27.4.14

Bi avazda!?!

Sağolsun hamileliğimde görüştüğüm herkesin tek duası 'Allah bi avazda kurtarsın'dı.

İçlerinden birisi öyle içten dua etmiş ki, bildiğin bi avazda doğurdum! :)

Ta ta ta tam!

Ben akşam yoga yapıp yatar mıyım!

Gece saat 01.30 belimde hafif bi sancı. Ama uykumu bölecek cinsten değil. Hadi uyumaya devam Sito.

Saat 02.00 ben en iyisi bi tuvalete gideyim. Gün içinde çok yedim yine!!

Hay Allah, belim de çok ağrımaya başladı.

Saat 02.10 Alllaaah... ne fena bi sancı, yatsam geçer mi?!

Haso'yu uyandırdım. Galiba doğum sancısı bu.

Ama olamaz ki. (9 aylık hamileyim, hala nasıl olamaz ki diyosam) :)

Simre'deki gibi düzenli aralıklarla gelmiyor. Arada ağrısız dakika geçmiyor. Hiç de doğum sancısı değil bu.

Haso: 'tamam sen bi bak bakalım'..

Peki ben bi bakayım. (oturdum bekliyorum) bekleyelim bakalım. 'Ya bi dakka ben dayanamıyorum artık!!!'

Haso: 'sito ne bekliyosun, hadi kalk gidelim'

Doktoru aradım. 'sanırım doğuruyorum' dedim ama daha fazla konuşmaya hiç halim yok...

Saat: 02.15 Allah'tan annem yakınımızda.. Hemen hazırlandık.

Sancıdan kıvranıyorum. Simsim'in odasına bi göz attım.

Garip bi duygu.

4 sene önce benzer sancıyla doğurduğum kız, kıvrılmış odasında uyuyordu.

Şimdi de ben yeni bir bebek için, onu yatağında bırakıp hastaneye gidiyordum.

'Dönebilir miydim' sorusu bile aklıma geldi..

Bu arada Sancılarım dayanılmaz hal almıştı.

Yardımcımızı uyandırdım 'doğuma gidiyorum' diyemedim, halimden anladı...

Günlerdir güneşli olan hava bozulmuş; şakır şakır yağmur yağıyordu.

Haso da sağolsun 'yağmurda kaymayalım diye yavaş yavaş' gidiyordu.

Sancılardan ben mi 'yavaş' gibi algılıyorum diye düşünmüştüm ama doğumdan sonra itiraf etti; mümkün olduğunca 'yavaş' gitmiş :)))

Bakırköy'den Şişli Memorial'a doğru yoldaydık. Haliç'i geçer geçmez kasıklarımda bişey 'çat' etti.

O an bittim. Ne nefes egzersizleri, ne rahatlatan düşünceler hiçbiri bir işe yaramaz olmuştu.

Hastaneye vardık.

Doktor odalarının katına çıkardılar. 'Doğuruyorum, Altuğ Semiz'i arayın tek diyebildiğimdi.

'Anne, Haso siz arayın, hadi gelsin.'

Nöbetçi doktor, odasından yavaşça doğruldu. Ya da herşey bana o kadar yavaş geliyordu ki!

Bu ilk doğumuz mu? İlki de normal miydi? Bi bakalım ne durumda, açılma var mı vs. vs.

Ya doktor doğuruyorum!!!

O arada suyum geldi. Doktor muayene etmeye niyetlendi ki; gözleri fal taşı gibi açıldı!

Doğum başlamış!! Ebe çağırınnn! Doktorunu arayın! 10 cm açılmış! Bebek geliyor! Sakın ıkınma!!

Hastabakıcılar asansörü nasıl tuttular, beni nasıl uçurdular, nasıl doğum odasına girdik saniyeler içinde oldu hepsi!

Doktorun korkusu, asansörde doğurmammış :)

Doğumhanede bi lamba, ayaklı bişey. Ayağı kabloların üstüne denk gelmiş. Sabit durmuyor. Üstüme düşüyor. Doktorun kabloları görücek hali yok. 'tutun lambayı düşmesin, niye düşüyo bu lamba!?'

Ona annem el atıyor, 'durun kabloları çekeyim, düzgün durur' :)

Annem doğumhanede! Eli elimde! Halbuki 3 gün önce ablamlarla konuşurken kararımız şöyleydi.

Annem Simre'yle kalacaktı. Hastanede ablam bulunacaktı.

Çünkü bi öncekinde, ben 12 saat sancı çekerken annem de ayrı bi yerde sancı çekiyordu.

Farketmiştim.

Bebeğin gelişi değildi onun beklediği, sancılarımın sona ermesiydi. Dayanamıyordu sancı çekmeme.

Sinirle bakıyordu etrafa...

O yüzden dedim ki, 'dayanamıyorsun, lütfen sen bulunma. Hem ablam çok güzel masaj yapıyor belime.'

Ama şimdi? Bi baktım annem yanıbaşımda. Elimi hiç bırakmadı.

Belimden itibaren beni koparsınlar dediğim sancılar bitmek bilmedi.

Bu arada saat 03.10

Doktor benden panik. Bebek artık yolun sonunda. Çektiğim sancılar az sonra bitecek. Maksimumdayım zaten!

Ama o nasıl panik. O arada bi de dedim ki; 'bebeğin boynunda kordon var, siz açabilecek misiniz?' :)

'bebeğin boynuna dolanmış kordon için sezeryana almam, açarım ben, sen rahat ol' diyen doktorum yetişemedi :( Biliyorum o da yolda, yolun sonunda :)))

Biliyorum ki benim doktorum yapabilir. O halleder. E peki daha önce hiç görmediğim nöbetçi doktor??

Dua edebiliyorum sadece...

Doktor hala panik, gözleri faltaşı gibi açık...

03.12

ve bizim hızlı savaşçı piyasaya çıkar!

kordonları açarlarken bi ara annemin elini uzattığını görüyorum.. Bi eliyle benim elimi tutarken bi eliyle kordona da el attı :)

O sırada doktorum Altuğ Semiz'in sesini duydum. Yetişti, yetişti! en azından bana yetişti :) O beni toparlarken bebek de bebek doktoruyla bakımdaydı.

Nöbetçi doktor da, bi süre kendine zor geldi sanırım :)

Kim der ki; sakin sakin gece nöbeti tutarken birden 'doğurmak üzere' olan bi cadı gelsin.

Bi de zaten panik olan doktoru iyice panik etsin. 'bakın kordonlar dolanmış ama' 'bakın suyum da yoktu benim ona göre' :))

Sabah saatlerinde ziyaretime önce nöbetçi doktor geldi. Dinlenmiş gibiydi :)

Biraz doğumumdan bahsettik.

Arabada da doğurmam muhtemelmiş!? :)

Doğum odasına yetiştiremeyecek diye panik olmuş.

En son odadan çıkarken 'işte hayat, oluyor bazen böyle şeyler' dedi :)))

Valla ben de neye uğradığımı şaşırdım. Herşey 1 saat içinde oldu. Hastaneye son anda yetişmişiz.

Ama nöbetçi doktorun ismi öğrenemesem de hakkaten eline sağlık.. O anda paniğine panik katsam da, kendi doktorum gibi başarılı olacağına inanmasam da, tanımadığım için ön yargılı olsam da... Pişmanım. Sağolsun, varolsun :)

Bunun adı 'hızlı doğum'muş. Tüm hastane gelip tebrik etti. Bebeğin adı 'yıldırım' olmalı dediler..

Ben de yakıştırdıkları isme yakışır bir şekilde, bir an önce Simsim'in yanında uyuyabilmek için  'yıldırım' hızıyla hastaneden çıkışımı yaptım :)

Cumartesi sabaha karşı 03.12'de doğan bebeğimle birlikte aynı gün saat 23.00'te eve geldim :)

Bir doğum da böyle geçti, bitti... :)

Bir sonraki Post'ta Simsim'in hastanede kardeşiyle tanışma anı..



25.4.14

Ne zaman gelirsin paşam? :)

Günlerden Perşembe,

Bebeğin hareket ve kalp atışlarını kontrol altında tutmak için doktorum her sabah hastaneye çağırıyor.

Sabah yine NST'ye girmek üzere hastanedeyiz. 'tıktık tıktık' dinle dinle, bizim bebenin hala gelmeye niyeti yok.

Dönüşte de çikolata işini halledelim diye annemle Nişantaşı'na uğradık.

Godiva'dan bebek çikolarımızı aldık, sıcak çikolatamızı içtik eve döndük.

I ıh hala tık yok.

Suratımdan düşen bin parça.

Yine kötümser senaryolar yazmalardayım.

Simre ne güzel doğdu, ertesi gün çamaşır astım, evi süpürdüm..

Şimdi ameliyatlı mı olucam. Bebeği ilk ben göremeyecek miyim!

(sezeryan yapmak zorunda kalan arkadaşlarım 'sezeryana düşmanlığıma' alınmasınlar, ben de zorunda kalmak üzereyim, kötü bişey değil biliyorum hatta riskli bi durumda normal yapmak daha kötü bişey)

ve günlerden Cuma,

Yine NST için hastaneye geldik, bu kez Haso'yla.

Çıkışta doktorumuz dedi ki; 'Cumartesi ve Pazar da dahil gelmeye devam ediceksin. Normal gelmesini bekliyoruz son gününe kadar'

Hımm biz de hemen planlar yaptık.

Cumartesi annemle giderim. Simre ablamla olur. Pazar günü de ailecek kahvaltı etmeye çıkar, dönüşte hastaneye uğrarız.

Bu arada ablam ve Sinem'den yoğun talep var.

'lütfen haftasonu doğur. Sezeryanı önümüzdeki haftasonuna al. Çalışıyoruz, yanında olmak istiyoruz'

Sanki bi plan yapabiliyorum. Sanki bebeğin gelmeye niyeti var da bi günleri ayarlamak kaldı...

Artık iyice umutsuzum.

Bu çocuk kendi çabalarıyla normal normal gelmeyecek.

Ben iyisi mi, hastane için hazırladığım çantama tekrar göz atayım belki sezeryan için gecelik değil de pijama daha mı iyi olur..

Akşam Haso eve geldi. Simre'yi uyuttuk. Ben de yoga'ya verdim kendimi.

Kendimi, kafamı, ruhumu esnetirken o da bi yandan Genel Başkan Osman Pamukoğlu'yla telefonda.

'ee ne zaman geliyor misafir?' diye bebeği soruyor...

Ah bi bilsek, bi bilsek! diye yogaya devam ediyorum.

Pelvik egzersizler, kedi duruşu, esneme hareketleri falan filan...

Hurma da mı yesem? Kuran'da geçen 'doğum sancısında hurma'nın mucizesine inanırım.

Bu hafta doğurdum doğurdum, yoksa sezeryan tarihi alıyoruz. Hadi hayırlısı...

Ha doğurdum, ha doğurucam! :)

Simsim 37. haftada paldır küldür gelince;

Tümhan'ın da 36. haftadan itibaren gelme ihtimalini konuştuk durduk.

ve doktorumuzun 'hazır olun' demesiyle. Ha doğurdum, ha doğurucam şeklinde gezmeye başladım.

Ama gelen yok giden yok...

Nerede bu çocuk.

37. hafta oldu tık yok.

Bi baktık, kordonları da dolamış mı boynuna!?

Ultrasona bakarken kendi kendine konuşan doktorumun 'tüh ya, normal doğum yapıcaktık' demesine şahit oldum ya.

Aldı mı beni bi panik!

Demek ki riskli bişey var, demek ki sezeryanla alıcak, demek ki demek ki.. diye diye ettim kendimi iyice panik :)

Oldu 38. hafta. Hala tık yok. Bi de üstüne suyum azalmamış mı!? İki kere kordonu boynuna dolamış, bi de suyum da azalmış.

Başladık her gün NST'ye girip bebeğin kalp atışların ve hareketlerini dinlemeye...

ve doktorum; '10 gün daha her gün kontrolde tutarak normal gelmesini bekleyeceğiz. Kordon sorun değil, onu ben doğum sırasında açarım ama 10 gün sonra gelmezse sezeryan' deyince...

39. hafta oldu.

Ben neden doğuramıyorum diye dolanmaya başladım ortada!

Halbuki kafam bozulduğunda 'amaaan normal doğum da neymiş sezeryan yapcam ya günü belli, zamanı belli... ' desem de arada sırada..

Normal doğurmak istiyorum. Her ne kadar normal bi tip olmasam da; doğumlarım normal olsun istiyorum :)

Hemen arkasından ayaklanmak istiyorum. Çünkü bu kez iki çocuğum var, yatıp vakit kaybedemem vs. vs.

Bu arada tüm bu olumsuzluklar varken boynuna dolanan kordon, azalan su, bebeğin azalan hareketleri; emin olun sadece biri bile olsa her doktor 'hadi sezeryan' derdi.

Ama benim normal doğuma bayılan, gündüz randevuyla sezeryana gelmek yerine, gece gündüz münasebetsiz saatlerde doğuma yetişme meraklısı normal doktorum, gerçek anlamda risk olmadıkça 'Normal' için beni bekletti...

İyi ki de beklemişiz...

Az sonra 'yıldırım' kod adlı doğum hikayem... :)


5.3.14

'maalesef Altuğ Bey'in tüm randevuları dolu :)'

İkinci gebeliğimde yine doktorum peeek sevgili Altuğ Semiz.

Bu kez beni gerçek anlamda 'çekti'! Çektirdim ona :) Ağrılarımdan yana mutsuz olduğum için gülmeyen suratımla hem kapris yaptım hem de bazen ulaşamadım diye kızdım :)

Allah kolaylık versin ona. Meraklı gebe oldu; Bunalımlı gebe. :)

Sanırım hastanenin en yoğun doktoru.

Daha önce de yazmıştım. Randevuyu öyle istediğiniz zamana alamıyorsunuz bir hafta önceden aramalısınız. 

Aksi halde 'maalesef Altuğ Bey'in tüm randevuları dolu' sesi ile karşı karşıya kalabilirsiniz.

Hadi aldınız, orada beklemek zorunda kalabilirsiniz. Çünkü sürekli bir operasyona giriyor ve saatler kayıyor..

Onu seven, tüm bu ihtimallere de katlanıyor. Öyle olmasa bu kadar yoğunluk neden olsun, bence biraz sevmeyin onu, başka doktorlara gidin de bize kalsın :)))

Ultrason sırasında doktorumun kilitlenip sessiz duruşları, o duruşunun arkasında kötü bişeyler mi var diye 'meraktan çatlayan' sorularımla sonuna geldiğim gebelik dönemini saygıyla selamlıyorum :)

Ayda iki kez gitmem gereken kontrollere 2 ay gitmediğim oldu. Neden mi? Benimle ilgilenmeyen, 'vatan milllet sakarya' diyen Haso'nun ne zaman ben ve bebekle ilgileneceğini merakımdan :)

Ama olan keyifli doktor kontrollerime oldu :) Hem ara verdiğim için azarlandım, hem daha çok vakit geçiremedim, hem de kaprislerim beni aştı :)




1.3.14

Hepar Haso, Heppartide!

Bilgisayarı açıp yazmak için az bir vaktim var.

Onu da gecce'de yazmaya ayırayım dedim. Burası beklemede kaldı :)

Hamileliğimin son dönemleri, bulantılar yoğun, ağrılar tavan...

Bu arada pek sevgili eşim Hak ve Eşitlik Partisi İstanbul İl Başkanı oldu :)

İlk hamileliğimdeki gibi beni el üstünde tutup da dizimin dibinde oturan Haso gitti yerine, 'vatan elden gidiyor' diyerek benim gebelik nazımı niyazımı hiiiiiç çekmeyen, 'akşam toplantım var' diye eve çoook geç gelen İl başkanı Haso geldi.

Tabi ki hem ne mutlu diyorum, hem de arada 'isyan' ediyorum.

Çünkü şaka maka hakkaten ilk gebeliğim gibi gezip tozabildiğim bir hamilelik geçirmedim.

Eve kapandım. Simreyle ilgilenemedim. Bulantım. Bacak ağrılarım...

Yine de 'ha gayret' diye diye partinin aktivitelerinden geri kalmadım.

Genel Başkan Osman Pamukoğlu geldiğinde koruma araçlarıyla konvoya katıldım. Tüm etkinliklerde bulundum. Ama sonra iki hafta hasta yattım ayrı :)

Bundan sonra gerekli özveriyi eşim benzerim Haso'dan itinayla bekliyoruz :)



19.2.14

Yaz kızım!

En sevdiğim şey 'yazmak'..

Ama şu i phone, i pad ve twitter sayesinde uzun uzun yazmayı unuttum.
Bilgisayar açmaz oldum...

Yazı yazmayı unuttum, unutucam derken gecce.com'da yeniden yazmaya başladım...

Arada özel haberler giriyorum, şu aralar elde ettiğim uzmanlık alanım 'çoluk çocuk' hakkında yazıyorum, kültür sanat, sinema ve  her ne kadar hamilelik süresince uzak kalmış olsam da göz ucuyla takip ettiğim kadın moda haberleri yazıyorum...

Bayılıyorum yazmaya...

Belki de konuşurken tüketmediğim kelimeleri yazarken defalarca kullanıp harcıyorum.

Belki konuşmaktan daha duygulu yazıyorum, konuşmaya halim kalmadığı zamanlarda sussam bile ellerimle yazarak anlatabiliyorum herşeyi...

Ortaokulda şiir yazmaya başladım.

Kendimin olmayan duyguları çalıp yazdım, acı çekmesem de acıların içinde boğuluyormuş gibi yazdım.. Kanatlanıp uçacak kadar mutlu olmasam bile mutluluktan dört köşeymişim gibi yazdım..

Sonra bir baktım, sahte sapan şeyler şiirler...

Çoğu kayıp zaten, az bişeyler gelmiş benle beraber bu eve, onlar da yeter; ne üstüne koyarım ne onları atarım :)

Aynı yıllarda müziğe döndü yüzüm.

Bi rock grubum olsa hayalim vardı...

Davul mu çalsam? (annemleri eve davul alma fikrine ikna edemedim)
Şarkı mı söylesem? (yok o kadar göz önünde olamazdım)
Gitar?! Annem bayıldı bu fikre, hemen gitar aldık. Kursa başladım.
O da ne 'gıy gıy gıy'!!!
Klasikler önümde, şuna bas, buna bas... Ohoooo...
Ben onları çalmak istemiyorum ki, patada kütede gitarı konuşturmak istiyorum.
Bıraktım dersi yarıda.
Elektro gitar aldık. Allah o ses! Elinin değdiği yerle evde gitarın sesi yankılanıyor....
Tabi bunların hiçbiri profesyonel anlamda bir grup kurmamın ya da gruba dahil olmamın temellerini atamadı.
Bu arada sürekli Taksim Tünel'de geziyorum.
O zamanlar Türk rock gruplarının elemanları oradaki müzik dükkanlarında çalışır ya da ziyaret ederlerdi.
Git gel, git gel.
Alt taraflarda da stüdyolar vardı, gittim bir stüdyoya, baktım demo yapmak için çalışan gençler var.
Hem kayıtlarında bulundum, hem eşlik ettim hem de 'sizi duyurmak lazım' diye yeni bi işe giriştim.

Fanzin!
Evet o zamanlar, fanzin modaydı. Fanatik Magazin. Fotokopiyle çoğaltılan dergi...
Atlas pasajı, Aznavur Pasajı, Akmar Pasajı'ndaki dükkanlara bırakıyorsunuz, onlar satınca parasını geri veriyor.
Ben de başladım yine yazmaya...
Yaz babam yaz.

Araya bi kaç şiir, önsöz, sonsöz, haberler, gruplarla röportajlar, duyurular derken 1 sene 'the rock ula' ismini verdiğim fanzini yayınladım.

Tabiki kar sıfır. Hatta cebimden de verdiğim çok oluyordu ama ne batar ne çıkar çok güzel bi işti. Yaşıma ve boyuma bakan dükkan sahipleri gülümseyerek dergileri teslim alıyor ve paralarını almaya gittiğimde de insanların tepkisini, başarımı yorumluyorlardı.

En çok yerin dibine sokan, daha iyisini yapayım diye 'bır bır bır' konuşansa 'metin Abi'ydi' Atlas pasajında çizgi roman dükkanı vardı; Atılgan, Metin Demirhan.. Öğrendim ki rahmetli olmuş...

O dükkanlarda tanıştığım sayısız rock grubu elemanları, yazarlar, karikatüristler, şairler ve sessizce rock müziği takip eden dinleyici ve okuyucular...

Bir gün Güven abiyle karşılaştığımda 'konuklarımda aksilik oldu, gel bu akşam seni konuk alayım' demesiyle bi de Tv'ye çıkmadım mı? :) (Güven Erkin Erkal o dönemin de bu dönemin de tek haber kaynağı, tv ve radyocusu) gittik. Konuk oldum. Ne dedim, ne yaptım hatırlamıyorum ama şimdi bende öyle bir özgüven ve cesaret yok :)

Sonrasında da İstiklal Caddesinde yürürken tanınmaya, ellerime demo albümler tutuşturmaya, evin kapısına kadar yazı getirmeye başladı rock müzik ile ilgilenen herkes :)

Yine bir sonsuz özgüven ve cesaretle Uzan grubunun yaz boyunca düzenlediği Bodrum Kalesi konserlerine el attım.
Organize eden şirketin sahibi Mustafa Uslu aile dostumuzdu. Gittim, konuştum. Anlattım. Türkçe rock müzik de oralarda olmalı, onlarda konser verebilmeli dedim. İkna oldular :)

Bulutsuzluk Özlemi, Pentegram ve seyircilerini İstanbul'dan otobüslerle götürdüğüm, pasajlarda biletlerini sattığım ama Bodrum'dan gelenin olmadığı Objektif, Kramp, Nuri Kurtcebe konserlerini düzenledim. Konaklama, ulaşım herşey süperdi ama şirket gruplara konser paralarını vermeyince hafif fiyaskoyla sonuçlandı...

Sonra 'Türkiye'de rock müzik, nedir ne değildir, ne yapmalıdır diye paneller, söyleşiler düzenledim konusunda uzman kişileri davet ederek...

Şimdi bakıyorum da en yoğun ve en verimli çağım o senelerimmiş.

Girdiğim sokaklardaki tehlikelerden, tanımadığım insanlarla sohbetlerimde olabilecek kötü düşüncelerden bihaber olmasam da belki 'şans' eseri belki de koruyucu melek annemin gizliden de olsa gözünün üzerimde oluşuyla hiçbir tehlike ve kötü düşünceleri hissetmedim... Gerçi hep 'ezan okunmadan önce evde ol' talimatıyla hareket ederdim :)

Şimdi düşünüyorum da; ben olsam izin vermezdim diyeceğim ama 'hayal'lerini gerçekleştirmesine izin vermemek de ne kadar bencilce...

15 sene önce, kimse kimseye bu kadar kötü bakmıyordu, kimse kimseyi sokak ortasında soymuyordu, kimse kimseyi kaçırıp dilim dilim parçalara ayırmıyordu, tecavüz saldırı hiç duymamıştım, İstiklal Caddesi'ne zaten hava karardıktan sonra hiç adımımı atmamıştım ama şimdi gündüz de gidilmez oldu. Her yerden 'müziğin kokusu' gelirdi şimdiki gibi gürültü, görüntü kirliliği ve olaylar yoktu.

Simsim de hayallerini gerçekleştirsin, ben de 'annem' gibi ona yardımcı olayım, yolunu açayım isterim ama sanırım bir sahil kasabasında izin verebilirim :)))))))

Bi yazmak derken nereden nereye varmışım.

Öyle işte seviyorum yazmayı.




16.1.14

gEbe benim, sobee!

Hamileliğimin ilk aylarında Palamutbükü'nde dağ tepe taşları aşa aşa denize giren, Utv tepesinde tangır tungur gezen ben;

Ortalarında 'ne var canım, yardımcıya ne gerek var' diyerek evin tüm işini yüklenen ben;

Biraz fazla cengaver davranmış olacağım ki; dinmek bilmeyen ağrılarla dolu hamilelik geçirmekteyim...

Ortalığı dağınık görmeye dayanamayan pek sevgili eşim ve annemin arama kurtarma çalışmaları sonucu 'yeni bir yardımcı'ya teslim olmuş bulunmaktayım.

Ama kendisi bir abla, yumuşak nazik ve gerçekten yardımcı...

'Eskiden yardımcı mı varmış' diye çok direndim ama galiba zaman o zaman değil, çocuklar o zamandaki gibi bi terlikle başını önüne eğip oturmuyor.

Kocalar eskisi gibi işte eve gelip, evi tamamen kadına teslim etmiş değiller, evin her köşesiyle, gelen temizlikçinin eksikleriyle, yeni alınan, atılan şeyin farkındalığıyla evde varlar :)

Dolayısıyla kadınların başında 'bıdı bıdı' eden kocalar artık eve yardımcı alınmasına müsaade etmekten çok teşvik eder haldeler...

Eski düşüncesiz kocalar out, yeni moda kocalar in diyorum o halde :)))))))

8.1.14

Dik dur eğilme!

Evde bir kahraman edasıyla esip gürlüyorum...

Temizlik de yaparım çocuk da bakarım, çocuk da doğururum!!

Bir yandan Haso; 'Böyle olmaz, kadın alalım. Hamilesin, yapamazsın' derken

Saçlarım vileda, ellerim faraş misali evde temizlik yapıyorum.

Simre'nin de itinayla evin her yerine saçtığı oyuncakları toparlıyorum...

Hadi temizlik bi süre dayanıyor da şu toparlama işi?!

Defalarca yere eğil; minik bir Barbie ayakkabısının tekini al, doğrul..

Yere eğil tokasını al, doğrul

Yere eğil bebek, kalem, kitap topla topla topla topla....

Haftasonu demek Haso'nun da dağıtmaya tam gaz eşlik etmesi demek olunca,

Bi baktım dik duramaz haldeyim.

Ama bi yandan esip gürlemeye devam ediyorum...

'Ne var canım, Simre 3 gün okulda... İki temizlik bir dağınıklık beni yıkamaz bla bla bla... (bu sırada
pili bitmek üzere olan konuşan oyuncak robot hayal edin)

Bu arada tarafımdan ev halkına yasaklar, sınırlamalar geliyor...

'Simre, oyuncaklarınla sadece odanda oyna. Simre, çıkardığın çorabı sepete at. Simre, onu orda yemeeeeee' ve benzerleri de Haso'ya gelince...

Ev halkından isyan geliyor :)

Herşeye ılımlı yaklaşan, sabır taşı ve 'olsuun'cu anne gitmiş yerine sinirli, tahammülsüz ve
ağrılarından şikayet eden 'ana' gelmiş :)

Bu arada hamileliğim de bir kötü bir kötü geçiyor.
Ağrılarım artıyor, ayakta duramıyorum, belim, bacaklarım iflas eşiğinde...

Ta ki en yakın hastanede acile gidiyorum, 'Noluyorum' diye..

Kendime bakmayı, ilaçları içmeyi, su içmeyi unutmuşum da... :)

Ünlü gurmeler neler dedi?

Yaz sezonunu geride bırakırken, Türkiye'de yeme - içme hayatına yön veren ünlü isimlerden yaza dair iz bırakanlar ve kış sezonu için tüy...