor, ona göre de uyku saati dengeleniyor tabii şu an sadece anne sütüyle beslendiğinden daha kolay takip edebiliyorum ama ilerde ek gıdalara geçtiğinde hazım süreleri fakrlı olucak, kalorilerinden dolayı uyku bastırma saatleri değişecek ama biz yine başarırız kızımla 'tik tak' olmayı :)

Ege'nin denizi Simo'yu kucakladı! :)

Simre Turizm'în aslan kaptan şoförü Hasan Tümsa'nın bize sunduğu şahane yolculuğun tadı damağımızda kaldı.

İnerken '1 de dönüş yolu var, yaşasın' dedirtecek cinsten bir yolculuk geçirdik.

Simre'yle güle oynaya KM'ler katettik :)

Otellerimize yerleştik ve denizin kenarına attık kendimizi.

3 gün kaldığımız süre boyunca şahane bir rutine bağladığım Simre ile süper tatil yaptık.

İneçesinden beslendi, uyudu, denize girdi, beslendi, uyudu, denize girdi arada da hayranlarıyla buluştu imza dağıttı :)))

Belki annem olmasaydı, tatilimiz bu kadar şahane olamayabilirdi

çünkü Simre'ye denizde dalgalar yapıcak, havuzunda yüzdürücek, yol boyunca ikramcı hosteslik yapıcak ve en önemlisi benim elim ayağım olacak kimse olmayabilirdi ya da tüm bunları Haso'yla dönüşümlü yapardık ikimizin de hali perişan olurdu :)

Simre sudan çıkmadı!

Yok yok ben böyle bir bebek görmedim, kendi bebeğimiz diye demiyorum ama gerçekten değişik 1 şey :) Annesi ve babası gibi deniz hastası çıktı!

Etrafta bir sürü bebek bir sürü çocuk vardı ama hepsi suya sokulurken ağlıyordu da bizimki sudan çıkarken basıyordu yaygarayı!

Evet, yanlış okumadınız. Sudan çıkmak istemedi! Benim gözlerimi yakan egenin berrak suyuna kafasını daldıra daldıra burnuna çeke çeke deniz kızı gibi oyunlar oynadı kahkahalarla :)

Plajda, yemek saatlerinde ve yine her yerde koskoca adamları koskoca teyzeleri yerinden kaldırıp kendine çekmeyi başardı yine o gülüşleriyle!

Herkes sevmek için sıraya girdi; kendi bebeklerini bırakıp Simre'yi sevmeye gelenler, yemeğini bırakıp Simre'yle sohbet etmeye gelenler, çocuklarına Simre'nin gülüşüne baktırarak yemek yedirmeye çalışanlar vs. vs.

Zaten sosyal kelebekler olan biz, tatilde sürekli Simre'yi birilerine anlatmaktan, ellerinden kapmaya çalışmaktan, yol üstünde yüzünü gözünü öpmeye çalışanlardan kaçmaktan çok yorulduk :)))

Özetle Simre, bu kez de Ege'nin YILDIZ'ıydı. Yine gözler onun üstündeydi...

12.9.10

Tatil, tatil, tatil! :)

Bayram tatilinde Ayvalık'taydık!

Cunda - Sarımsaklı arası gittik geldik...
Cunda'nın zeytinyağında kızarmış kalamarıyla, efsane kabak çiçeği dolmasını, lokma tatlısını
Sarımsaklı Leda'nın kızarmış dondurmasını yemeden gelmedik :)
Bana tatil demek; deniz, güneş ve yöresel lezzetleri bir bir tatmak demek...
Senelerce gide gele de her yörede bir adres edindim.
Gözlemecisi, dondurmacısı, peynircisi, zeytinyağcısı, muzcusu, mantıcısı, reçelcisi vs. bir sürü liste var elimde ege ve akdenize ait!
Simoti'^yle ilk tatilimizdi...
Nasıl gitsek, nasıl yapsak diye doğduğundan beri düşündüğümüz ve korktuğumuz bir şeydi 'simoyla tatil'
ama hiç de korktuğumuz gibi olmadı çünkü gerekli önlemleri aldık; tabiien önemlisi yardımcı kuvvet desteği aldık :)

Anneannemiz yoğun iş temposundan tatile gitmeye vakit bulamamıştı ve çok da yorgundu.

Bayrama denk gelen bir vakitte yazın son demlerinden faydalanarak tatile çıkma hazırlıkları yapıyordu ki benim katakullime geldi :))

Önce anneannemizle tatile gitmeyi düşünüyorduk ama anneanne siz başbaşa gidin diye bizi başından savdı :(

sonra arkadaş grubu ile tatile gitmeye hazırlanıyorduk ama tarihler uymayınca o da olmadı.

Sonra anneme yoğun ısrarlarım; 'sen gelmezsen biz karı - koca vakit nasıl geçiricez ki' demelerim işe yaramış olacak ki; arkadaşı Ayla abla'yla çıkacağı tatilin rotasını değiştirip bizden farklı bir otelde kalmak şartıyla Sarımsaklı'ya yönlendirdi.

'Niye bizden farklı bir otel, hadi gelin aynı otele' desem de 'yok yok ihtiyacın olduğunda yanında olurum, onun dışında başbabaşa kalın' diyerek otoritesini bozmadı ve dediğini yaptı :)

Anneme zorla bişey yaptıramazsınız, bendeki ve hatta Simre'deki 'keçi'lik onda da var. Karar vermişse kararından döndüremezsiniz, hani çok ısrar ederseniz de kibarca bir dille 'susmaya' davet edilirsiniz :)

11.9.10

Pembe 1 kamyon isteriz! :)

Tatile gitmeden önce aşıya giderken kendi arabamla gitmedim.

Benimki eşimin ailesinde, onlarınkiyse bende kalmıştı.

Biz Simoti ve eşyalarıyla kalabalık bir anne-kız'ız :)

Kendi arabamıza yerleşmişiz, bagaj full dolu, arka koltukta tek kişilik yer bırakıp ön koltuğa da Simo'yu koymuşuz geziyoruz her gün! Ama bu araba spor bi araba yani tek kapı, bagajı desen 1 James Bond çant ancak sığar...

İlk gün binmeden önce arabanın etrafında dön dön durdum sonra bazı eşyalarımızdan feragat ettik ve sadece araba koltuğu ve ufak çantamızla idare ettik günlerce :(

Alamadığım eşyalardan lazım olanlar oldu, indir bindir, sığdırmaya çalışmaktan çok yoruldum falan filan ve sonunda anladım ki biz minik ama oldukça kalabalık ve spor arabaya asla sığamayan bir aileymişiz aslında :)

Mümkünse pembe 1 kamyon istiyorum!! :)

Pis aşı git burdan! :)

Tatil öncesi doktorumuza aylık genel kontrollerimiz için gittik.

Boyu, posu, kilosu ile ilgili anne ineçe'yi takdir eden doktorumuz 'zatüre' aşısı günü olduğunu söyleyince başımdan aşağı kaynar sular döküldü :(

Çünkü o aşının birincisi Simoti'mi perişan etmişti!
Allaha şükür ateş, kusma vs gibi yan etkilerimiz hiçbir aşıda olmadı ama bacaktan yapılan bu aşının sıvısı bebeğimin tombik bacaklarında dolaştıkça yakıyordu canını! :(

Geçen sefer aşı olduğunda, gece sabaha kadar her bacağını hareket ettirdiğinde ağlayarak uyanıyordu!

Sabahı sabah etmiştim, bacağını kıpırdatmasın die neler neler yapmıştık babasıyla :(

Şimdi yine o aşının sırası gelmiş işte!

Doktorumuza sabaha karşı yolculuğa çıkacağımızı söylerek ve tatil dönüşü aşı için gideceğimize söz vererek ordan ayrıldık ama ayaklarım varmıyor gitmeye...

Kendimi 'aşı olduğu zamanki acıyı sadece o gece çekecek ama hastalığa yakalnırsa günlerce çekecek' diye avutuyorum ve bu hafta içinde gitmeyi planlıyorum o çirkin aşı için :)

5.9.10

Referandum duma duma dum!

Bloğumda devlet meselelerine değinmiyorum.

Hele hele şu aralar gündemde olan 'Evet' mi 'Hayır' mı polemiklerine hiç girmiyorDum ama tutamadım kendimi!

Her birey özgürdür.

Bireylerin fikirlerine reklamlar, afişler, gösteriler ve erzak kolilerinin üzerinde yazılanlarla yön vermeye çalışmaksa eksiklikten öte bir şey değildir!

Ben Tv'deki reklamlara kanarak deterjan almam, bilmem kaç tane tencere tabak yıkayan bulaşık sıvılarına kanmam, reklamı çok dönen gazeteyi de almam!

Çünkü bence iyinin reklama ihtiyacı yoktur! İyi, iyidir ve zaten bilinir!

Yani sonuç itibariyle bilinçli insan bilinçlidir!

Ona yaz aylarında kömür verseniz de,
erzak kolilerinin üstüne ne yapması gerektiğini vurgulasanız da,
televizyonlarda bangır bangır bağırsanız da,
belediye otobüslerini afişlerle doldursanız da,
yani elinizde ne kadar imkan varsa onu 'reklam' için kullansanız da kanmayan bir kesim elbette vardır!

ve o kesim benim için aslandır, kaplandır!

Okumuştur, okumamış olsa da kendini geliştirmiştir! Reklamlarla etkilenmez, bilinçlidir!

Belki azdır, belki çoktur ama en önemlisi 'doğmuş veya doğacak bebeklerinin geleceğini düşünendir'...

Ben Hukuk okudum; hani değiştirilmeye niyetlenilen anayasayı en güzel haliyleyken birinci sınıfta okudum madde madde!

Eşim reklamcılık okumuş; hani anayasayı değiştirmeye yönelik yönlendirmelerin baş yardımcısı 'reklamlar'la içli dışlı!

Hadi şimdi tekrar düşünelim;

Neden en güzel fındık kreması Nutella iken ve Ülker çokokrem'den çok çok çok daha güzelken ondan daha az reklamı var?
Hatırlarsanız Nutella'nın reklamında fındıklar başrolde iken Çokokremin reklamında onu yerken ayılanlar, bayılanlar ve kafa karıştıran bir sürü ayrıntı!

ya da neden ağzının tadını bilenlerin evindeki zeytinyağı hiç reklamı yapılmayan ayvalıktan alınan 'hakiki sızma zeytinyağları' iken reklamlarda şahane sofralar eşliğinde gösterilen zeytinyağları değil?

Yani derler ya reklamın kötüsü olmaz diye... Bu kadar reklamı yapılanın da iyisi olmaz bence!!!


PS. Reklamlara kanmam derken maalesef  yeni çıkan şekerleme ve çikolataları denememezlik etmem :) ama onların bir iddiası yok ki sadece seratonin hormonu salgılamamı sağlayacaklar :)

Ünlü gurmeler neler dedi?

Yaz sezonunu geride bırakırken, Türkiye'de yeme - içme hayatına yön veren ünlü isimlerden yaza dair iz bırakanlar ve kış sezonu için tüy...