14.11.13

No woman no cry! :)

ve bugün itibariyle No woman no cry! )

Anlamı oldukça tartışılan Bob Marley şarkısının sözlerini artık nasıl anlarsanız yoruma açık bırakıyorum :)

Kadın yok ağlamak yok, hayır kadın ağlama, ağlama kadınım ağlama 3 gün kaldı bayrama, erkekler ağlamaz...

Yaklaşık 2 ay önce böyle bi yazı yazmışım taslaklarda kalmış, yayınlamamışım :)

O yazım:

'Bizim evde uzun zamandır bir 'yardımcı' var :)

Simsim 1 buçuk yaşındayken; ev, yemek, çocuk 3lüsünden yemek olanını vakit bulup da yapamadığımdan açlıktan hastaneye düşmüştüm...

Sonrasında bir 'yardımcı' edindik.

İlki; ben cam silerken bilgisayarımı alıp kamerasıyla chat yapıyodu :)

İkincisi;  hem toz alıp hem de yerleri viledayla sildikten sonra soğan doğrayınca 'çok iş var' diye beni azarladı :)

Üçüncüsü yani şimdiki (2 senedir bizimle) bir gün toz alıp, ikinci gün viledayla dolaşıp, üçüncü gün de soğan doğrama yavaşlığında olunca ve ben ses çıkarmayınca hem yorulmadı, hem de çok titizlik hastası olmadığımdan sevdi beni :)

Varlığının bizim için en önemli noktası; Simsim'i uyuttuğumda gezmeye gidebilmemizdi. Çünkü uyanıp da ağlayınca bize haber vericek, pış pışlayacak birisi vardı.

Tam anlamıyla yardımcı, bakıcı değil. Oldukça 'yavaş' da olsa yardımcı :)

Benim gibi ocağın 4 gözünde aynı anda yemek yapabilen birisi için ocağın tek gözünde tüm gün ancak bir yemek çıkaran birisiyle anlaşmak zor oldu ama oldu çünkü güvenilir...

Güvenilir ama alıngan, lafını esirgemeyen, gelen misafirlere kafa tutan, sevmediğine poposunu dönüp giden, sevmediği için yüzüne bakmayan kaprisli :)

Kimi zaman kendini arkadaşım sanan, banyodan çıktığımda karşıma çıkan, sabah uyandığımda odama giren, kimi zaman 'bilgisayarımda önemli belgeler var oyun oynamasan' dediğimde ben yeni bilgisayar alırım diye eve bilgisayarla gelen...

Çoğu zaman dişlerimi sıktığım, çoğu zaman kelimeleri yuttuğum, ya sabır dediğim..

Kendisi bana bu zamana kadar olabildiğinde yardımcı oldu, aslında yanıma yar, yoldaş oldu :) ama şimdi Simsim okula başladığından beri ne benim yardıma, ne de evin toparlanmaya ihtiyacı kalmadı...

Açıkçası geceleri yayıla yayıla ailece evde olmanın tadını unuttum...'

Yazmışım... :)

Kulağına kulaklığını takıp da çığlıklarımla bile beni duymayan, yanına gidip sakince bir şey rica ettiğim 'yardımcı' bugün itibariyle yok... Bi odamız boşaldı...

Uzun zamandır düşünüp de rahatsız olduğum durumu sonuca kavuşturmuş bulunmaktayım.

İş başa düştü. Gece gezmeleri derseniz, zaten pek halim yok gebelikten, çok gerekirse de her ne kadar dünyanın öbür ucuna taşınmış da olsa yatılı gitmeyi pek sevdiği teyzesi ve bize oldukça yakın anneanne, babaannesi var.

Evimizin 1 bireyi olan Sinem'e sert ve kötü bakışları, ikimize çay istediğimizde 1 tane getirmesi, kaşlarını çatması, oflaması ve koridor boyunca söylenmesi gibi garip davranışlarını düzeltemedik :) Birinize denk gelir de, birlikte çalışma fırsatınız olursa siz öğretirsiniz artık :)




It's a ? ? :)


Bulantılarım, halsizliğim ve durmadan çişe gitmelerim bitmek bilmez.

Bu derdime derman bulunmaz.

Hiç et yiyemem.

Kebapçılardan köşe bucak kaçarım.

Balığı da bayramda Yunanistan'da ne yediysem o.

Alışveriş Merkezlerini gezemem, tansiyonumun biri anyada biri konyada bayılırım.

Limon stokları eritirim. Tuzlar, tuzlar limon yerim.

Turşu yapmış Haso'nun halası, kavanozun içine düşerim.

Limonlu soda tek içeceğim.

Yanlara doğru şişer dururum.

Çin takvimine göre ikinci kız ana adayıyım.

Peki sorarım size ey ahali; Haso'nun çoooooooooooook istediği erkek bebe nasıl görünür ultrasonda :)

Evet; it's a boy! :)

Allah sağlıkla dünyaya gelmesini ve bol uyku ve ağlamasız büyümesini nasip etsin

ama diyeceğim şudur ki; ne yediğinizin, ne vucut kıvrımlarınızın, çin takviminin, bıçak üstüne oturup  kafanızdan aşağı tuz dökülmesine bakmayın :)

13. haftaları bekleyin doktorunuz cinsiyeti söylesin.

Ha tabi doktorunuz da benim caaaanım doktorum Altuğ Semiz gibi cinsiyeti görene kadar gıkını çıkarmayan,

tam emin olduğunda kız ya da erkek diyebilen garantici bir doktorsa..

Şimdi ben 'mavi mavi' google'lıyorum. Erkek bebesine alışma sürecini atlatayım :)

Bu arada Simsim kesinlikle 'kız kardeş' istiyo, erkeği nasıl anlatıcaz bakalım :)))

Kenan Erçetingöz'le yüzyüze :)


Annem ve mühendis babamın, üzerimde kurdukları 'doktor, mühendis, mimar, avukat' hayallerini gerçekleştirmek üzere 'hukuk' bölümüne yazdırıldım :)

Onların hayali, avukat olmam...

Benimkiyse, gazeteci, yazar falan olmak :)

N'oldu? Ortayı bulduk :)

Hukukta okurken gecce.com'daki bi ilanla 'n'olur sizinle çalışayım' diye gittiğim Kenan Erçetingöz'ün yanında işe başladım.

O sırada onun da bi projesi varmış, kısmet; en başından ona dahil oldum: restoran ve otel rehberi çıkarmaya başladık :)

Yaklaşık 6 sene bazen freelance bazen full time çalıştım, yazıları hazırladım, internet sitesini yönettim, köşe yazdım 4 köşe oldum zevkten :)

Ama tabi ben evlendim; mıy mıy oldum :)

Eski esnek çalışma saatlerim, dergi sayfaları arasında uyukladığım anlar geride kaldı;

saatler süren trafikle eve gelme çabam, temizlik ve yemek yaparak hem çalışıp hem de  iyi bir ev hanımı olabiliyorumu kanıtlama çabam gündeme geldi :)

Sonrasında yoruldum, pes ettim, işten ayrıldım aklım kalarak...

ve geçenlerde hamileliğin verdiği duygusallık patlamasıyla babamdan başka tek patronum Kenan Erçetingöz'e yazdım :)

Zaten ayrıldığım günden beri ara ara rüyalarıma girse de çekip gitmenin verdiği mahçubiyetle aramayı hep erteliyodum...

Geçenlerde görüştük, çok özlemişim...

Tabi özlerken; işyerindeki esip gürleyen hallerini tamamen unuttum da özledim :))))

Şimdi Pazar günleri Star Tv'de öz hakiki yüzyüze başladı, kaçırmayın derim! Bu hafta Gülben Ergen..

26.9.13

Tek silahımı da aldılar elimden!!

Hamileliğim pek mutlu, mes'ut geçer ya benim...

Tek derdim ilk 3 ay olan mide bulantısı ve başdönmelerim.

Yine fenalardayım..

Hani 'aşerme'nin tıbben hiçbir gerçekliği olmadığını; psikolojik bunalımdan sebep 'koca kullanma, süründürme sanatı' olduğunu Haso'nun yanında açıklayan sevgili doktorum yüzünden AŞEREMEDİM ya!

Her seferinde 'canım Altuğ Bey nasıl güzel açıkladı di mi' diye önümü kesen o cümleler;

halbuki 2 adet yeşil erik için, çok tatlı yarım dilim çekirdeksiz karpuz, mango ve diğer mevsimsiz meyveler için Haso'yu delirtcektim! :)

Şimdi onu geçtik; 'mide bulantılarım yüzünden' yatakta maymunlar gibi yuvarlandığım, koltuktan başımı kaldırmadığım günlerin de üzerine kara bulutlar çöktü!

Bi yandan sevgili beni doğuran ana!nın 'ay hep hasta, perişan hep yatıyo' bi yandan sevgili eşimin 'evde çektiğimiz azabı bilemezsiniz Altuğ Bey' demesi üzerine

Doktordan onaylı;

'Miden bulanabilir ama yatma, hasta değil hamilesin' gazını almışım yine yine Haso'nun yanında; e ne haddime yatmak, uzanmak, dışarı çıkmıycam naraları atmak :)

Herşey 1 yana da; Haso'dan Allah razı olsun.. Yine, yeniden tüm CAN'lılığıyla çok yanımda.. Sana bu göbekler, kusmalar feda :)


Direnişlerde beni 'yok' yazın :(


Vatana, millete geçmiş olsun! 

Direnişlerde yokum artık!

Karnımda bebe var :)

Bi tane daha vatansever yetiştiricez tamam ama direnişlerde direnenanne olarak göremeyeceksiniz beni...

Ruh hastası bir diktatörün emri ile gaz yerim yemesine de, karnımdaki bebeğime zarar veremem!!

Bu saatten sonra beni mikrodalga önünde, kuaförde boyada (saçlarım bembeyaz depresyondayım), fast food restoranlarda, direnişlerde, gece gezmelerinde göremiceksiniz :) 

Allah'ım minik bedenini yaratmaya başladı; 

Bu süreci yakından bilip takip edip de Allah'a değil de 'mucizelere' inananların mantığını anlamak zor!

Allah sağlıklı, uykulu, uslu 1 bebe nasip etsin 3'ü bi arada ailemizi 4göz yapıversin :)

Darısı tüm ailesini genişletmek, salon salomanje kıvamına gelmek isteyenlerin başına :)

Hey Leylek! :)

Yaz başında havada gördüğüm 'leylek'lere 1 mesajım var.

Beni iyi gezdirdiniz! Tüm yaz popomuzun üstüne oturmadık ana-kız :)

Sayenizde dağ, taş, koy, köy, deniz geziverdik...

Şimdi yine size işim düştü!

Simsim'e kardeşi Mayıs'a kadar çabuk çabuk getiriiiiiin!!!!

Yes! Meraklıanne yine 'gebe' :)

Ama bu kez o kadar fazla meraklı değil :)

az meraklı ama kuşku, paranoya hala damarlarımdaki asil kanda mevcut!

Tüm zamanların en iyi kararıyla seçmiş olduğum doktorumun kapılarını aşındırmaya başladık!

Bugünkü kontrolde 'hıhım' demesiyle 'ay noldu' feryadım; 'paranoyamı' kanıtlamış olsa gerek :)

Altuğ Semiz; Ultrasonla bebeğe bakarken 'onu gıcık tutamaz, öksüremez, sinek konsa burnuna kafasını sallayamaz' :)

Bunların herhangi biri gerçekleşirse bebeğe bişey oldu da yapıyo bu hareketleri sanır kalpten giderim mazallah :)


21.9.13

Simsim Montessori Okullu Oldu!

İtiraf etmeliyim;

Çocuğunun okuluna karar vermek için 1000 tane okul dolaşan, çoook kararsız kalan bi anne olurum sanıyodum da sabit fikirliliğim sayesinde ilk ve tek baktığım okulda karar kıldım!

İlle de Montessori dedim! Taktım kafaya..

Çünkü Simre tam bir Montessori çocuğu; 'kendim yapabilmek için yardım et!'

Yani 'benim işimi benim yerime yapma anne' diye bağıran bir çocuğun sistemi...

Bizim yakada Florya'da Balarısı Montessori'yi gözüme kestirmiştim...

Giden arkadaşlarımdan aldığım güzel duyumlarla birlikte gidip ziyaret ettiğimde kafama takılan tek şey masanın üzerinde duran 'zaman gazetesi' oldu...

Ama dünyalar tatlısı Gözde'yle konuşmalarımızla öncelikle kendi görüşümüzü, eşimin ne uğrunda siyasete girdiğini ve kızımızın da Atatürk ışığında yetişmesini istediğimden bahsettim.

Sonrasında Gözde beni önyargılarımdan kurtarıp, Montessori eğitim sistemini zaten Atatürk'ün tavsiye ettiğini hatırlattı ve tek takıldığım konudaki tüm gölgeleri geride bıraktık :)

Şimdi Simsim inanılmaz mutlu! Öyle suluboya takımları, boya kalemleri ve defterleri almalı vermeli bir okul değil bu...

Lazım olan tek şey bir saksı çiçekti :)

Duvarlar da öyle rengarenk boyalı, mickey'li falan değil.

Hayatın gerçekleri, yalın ve düz mantıkla öğretiliyor ve çocuğu renkli dünyalar alemine değil hayata sabırla hazırlıyor :)


Merak edenler için Montessori nedir ile ilgili bir yazı:

Annelerin, babaların, eğitmenlerin son dönemlerde çokça konuştuğu eğitim sistemi Montessori... Hatta dünyada ismi duyulmuş birçok ünlü, bu eğitim sisteminden yetişmiş. Peki nedir bu Montessori? Neden dünyanın en başarılı eğitim sistemi olarak anılıyor?

Alın size dünyanın en büyük şirketi "Google" nin kurucuları… Sergey Brin ve Larry Page birer Montessori eğitim sisteminin mezunları…
Evet sistem konuşuluyor ama nasıl bir eğitim sistemi, önceledikleri nedir, mevcut eğitim sistemden farkı ne? Neden dünyanın en başarılı eğitim sistemi? Bu sistemi ilk Türkiye'ye kim getirdi?
Türkiye'de yeni yeni yaygınlaşmaya başlayan bu eğitim sisteminin tüm ayrıntılarını Fatih Üniversitesi Öğretim Öğretim Görevlisi ve Çocuk Gelişimi ve Montessori Eğitim Derneği Başkanı Adem Güneş'le konuştuk...
Çocuklarda ‘vicdan eğitimi' olmadan, ‘davranış eğitimi' olamayacağının altını çiziyor Adem Güneş.
Hatta ceza ile çocuk eğitimi olamayacağını ısrarla vurgulayan Güneş'in çalışmaları Bristol Üniversitesi'nde Yüksek Lisans ve Oslo Üniversitesi'nde araştırma konusu oldu.

DÜNYADAKİ EN BAŞARILI EĞİTİM SİSTEMİ, MONTESSORİ EĞİTİMİ
Son günlerde Montessori Eğitimi sözünü sıkça duyar olduk… Nedir bu Montessori meselesi?
Montessori bir isim aslında… Maria Montessori isimli bir İtalyalı bayan profesörün soyadı… Kendi geliştirmiş olduğu bir eğitim "felsefesi" de Montessori Eğitim Sistemi diye anılıyor…
Kimdir Montessori?
Aslında trajik bir yaşam öyküsü vardır bu sorunun ardında... Avrupa'nın en karanlık döneminde İtalya'da yaşayan ve kadın olduğu için eğitim yaşamı boyunca dışlanan… Ve fakat bütün bu dışlayıcı tavırlara rağmen eğitimine ısrarla devam edip, İtalya'nın ilk kadın doktoru olan… Ve daha sonra da yine var olma savaşını sürdürerek Roma Üniversitesi'nde Profesörlüğe kadar yükselen bir yaşam öyküsü bulabilirsiniz Montessori isminin ardında… Ve belki de bütün bu baskı ve zorlamalara ve diktatör Mussolini'ye rağmen bu ülkeden dünyaya yayılan bir eğitim sistemini görebiliriz aslında bu eğitim sisteminin ardında…
ÇOCUK MERKEZLİ BİR EĞİTİM ANLAYIŞIDIR MONTESSORİ SİSTEMİ
Mussolini'den bahsettiğinize göre yeni bir sistem değil o halde bu sistem…
Aslında ülkemiz için yeni fakat dünyada 1906 yılından bu yana uygulanıyor…  Ve bu gün akademik olarak ölçülmüş en başarılı eğitim sistemi. Zira bu eğitim sisteminin odak noktası çocuk… Yani çocuk merkezli bir eğitim anlayışı yatıyor…
Ülkemizdeki eğitim sistemi de "çocuk merkezli" olarak tanımlanıyor, farkı nedir bunun?
Aslında her ne kadar ülkemizdeki eğitim sistemi de "Çocuk merkezli" olarak tanımlansa da, aslında öyle değil… Ülkemizde "müfredat" merkezli bir eğitim var… Standart bir müfredatın, belli bir süre dâhilinde bütün ülke genelinde uygulanması zorunluluğu var… Böyle olunca nasıl "çocuk merkezli" eğitim diyebilirsiniz ki? Çok pratik bir örnekle izah edecek olursam, örneğin "her çocuk aynı hızda öğrenemez" Çocukların farklı öğrenme hızları vardır… Siz tek bir müfredat ve tek bir zaman dayatması yaparsanız bunun adı "öğrenci merkezli" bir eğitim diyemezsiniz…
MONTESSORİ EĞİTİMİNDE CEZA VE MÜKÂFAT YOKTUR
Peki, nedir ülkemizdeki eğitimde uygulanan sistem…
Yani, ülkemizde "klasik eğitim sistemi" uygulanıyor… Buna göre "ders verilir, sınıf yönetilir"… Öğretmen sınıfta otoritedir… Düzen bozan çocuklar olursa ceza veya mükafaat ile çocukları disipline eder… Ama Montessori Eğitiminde ceza ve mükafaatın yeri yoktur…
BU EĞİTİMDE ÖĞRETMEN PASİFTİR, BAŞARI YÜZDE 70 ÖĞRETMENE BAĞLIDIR
Nasıl yani… Çocuk düzeni bozarsa ceza verilmez mi, ya da ne bileyim ödevini iyi yaptı diye mükâfatlandırılmaz mı, teşvik etmek için…
Hayır… Çocuk ne yanlışından dolay cezalandırılır… Ne işini iyi yaptı diye mükâfatlandırılır… Ceza ve mükafaat çocuğu dış disiplin yöntemidir, hâlbuki bu eğitimde çocuk içsel bir disiplin ve kuralları bir zorunluluk olarak değil, kendi içinden gelerek uygular hale gelmektedir… Eğer çocuğa "koşulsuz saygı" duyularak ve ona hitap eden bir eğitim sunulur ise bunlara gerek kalmadığı görülmektedir… Zaten bu eğitimin ortaya çıkarttığı en önemli özelliklerden biri bu… Eğitim sırasında çocuğa ceza vermenize gerek yok, o zaten öğrenmek istiyor…  Klasik eğitimin yanlışı, çocuğa hitap edememesidir… Bir başka özellik daha söyleyeyim Montessori Eğitimi'nin; bu eğitimde öğretmen pasiftir… Ve eğitimdeki başarının yüzde 70'i öğretmene bağlıdır… Klasik eğitimde ise öğretmen "aktif"dir ve başarı öğrenciye bağlıdır…
Nasıl yani, hem öğretmen "pasif" dir diyorsunuz hem de başarı öğretmene bağlıdır diyorsunuz bu bir çelişki değil mi?
Hayır, çelişki değil bu çocuk gereğini tanımaktır… Zira öğretmenin sınıf içindeki pasif konumu, çocuğun kendi fıtri hali ile ortaya çıkmasına neden olmaktadır… Bu açıdan bakıldığında öğretmen sınıf içinde "tevazu sahibi" olmalıdır… Yani çocuğun yanında kendisinin daha üstün ve daha çok bilen birisi olarak görünmemelidir… Böylece çocuk öğretmeninin çok bilmelerinden eziklik duymadan ve kendi acemi yol alışlarında ondan bir "rehber" olarak destek alarak ilerler…
MONTESSORİ ÖĞRETMENİ HOŞGÖRÜ SAHİBİDİR, YAVAŞTIR
Ve Montessori öğretmeni hoşgörü sahibidir, çocuğun yanlışları onun öğrenmelerinin bir parçası olduğunu bildiği için, yanlış yapmasına müsaade edecek kadar "sabır" içindedir… Montessori öğretmeni "yavaş"tır… Zira ruhsal öğrenme süreci yavaş ve sükûnet içinde gerçekleşir… Bunun için öğretmen sınıfın içinde çocuğun biyolojik ritmini bozmadan, yavaş ve sekine içinde hareket eder… Öğretmen sessizdir ve Montessori okullarında sessizlik hâkimidir… Klasik eğitimde olduğu gibi çocukların bir "hurraaa" diyerek tenefüse çıktığı veya yemeğe koştuğunu göremezsiniz… Çocuklar kendinden emin ve güven duygusu içinde okul içindeki faaliyetlere katılırlar… Bu açıdan bakıldığında öğretmen çocuğun fıtratının ortaya çıkabilmesi için bu özellikleri barındırmalıdır…
GOOGLE'IN KURUCULARI MONTESSORİ SİSTEMİNİN MEZUNLARIDIR
Var mı öyle somut olarak bu eğitim sistemi ile eğitim alarak ismi duyulmuş olan kişiler…
Belki bu sorunun cevabı sizi oldukça şaşırtacaktır… Şuan dünyada ismi duyulmuş birçok ünlü bu eğitim sistemi içinde kendi fıtratını bularak başarılar elde etmiştir…
Örneğin?
Alın size dünyanın en büyük şirketi "Google" nin kurucuları… Sergey Brin ve Larry Page birer Montessori eğitim sisteminin mezunlarıdır… Ve aldıkları bu eğitimin kendi fıtratlarını bulmada ne kadar büyük destek olduklarını her gittikleri yerde anlatmaktadırlar…
Var mı başka örnek?
Buyurun size, yine dünyanın en büyük e-ticaret şirketi olan www.amazon.com sitesinin kurucusu olan Jeff Bezos da… Veya dünyanın en "çılgın" projesi olan ve bu gün dünyanın en geniş internet ansikolpedisi olan www.wikipedia.org sitesinin kurucusu Jimmy Wales'da Montessori eğitimi almış birisidir…Size daha çok şaşıracağınız bir örnek daha vereyim, dünyanın en etkin gazetesi olan The Washington Post'un sahibi ve editörü Katherine Graham'da bir öğrenci merkezli eğitim ile dünyayı etkileyen insanlar arasında yerini almıştır… Bunun yanı sıra bu eğitim sisteminin kendi ülkelerinde yaygınlaşması için birçok lider aktif rol almıştır… Amerika Birleşik Devletlerinden Hindistan'a kadar birçok ülke lideri kendi ülkesindeki çocukların da "cezadan ve mükâfattan" arındırılmış kendi fıtri halleri ile eğitim görebilmesi için çaba sarf etmiştir…

ÜLKEMİZDE İLK DEFA BU SİSTEMİ TEŞVİK EDEN LİDER ATATÜRKTÜR
Bizim ülkemiz liderleri bu gelişmelerden haberdar değiller mi?
Ülkemiz eğitim tarihine baktığımızda Montessori Eğitimi'ni teşvik eden ve takdir eden liderin Atatürk olduğunu görüyoruz… 1 nci marif kongresi toplandığında orada yeni eğitim sistemlerine övgü dolu sözler söylediğini ve dil bilen "genç muallimlere" Maria Montessori'yi öğrenmelerini tavsiye ediyor… Ancak Atatürk'ten sonra klasik ve baskıcı eğitim sistemine devam ediliyor… Dönem dönem ülkemiz gündemine girmiş ama yerleşmesi gerçekleşmemiş… Zira az önce de söylediğim gibi bu eğitim sisteminin merkezinde "eğiticinin eğitilmesi" var… Ve bir eğiticiyi belli ruhsal kazanımlar ve dinginlik seviyesine getirmeniz oldukça zor… Hele ki klasik eğitimden böylesi bir duyarlı eğitime geçmek öyle kolay olmuyor… Ama son yıllardaki Montessori Eğitimi ile ilgilenen liderleri gördükçe memnuniyetim artıyor…
Var mı ülkemiz yöneticilerinden konuya yakınlık gösterenler?
Evet var… Örneğin İstanbul Bahçelievler'de ciddi pilot uygulamalar görüyoruz… Bunun haricinde çok saygı değer isimlerin Montessori okulları açtıklarını görüyoruz… Ama onların izni olmadığı için burada isim zikretmek istemiyorum… Sadece şu kadarını söyleyebilirim, önümüzdeki yıllar ülkemiz eğitimi açısından dev reform yılları olacağına inanıyorum… Ve inanıyorum ki bizim çocuklarımız da ceza ile sindirilmeden ve mükafaat ile yönlendirilmeden, oldukları hali ile kabul gördüğü bir eğitim sistemini keyifle yaşayacaklar…
Ayrıca bu eğitim sisteminin yaygınlaştırılması için de ülkemizde bir dernek kuruldu… Çocuk Gelişimi ve Montessori Eğitimi Derneği. Bu dernek de yine modern eğitim sistemlerinin ülkemizde tanınması ve yaygınlaştırılması için faaliyetler organize ediyor… Bir başka deyişle dünyada 1906 yılından bu yana uygulanan ve akademik olarak en başarılı olan eğitim sistemlerini ülkemizin de tanışması için faaliyetler yapıyor…

HER KADEMESİ VAR BU EĞİTİM SİSTEMİNİN
Bu eğitim hangi yaş gurubuna hitap ediyor, yani sadece okul öncesi gibi…
Yo hayır… Okul öncesinden başlıyor, ilkokul, ortaokul ve liseye kadar devam eden bir düz çizgi… Her kademesi var bu eğitim sisteminin…
Sanırım asıl mesele eğiticilerin eğitilmesi… Peki, bu konuda girişimler var mı?
Evet… Şuan ülkemizde ilk defa meslek lisesi kendi programının içerisine Montessori Eğitimini aldı. İstanbul Üsküdar Kız Meslek Lise'si Montessori eğitimi dersleri uyguluyor… Ve üniversite olarak da ülkemizde de ilk defa Fatih Üniversitesi Meslek Yüksek Okulunda Montessori Eğitimi dersi veriliyor… Her ülke bir yerden başlıyor, sanırım ülkemiz de yüz yıl sonra da olsa bir yerlerde başlamış durumda…
Aslında ben bir şey daha ilave yapmak istiyorum… Bu eğitim sistemi bize çok yabancı da değil, insana insan olduğu için saygı duyulan ve mütevazı bir sabır ile çocukların fıtri hallerini ortaya çıkartan eğitim şekli bizim kendi kültürel değerlerimiz içinde de var… Sabır, hoş görü bunlar kendi değerlerimiz aynı zamanda… Ancak görülen o ki, bizim bu değerlerimiz akademik olarak Avrupa'da karşılık bulmuş ve oradan dünyaya yaygınlaşmış… Biz ise kendi hoşgörü temelli insan odaklı eğitimi bırakmış bu gün klasik eğitimin çıkmaz sokaklarında çırpınıp duruyoruz…


Leyleği havada gördük! :)

Bayram öncesinde bi Yunan adasına taktık kafayı...

Uçakla mı gitsek, Atina'dan feribotla mı geçsek, yoksa elimizdekilerle yetinip çoluk çocuk bize yakın Yunan Adalarına mı gitsek...

Kalabalık bi tatil planı olunca bizimkisi, karar vermek biraz zor oldu...

Selin - Sabri - Efecik :), Gözde - Ali - Can bebeği ve bakıcısı :) ve biz Haso - Sito - Sim :)

Haldır huldur karar verdik, booking'den gözümüzü kapadık deniz kenarında 9 musses diye bi otele rezervasyon yaptırdık.

Ayvalık'a kadar arabayla gidip, oradan feribotla Midilli'ye geçecektik...

Geçmesi biraz zor oldu ama olsun başardık ve 3 günlük cümbürcemaat bi tatille tatil sezonumuzu açmış bulunduk :)

Sonrasında Haso, İstanbul'a geri döndü ben arabayla ananeyi de yoldan kaparak Simsim'le birlikte Palamutbükü'ne gittim..

Simsim'in köyü... Sabahtan akşama kadar turkuaz denizinden çıkmadığı... Güneşten 1 gr rahatsız olmadığı, uykusunu düzenli uyuduğu doğal hayata öyle kolay uyum sağladı ki bebecim :)

Sonra daha da doğal hayat yaşayan teyzeme gitmeden olmazdı.

O da çok önceleri Köyceğiz'i keşfetmişti :)

Kedileri, köpekleri, meyve bahçeleri ve güzel eviyle Saadet anneme gittik.

Gezi Parkı eylemleri sırasında bulduğu ve adını Eylem koyduğu köpeğine Simsim aşık oldu :)

Onu da aldık hep birlikte teyzemin keşfettiği gizli şelaleye gittik :) Öyle güzel bi gündü ki...

Hem onu nasıl özlediğimi, hem de Simsim'in teyzeme hayranlığını görmek muhteşemdi :)

Dalaman Havaalanına 10 dakikalık mesafede oturan teyzeme tekrar gitme planlarım pek gerçekleşmedi ama olsun illa yazın gitmek şart değil nasılsa biz de köylüyüz ve leyleği baya bi havada gördük artık :)

Ha bu arada doğal yaşama fena halde kafayı takmışken;

Simsim'in bebekliğinden beri organik meyve ve sebzelere özel pazarlarda para bayılırken elimizle sebzelerimizi toplayacağımız Kırklareli'nde dedenin çiftliğine de gitmeyi ihmal etmedik.

Oradaki keçiler, civcivler, tavuklar, meyve ve sebzelerle musmutlu bi gün geçiren Simsim'i İstanbul'da apartman dairesinde nasıl büyüteceğimi kara kara düşünür oldum :)

Tanrı bizi çok sevdi! :)

ve Mayıs''ta başlayan Datça maceramız 1 ömürlük oldu!

Daha önce de yazdığım gibi çocuk doktorumuz Gökhan Mamur demişti ki; 'Datça'ya gidince mutlaka Palamutbükü'ne uğrayın'...

1 uğradık, pir uğradık!

O günden sonra İstanbul'a gelir gelmez annemin başının etini yedik :)

Sonra ne mi oldu? Bi köyümüz oldu!

Bize taş ev yapabileceğimiz küçük bi arsa ve badem ile zeytinlerimizi kendimizin toplayacağı bir tarla ile Datça'lı olma yolları göründü :)

Şimdi Tanrı bizi çok seviyor! 1 ömür sevecek inşallah! 

Badem toplamaya yetiştik, bademlerimizi kırdık, yedik :)

Sıra geldi zeytinlerimizin olmasını beklemeye ve kendi zeytinyağı üretimimizi kendimizin yapacağı 'organik' ötesi yaşama alışmaya :)

Geçen hafta biz oradayken arılar ballarını yaptılar, toplamalarına şahit olmak için çocukların peşlerine takıldık :) Sii'yi sırtından arı soktu :) Şimdi elimizde petek kokulu nefis ballarımız var, balı yapan arıları da tanıyoruz  :)

Şimdilik evimizi yapacağımız alana yakın olabilmek için tuttuğumuz evde çok rahatız, neredeyse tüm yazımızı orada geçirdik...

Komşularımız, köylüler ve çocuklarda; siyasetle kirlenmiş yobazlaşmış İstanbul'dan eser yok...

Köyümüzde hırsızlık yok!

Burada on kere kapı kitleyen, otoparka çift kapıdan alarm sistemleriyle giren biz, geceleri panjurları indiren biz, orada neredeyse kapımız açık yatar olduk :)

Herkesin kapısı açık, o anda uykusu gelen gidip birinin evinde uyuyabiliyor!

Herkesin arabasının anahtarı üzerinde; o anda arabaya ihtiyaç duyan arabayı alıp gidiyor sonra yerine koyuyor :)

Herkesin telefonu, parası ortada kimse dokunmuyor.

Burada hırsızlık yok; ödünç alma var :)

Ödünç alıp işini gördükten sonra kötü niyetle ele geçirmeye gerek kalmıyor zaten :)

Biz de alıştık bu duruma...

Bakıyoruz, çeşme başında bi araba, sahibi de tanıdık, anahtarı üstünde alıyoruz gidiyoruz :)

Gençler ya 2 teker üstünde kask, korku bilmeden yollarda... 

Ya da 4 teker Doğan üstünde... Araba yolda kalırsa hemen arkadaşınınkini alıyorlar, kayışı kopra bağlayıp devam ediyorlar :) 

Biraz Allah'lık da olsa hızlı gidiyorlar! Biz Abs, Eds'li en lüks arabalarda kurulup da, asfaltı kaymak gibi yollarda ufak bi çukur görüp de söylenirken; onlar virajlı yollarda kapıları giderken açılan Doğan'larda Allah'a güveniyorlar!

Güzel araba kullanıyorlar, yollar virajlı bi tarafı uçurum... Karşıdan gelen yolu bilmiyorsa kafa kafaya gelmek muhtemel :)

Köyle Palamutbükü sahil arası 4 km... Defalarca o yolu gidip geliyorlar.. Buralar çok sakin..

Biraz eğlenmek isterlerse Datça'ya gitmeleri gerekiyor. Hadi gittiler diyelim; dönüşte o virajlı yollarda, alkollü dönmek ne mümkün; anneler hep dua ediyor arkalarından...

Doktor yok, Hastane yok...

En donanımlı hastane taaa Muğla'da... Allah mecbur etmesin ama zaten o doğada, o natürellikte doktora falan da ihtiyacınız olmuyor!

100 küsür yaşlarında teyzeler, amcalar çeşmeden su taşıyor. Yardım edelim mi diyince de; 'ölmedik ya daha, taşırım ben' diyorlar :)

Oraya ölüm 'kaza'yla geliyor! Motor, araba, traktör kazaları... Hastalıklı kimse duymadım.. Şeker yok, tansiyon yok, kalp yok :)

Ha bu arada köyde ev tuttuk falan diyoruz ya;

E yılansız da olmaz di mi :) İlk yılanı 'hayatında sadece yılan korkusu' olan Sii'den saklamayı başardım da ikinci yılana birlikte şahit olduk :)

Yavru yılan ama çok tatlı, kafasını kaldırıp kaldırıp tıssslaması yok mu :)

Psikopat mıyım da seviyorum, hayır değilim ama alışığım :) 

Yalova'daki çiftliğimizde büyükbabamla derilerini toplardık, terliğimle ayağım arasından geçip dururdu yılanlar da umursamazdım :) 

Sanırım o günlerden kalma; ama maalesef onun dışındaki herşeyden korkuyorum, Her türlü böcek, solucan, karanlık, insan :))))) 







5.6.13

Unutma, unutturma! Anlat! Herşeye rağmen sakin ol!




31 Mayıs'ta hükümetin emri ile sayısız polis çimenlerde kahvaltı eden gençlere TOMA'dan su fışkırtarak lokmalarını ağzına dizdi. Bir uçtan bir uca fırlattı! Masum bir eylemdi. Polis ve hükümet haksızdı!

Bu gençler; Başbakan'ın bilgisiz halkı kandırmaya çalıştığı gibi 'CHP'nin kışkırtmasıyla orada bulumuyorlardı! Doğayı koruyorlardı!'

3 Büyük takımın taraftarları omuz omuza gaz yedi, tazyikli su ile havalara uçtu! Ama yine de sadece 'Faşizme karşı omuz omuza' naraları attı! Hatta içlerinden fanatik bir Beşiktaş'lı 'sabaha karşı uyandığımda perişan haldeydim, boynumda Galatasaray atkısına sarılıp uyumuşum' diye 'omuz omuza'nın ne anlama geldiğini pekiştirdi!

Polisten şiddet gören, yaşadıklarından ötürü sakinliğini koruyamayan bazı gençler, Beşiktaş'a indi. Orada gaz bombaları daha yoğun bir şekilde devam etti. Bir önceki gün Taksim'de 3 büyük takım ile omuz omuza saldırılara karşı duran Çarşı grubu yardım istiyordu. Onlarca yaralı ve belki de gazdan dolayı hasarlı insan vardı, polis tüm gece saldırdı!

Bu arada Polis, gezi parkından çekildi. Etrafta korkunç görünümlü polisler yoktu ama helikopterle gaz atmaya devam ediyorlardı. O akşam annem ve en yakın arkadaşımın annesi annem bana emanetti. 'iyi misiniz, iyi misiniz?' diye sürekli gözlerine bişeyler sıkıyor, ağızlarını kapatıyor, tedirgin ve ciğerimiz yana yana elleri, yüzleri tertemiz ve çok kibar gençlerle bir arada sadece sohbet ediyorduk.

Başbakanın çapulcu dediği gençler; Sürekli 'bir şeye ihtiyacınız var mı, yardım edelim mi' diyorlar, en ufak bir değmede 'çok afedersiniz, çarptım özür dilerim' diyorlardı! Şöyle söyliyim 'yüzlerinde nur vardı, badem bıyık değil!'

Gezi parkındaki şiddetin gerçek yüzünü 'sosyal Medya'dan (hani şu başbakanın başımıza bela dediği)öğrenen tüm Türkiye ayaklandı! Meydanlara 'faşizme karşı omuz omuza' diyerek sesini duyurmak için çıktı AMA onlar da gaza ve şiddete maruz kaldı! Ölen ve yaralılar oldu!

Gezi Parkında nöbet tutan CHP'ye mensup o kadar az insan var ki. Hükümet kendi oyverenlerini kışkırtmak için ana muhalefeti CHP'yi suçladı. Onlar ayaklandı dedi!

CHP o kadar duyarlı ve becerikli bir muhalefet olsaydı keşke! Ancak arkadan konuşmayı ve şiddet durduktan sonra ortaya çıkmayı bilir CHP! Nerde onda o popo!!! CHP bayrak salladı! Hiçbir partiye mensup bir grup genç dayak yedi, gaz yedi!!!

Halkı temsil eden çok kalabalık bir grup herşeye rağmen SAKİN genç, polisin dağıttığı meydanlarda çöpleri topluyor. Gezi Parkına evi gibi bakıyor! Dün Kütüphane yaptılar taşlardan, kitap doldurdular içlerini! Hükümeti yapamadığını yaptı 'şimdi gidin ücretsiz kitap okuyun çimlerde'!

Ha, ortalık karıştıran yok mu? Var! Olmaz mı! Ama düşünün; toplumun en küçük birimi olan kendi 'AİLE'nde bile var. Sinirine hakim olamadığın, susturamadığın, kinci ve belki de ayyaş, tinerci! E o koskoca kalabalıktan da çıkacaktır elbet böyleleri! Ama emin olun en çok şiddet görenler çok sakin, sizden destek bekliyorlar! Güç değil, yiyecek, içecek, çöp torbası, peçete, örtü, battaniye!!!

Bizim sucumuz 'elmacık su' oradaki halka helal olsun diyerek; 5 koli su yolladı. Ben eşimin fikriyle evde sandviç hazırladım çeşit çeşit! Koliledik, en gazlı günde ulaştırmaya çalıştık. Pozitif düşünen, öfkeyle kendini kirletmeyen o gençlere helal olsun!

Ben götürsem ne işe yarar demeyin, ya da götürmekten korkuyorum demeyin. Ben evimin etrafındaki yürüyüş bittikten sonra hep Taksim'deyim. Bi tweet atın, geleyim alayım. Gezi Parkı'ndaki ikram dolu masalara bırakıyım...

Bu arada MADO'yu boykot etmeyi unutmayın! Divan Oteli'ne teşekkür etmeyi de...

Fındıkzade'de anneannemi götürdüğüm eczane de ilaç yardımında bulunmuş ve ayaklarının tabanlarının ağrıdığından bahsetti, bana da talcid ve maske hediye etti! Tarçın Eczanesi'ne de teşekkürler! :) Oraya gelen başı kapalı yaşlı teyzeler de isyanda...

Yollara ektiğin çiçekle yaşlıları kandırıp bizi böcek gibi gösterme başbakan!!

Omuz atanlara karşı; omuz omuza!!! Birbirine güzel bakan genç, yaşlı güzel ülkemin güzel insanlarını kirletmeyin!

Lütfen etrafınıza anlatın, sakince...

Bilgisi olmayan çok insan var!

Sosyal Medya iyi ki var!

Twitter'ı takip edin. Öyle herşeye inamayın arada saçmalayanlar da çok!

twitter #direngeziparki


1.6.13

Maymun gözünü açtı!

Okuyun lütfen... 

Ben siyasetten hoşlanmam! 

Eylemle meylemle hiç işim olmaz! 

'DI' Kimse din,dil, ırk ne olursa olsun halkımı böcek gibi ezmeye çalışamaz! 

Kimse benim bayrağımı elimden alamaz! 

Halkın gözünü metrobüsle, kömürle kör ettiniz! Şimdi her ilde gaz bombalarıyla gerçekten kör ediyorsunuz!

Siz Türk olamazsınız! Nesiniz siz! Şu süreçte en sevindiğim şey; herkes birlik oldu AKP'ye karşı ve artık olay 'ağaç katliamı' değil çoluk, çocuk, yaşlı 'halk katliamı'!!

Vatansever olarak azınlığız sanıyordum hatta eşim Hasan Tümsa siyasete girdiğinden beri 'kim için ne için uğraşıyorsun' diye kızıyordum ama şimdi gördüm ki tüm kendini azınlıkmış gibi görenler evlerinden çıkınca etrafına baktığında 'ne çokmuşuz' onu farketti ve uyandı halk! Kıstırılmış, susturulmuş maymun gözünü açtı!

Topbaş, Vali, Emniyet Müdürü 3 maymunu oynayın!

Hadi benim gibi hayatında sadece bir kez Cumhuriyet Mitingi'ne katılmış acemi eylemciler Taksim'de buluşalım!

Gelemiyorsanız sosyal medyadan destek olun ve bizlerden aldığınız haberleri büyüklerinize, eşinize, dostunuza, esnafınıza anlatın çünkü gerçeği medyadan takip edemiyorlar!

25.5.13

Tanrı bizi 3 gün sevdi :)

İlk gün hayalini kurduğumuz 'tekne turları' dolusu tatil için tekne turu soruşturduk meğer sezon açılmadığından turlar başlamamış..

O anda Tanrı'nın sevip de o adaya bıraktığı insanlardan birisi bizi balıkçı kayığıyla gezdirdi 'tekne turu' havasında :)

Merdivensiz olmasından sebep denizin keyfini çıkaramadım çünkü bizim yazlıktan beni bilenler bilir popomu kaldırıp da kayığa asla çıkamam, ya sakatlanırım ya da kıyıya yüzmek zorunda kalırım :)

Risk almıyım dedim bi anne olarak malum gelmeden önce 'çocukla tatil? Hem de böyle bi tatil? Tekne turu mu? Koylar mı? Deniz soğuk, yol uzun, hava sıcak nasıl yani :)' sorularına çokça maruz kaldık :)

Ama ben Simsim'e doğuma gideceğim güne kadar gezdim, doğumdan sonra da taktım sırtıma gezmeye devam ettim...

Evde durduğumuz zamanlarda uyumayan ve huysuzlanan çocuk gezerken öyle uyumlu ki! :)

Balıkçı kayığı 'tar tar tar' ederken, sürekli durup 'şılaaap' diye atlayan Sii'nin her seferinde denize kavuşma sesi, yeniden çalışan motorun sesine rağmen 2 saat boyunca kucağımda mışıl mışıl uyudu..

Hatta bir ara o da derin sulara bıraktı kendini, denizin soğukluğuna bakmadan :)

Ertesi gün Datça'daki diğer koyları keşfedelim diye çıktık ama Palamutbükü'ndeki 'turkuaz' rengi hiçbir yerde bulamadığımız için ilerlemeye devam ettik ve kendimizi Marmarise doğru giderken bulduk :)

Geri dönmek zor gelmesin diye 'orhaniye' kız kumunda durduk ve metrelerce bilek hizasındaki sularda denizi ortasından yürüdük :)

Oraya varmadan önce de tepeden görüp de beğendiğimiz bir koy için arabayı ani bi kararla kenara çekip keçiler gibi düşe kalka denize doğru indik ve bu koyda deniz sefası yaptık!  Issız, kimsesiz, kirlenmemiş bu koyu da kesinlikle Tavsiye ederim!!

Orhaniye kız kumu demişken belirtmemde fayda var! Kız kumu değil orası! Kız taşı, çakıl taşı! Ayak delen filan olmalı ismi :)

Mutlaka yanınızda ayakkabıyla gidin, küçük çakıl taşlarında yürümek tam bir çin işkencesi turistler 'ah oh' diye diye yürümeye çalışıyorlardı!

Bi de orayı işletenler, fotoğrafçılar görülmeye değer esas!

Bu sezonda pek Türk gitmiyor olsa gerek 'turistlerin ne anası kaldı, ne bacısı ne de namusları!' ettikleri küfürün, yalakalığın haddi hesabı yok! Biz böyleyiz işte şu gözle gördüğümüz bize yakın Yunanistan'a uzak 'yunan adalarının' neden bizde olmadığının ispati!!

Biz ne yönetmeyi biliriz, ne sahip çıkmayı, ne de iletişimi!

Bizim Türk olduğumuzu farkedince 'karılara etme küfür Türk bunlar lan' demeye başladılar'!

Kendimizi oradan kurtardık ve cennetimize döndük!

Sımsıcak insanları, güven veren gülümsemeleri, gülümseten tatlı şiveleri, araba anahtarı, cüzdanınızı ortada, kapınızı da açık bırakabilirsiniz; kimsenin aklına kötü bir düşünce gelmez, kötülük etmez, sezon açılır da insanlar akın ederse ne olur bilemem :) Ben yerli halkından bahsediyorum :)

Gözlemeci abla bize abla, çocukları bizlere kardeş, yeri geldi rehber, yeri geldi Simsim'in en sevdikleri oldular!

Simsim 'çişim var' dediğinde 'dur bi dakka Sinem banyoda' diye bavul toparlarken ben; Simsim kapıdan çıkıp teyzeleriyle tuvaletine gitmiş de haberim yok :)))

Odalarda tv varmış! Gözüme öyle bişey ilişti de bir kez bile dokunmadık!

Yanımızda ipad götürdük, Simsim elini sürmedi!

Teknoloji kirliliğinden uzak, sakin, turkuaz mavisi şahane bi tatil yaptık Palamutbükünden ayrılmadan!

Bi akşam Eski Datça'ya Can Yücel'in evini görmeye gittik, evler, sokaklar öyle güzeldi ki hayran kaldık!

Ağzımız açık etrafa bakınırken 'yerdeki solucanlara bak' hatırladığım son söz oldu!

Sonra simsimi de bırakıp hızla koştum en solucansız noktaya! Kara kara kocaman solucanlar basmıştı heryeri!!!

Sonra Datça'da yürüdük gönüllü rehberimiz yol arkadaşımızla :) Oralarda bi yerlerde canlı müzik sesleri yükseliyordu, o bile bize fazla geldi... Palamutbükündeki sakinlikten sonra :)

Sonra balık ayıkladık, balık yedik, çekirdek çıtladık çayla, dondurma yedik falan filan :)

Öyle yoğun ama öyle dinlendiriciydi ki dönüşü değil de Haso'yu oraya getirme hayalleri kurduk Simsim'le :)

İstanbul'un karmaşasında hele de ev ortamında Simre'yi tanıyanlar ordaki hallerini görseler 'dünyanın en uyumlu, en sessiz ve en sorunsuz' çocuğu derlerdi :)

'Şapka tak', tamam anne:) 'Krem sürücez', peti! 'Yemek?' Yiceeeeeem :) 'Uykun geldi mi?' Ebet, uyuycam ben, sen git' :) 'Uyan Simre', ben şimdi uyu, sen git, ablaya sööle, börek yapsın ben geldim' :)

İyi ki varsın tatil!!! ve iyi ki seni gezdik Datça ve iyi ki tatlı halkını tanıdık :)

Babam bize akdeniz sahillerini adım adım öyle çok gezdirdi, öyle yerler biliyorum ki aslında ama Datça'nın havası hiçbir yerde yok!

Datça'ya uğramak!?!

Tanrı uzun ömürlü olmasını istediği kullarını Datça yarımadasına gönderirmiş" (Strabon)

Datça'ya uğramak diye bişey yokmuş!

Amacımız oydu, biz başaramadık!

Deneyin, demek istediğimi anlarsınız :)

Biz bi tatil planladık; Planımızda bilenlerden özellikle Simsim'in sevgili doktoru bebekdoktorum Gökhan Mamur'dan bir kaç adres aldık ama oralara bile gidemedik! :)

Biz derken; yine Sim-Sit-Sii olarak Çamlıdere Dağ Evi, Kıbrıs, Uludağ tatillerimizden sonra sezon açılmadan serin sulara atalım istedik kendimizi  :)

Bodrum'a inip Gökova körfezinden dolaşıp Sedir Adası - İncekum'u görüp önce Marmaris sonra Datça'ya varacak ve bir gece kalıp feribotla Bodrum'a dönüp oradaki koyları da gezicektik. Gittiğimiz bu 4 bölgede Gökova - Marmaris - Datça - Bodrum tekne turlarına katılmayı planladık.

Allahtan feribotu aramak aklıma geldi de Datça İskelesinin tadilatta olduğunu ve henüz bu hattın çalışmadığını öğrenip planda değişiklik yaptık.

Anlattığım rotayı kafanızda canlandırabilmeniz için;
 
 


Körfezi dolaşıcaz ama hiçbir yere uğramadan önce gitmek istediğimiz en uzak noktaya gidip bir gece kalıcak ve sonra geze geze Marmaris - Gökova dönücez ve Bodrum koylarını listemizden çıkarıcaktık.

Dediğimiz gibi yaptık; Bodrum Havaalanına indikten sonra araç kiraladık ve direk gitmek istediğimiz en uzak noktaya Datça'nın en ucu Knidos'tan bir önceki durak Palamutbükü'ne vardık.

Açlıktan bayılmak üzereydik, denizin rengi de üstümüze üstümüze geliyodu ama denizde bayılmayalım diye bişeyler yiyecek yer bakınıyoduk ki 'gözleme' yazısını gördüm.

Geri geri o yazının olduğu kafeye vardık, bişeyler atıştırıp mayolarımızı giyecek ve denize girip Datça merkezde konaklayacaktık.

Ne mi oldu?

Tam 3 gece 3 gün Palamutbükünde konakladık :)

Öyle bir gözleme yedik ki; parmaklarımız emanetti ellerimizde :)

Kabaklı otlu ve peynirli otlu gözleme yaptılar şahanelerdi! Bahçeden topladıkları kocaman kabaklar ve yaba otlarla yaptıkları gözlemeler missti :)

Orada kalmasanız bile uğrayıp Olgun Kıyı Apart'ın kafesinde bu gözlemelerden mutlaka yemelisiniz, şiddetle tavsiye edilir!

9.5.13

Kalpleri 1 Atan Çeşit Çeşit Analarız Biz! :)


Çok görüşemesek de çok şey paylaştığım bir sürü insan var hayatımda!

Uzun bi süre Etiler - Bakırköy trafiğini çekmiş trafik fobili yapım gereği öyle popomu kaldırıp buluşmadan buluşmaya geçip modumu toparlayamadığımdan çok görüşemiyoruz.

Ama görüşüp buluşmayı istediğim, uzaktan sevdiklerim ve belki de görüşelim ya da arayacağım diye söz verip de arayamadığım çok insan var!

Biraz hayırsızım, hatırsız değilim.

Arada hatırlatıyorum kendimi ya da hatırlamak için profillerini ziyaret edip hal hatır soruyorum ama bence onları sevdiğimi çokça ifade edemiyorum diye yazı yazmak geldi içimden bugün :)

Babamın rahatsızlığı ve hastanede geçirdiğimiz günler yüzünden aktif olarak giriştiğim annelik, emzirme ve normal doğum odaklı bloğum ve paylaşımlarıma bir süre ara vermek zorunda kaldım.

Demoralize olunca kabuğununa çekilen bir kaplumbağayım ben!

Ekim 2010'da Do-um'la başladığım hamile yogasında normal doğumla ilgili korkularım ve o sıralar yeni açtığım mini bloğumu duyan hem gebe hem yoga hocam Başak'çım Blogcu Anne'den bahsetti bana...

Onun bloğunu ve birkaç yabancı kaynaktan normal doğumla ilgili pozitif hikayeleri okursam tüm fikrimin değişeceğini anlattı.

Sonra bloğa göz attım; oku oku bayıldım. Karşımda güçlü ve kısmen yalnız bir kadın vardı (yurtdışında doğum yapmış, annegillerden yardım almayan eş yardımıyla birebir annelik yapmış)

O sıralarda ablam Göktürk'te bir siteye taşındı. Gebeliğimin öncesinde fazlaca bir arada olduğumuz yakın arkadaşım Selin de oradaydı. Gidip gelmek hoş oldu, sonra bir kaç arkadaş daha o civarlara taşındı. Yarı Göktürk'lü olduk.

ve bir gün Selin yine aynı siteden tatlı ana (kendisine göre deli)  'psychomama Gözde' den duymuş olacak ki; bahsettiğin 'blogcu anne' de senin ablanın sitesinde oturuyormuş dedi.

*Selin; Göktürk'te Carter's açtı.
*Gözde, Aysel'le birlikte Sherbet tasarımlar yapmakta! :)

Sonrasında ablama gittiğimde havuza girerken, cafede otururken etrafa bakındım a aaa çocukları Derin ve Deniz bisiklete biniyolar havuz etrafında :) ama ne varki evlerini kapısını tıklatıp rahatsız etmeyeyim diye erteledim hep görüşmeyi :)

*O yalnız kadın dediğim blogcuanne Elif, Türkiye genelindeki aktif tüm anaların arkadaşı! ve şimdi iki çocuk bi kitap sahibi! 'annelik her zaman toz pembe değil' :)

Sonra bir mail grubuna üye oldum 'emziren anneler';
orada 'emzirme kıyafetleri' ile mankenlik yapacak ana-çocuk aradıklarına dair bir topic gördüm. O sıralar kendimi emzirmeye adadığımdan direk atladım.

Hem blogcu anne hem Zeynep hem de bir sürü emziren anneyle tanıştım.

Haber olduk, Ayça Oğuş'un tatlı gülümsemelerine gülümseyerek poz verdik :)

Leileo Zeynep'le ara ara yazıştık, ha görüştük ha görüşücez derken çok yoga derslerinin birinin öncesinde zıpladım yanına!
*Anne olmayıp da tanıdığım tek anne dostu şimdi tazecik 1 anne! Yerim Ayşe pamuğunu :)

Sonra Gelik buluşmaları;

Orda Hilal, Funda, Filiz, Hümeyra, Fatma, Sinem, Derya, Merve, Özge, Pınar Mermer ile tanıştık.

Hilal ve Funda'yla yakın oturmamızdan sebep can arkadaşım Bilge'yle hepbirlikte defalarca görüştük.
*Funda ikinci bebesini yaptı ve onu ziyarete hala gidemedim!!!

Derya'nın çoluklu çocuklu girişimci fikirlerini duydum; girişsem mi dedim, o sıralar başka işlerde çalıştıkları için akşam saatlerinde Cevahir Starbucks'ta buluştular gidemedim, toparlanamadık :)

*Derya; Oyun aktivite ve anneler için keyifli bir mekan açtı Beyoğlu'nda! Gelicem dedim defalarca hala gidemedim! Ha bu arada Levent'e taşınmışlar, bu kadar şapşalım, kırk yılda bir toparlanıp giderdim nerdesiniz diye arardım! :)))

*Sinem, Rusya'da yaşıyordu. Türkiye'ye geldikçe birbirimizle haberleşip buluşmaya çalıştık. Taaa karşıya Beyaz Fırın'lara kadar gittim onun için :) Benim için karşı demek geçmesi imkansız bir bölge demek bilenler bilir :) Şu an yine Tr'de aramadı, duyurulur! :)

*Merve'nin kızı Sare boncuğuna bayıldım. Bu taraflara geldiğinden bahsetti, buluşuruz dedik bi kaç kez H&M'de karşılaşıp sohbet ettik :) O da bayan butik açtı karşıda, hala gidemedim!!!

*Özge de meslektaş ve tam bir cimcime! Bıdır bıdır sohbeti, minik kızına kavuşma çabaları dinlenmeye değer şimdi ikize gebe! Cesur anne!

*Pınar başarılı bir pedagog o da Göktürk'lü :)

Biz çalışan annelerin öğle yemeğinde Gelik'te buluşurken bir yandan da blogcu anneler Cevahir'de görüşüyolarmış, onu bilemedim sonra öğrendim ki arkadaşım Selin de gidermiş hatta bir dönem küstüm 'giderken haber vereydin ya beraber giderdik' diye :)

Sonra baktım ki ben Gelik, o Cevahir ortak tanıdığımız ama bir arada hiç olmadığımız arkadaş grubumuz olmuş ne değişik:)

Bu arada 'uykusuz anneler'e denk geldim, oradan da tatile giderken Simsim'i omzuma takayım diye sipariş ettiğim Slingo'nun yaratıcısı Slingomam İrem'le tanıştık.

Dünya küçük; Ben Memorial Gökhan Mamur'un odasından çıkarken sipariş ettiğimin ertesi günü İrem de doktor için bekliyordu, bu karşılaşmanın torpiliyle ertesi gün Slingo'ma kavuştum :)

*İrem ve Sena şimdi Fikirdenk'i kurdular, takip edilesi. ve İrem 2. bebesini doğurmak için Amerika'da! Sağlıkla doğsun ve dönsünler inşallar :)

Bu arada Instagram'dan bir kaç buluşmaya takıldım.

Yakın civarlardakiler bana mümkündü çünkü Simsim artık arabada uzun yol giderse kusar olmuştu! :(

Pelly, Canan, Meşhuremel(parti süslemeri ile ilgili workshoplarını yeni öğrendim ben de isterim!!), Azra (minik oğlumuz 1 mayısta operasyon geçirdi, aklım sende), Bahar, Alev, Aysun, ikiz bonibonların annesi İpek, Zeynep, Tuba, Tuğba, Efe'min Tuğba'sı, Doktordaşım Aybüke'm, Feyza, Hadi görüşelim diyip görüşemediğimiz Bahçeşehir'li tatlılarım Ece ve İlkay, Fikret, Poyrasya, Dilşad, Şeyda, Çiğdem, Zeynep'le tanıştık!

Yeşim Mutlu selamıyla poz vermeyi öğrendik onun o pozitif enerjisiyle de oyun grubu yapalım dedik işlere daldık :)

Pelin evimin dibinde oyun merkezi açtı, buluşmalara orda devam ettik. Yakın olduğu için her an her dakika Pelo'nun yanında olabiliyordum. Sonrasında da ailece görüşür olduk :)

(yanında, yeni açtığı yerde ve evinde olmak istediğim diğer analarım gelemememin tek sebebi uzaklarda olmanız ve kusan Simsim'imin olması; yakınların bana extra avantajı da Simsim'i kadına rahatça bırakıp da gidebiliyor olmamdı :)

Ha bu arada burada bahsettiğim Yunan Adası seyahatimiz için google aramalarıyla bulduğum lulucum da Göktürk'lü annelerden olmasın mı!!! Onla da sözde kalan buluşma isteklerimiz var ama enteresan bişey işte kalpleri bir atan analarız biz, yanyana olmasak da paylaştıklarımızla çok sıkı bağlıyız!

Dünya çok küçük! Küçükten de küçük! :) Tabi arkadaşım olup da bu sosyal ortamda tesadüfen karşılaştıklarımız olduğu kadar birlikte adım attığımız canları da unutmadım :) Komşum Gözde, Karındaşım Duygu ve Burcucum :) ve Ela'nın doğum günü süslemelerini yapan eşimin aile dostları Selin'cim :)

Ankara'dan bi deli gibi bi kız hiç tanışmadım :) Tesadüfen bloğuna rastlayıp da kahkahalarla zevkle okuduğum ne yazmış diye baktığım nadir bloggerlardan :) ve uzaklardan Gökçe'yle Dila :)

Emziren annelerle başlayan maceramda Instagram anneleri - Sosyal anneler - blogger anneler - girişimci anneler - uykusuz anneler - Perşembe Anneleri ile tanıştım :)

Geçen ay Capacity'ye sosyal anneler gelmiş; tuğçe, müge, burcu, bal yanak merve :) ve onlardan dolayı tanıdığım annelerin en kıymetlilerinden iremafşin :)

Herkes aklımda, kalbimde, yakınlara gelenlerle mutlaka görüşüyorum, bize gelenleri bayıla bayıla ağırlıyorum ama uzakta olanlara Nişantaşı gezmelerimiz denk gelirse uğramaya çalışıyoruz.

Mesela yarın Perşembe Anneleri kahvaltısına İzmir'den taaa buralara gelen AnneAyça ve diğer sosyalanneler için gitmezsem olmaz di mi :)

Diyorum ki Türkiye genelinde 0-4 yaş arası çocuğu olup da ismine aşina olmadığım anne kalmadı herhalde :)

10.4.13

'solda sıfır'! :)

Simsim'in doğumgünü için erkenden hazırlanıcaktım!

Herşeyi kendi ellerimle yapıcaktım!

Tabi bunu yaparken 'amatör'lüğümü belirtmek isterim her zaman çünkü bu işi başarıyla yapan çok sevdiğim tatlı arkadaşlarım varken benim yaptığım her türlü 'solda sıfır' kalır :)

Şimdi yazarken düşündüm solda sıfır'ın anlamını ne komik ve ne anlamlıymış :) Sola sıfır koymak.. :) Ne kadardır yazı yazmayınca kelimelerin içine girmeyi özlemişim :)

Tabiki erkenden hazırlanamadım!

Bi alerjik astım bastı beni ki kabuslardaydım!

Toparlanmaydı, alışverişiydi, mekan seçimi vs derken 1 hafta içinde gelişti herşey!

Konsept o ara her sabah 'portakal suyu' içicem diye tutturan Simsim'in 'portakal' aşkından ve baharı müjdeleyen renk olan 'portakal' dan türeyiverdi beynimde! :)

Gelen arkadaşlarımız için hediye setleri hazırladım. Bunları hazırlarken Marina'daki kafe için yaptığım çalışmalardaki pratikliğim ambalaj ve etiketlemede işimi çooook hızlandırdı :)

Karton hediyelik poşetlerde;

-Minik kavaozlarda annemin imalatı portakal reçelleri,

-Uzun uğraşlar sonucu portakal şekline benzettiğim portakal kokulu organik sabunlar (belirtmediğim için şeker diye ısıranlar oldu)

-Simre 3 yaşında' ambalajlı çikolatalar

-Portakal şeklindeki keselerle süslü minik lavanta keseleri

Mekan Nossa Costa'ydı. Sevdiklerimizle kahvaltı ettik.

Sunum masamızda da portakal renkli şekerler, balık kraker, şeker ağacı ve sarı portakal bişeyler bişeyler vardı :)

Pastamızı her sene Jeni Kuyrik yapar; komşumuz olduğundan torpilli, onca pastacı arkadaşım varken, kiminin küstüğünü bile bile ona yaptırmayı tercih ediyorum.

En önemlisi bizim apartman 'kızlar yurdu' gibi.

Erkekler uyuyunca pijamalarla apartmanda geziyoruz, pişen yemeklerimizi değiş tokuş ediyoruz ve ben 'paralı gün'e filan asla katılmam derken hepsini bir arada görebileceğim bir gün olsun diye 'hadi toplanalım istiyorum her an!

Böyleyken elimde pastayla onun kapısından geçemezdim.

Bir de ilk yaş pastasını Nişantaşı'nda 'pastanbul' a yaptırmıştım. Süperdi, ellerine sağlık ama git, al, gel, arabada kedini boynu kopar, kendi kendine yapıştırmaya çalış vs. çok zor gelmişti.

Şimdi iki alt katta hazırlanıp buzdolabıma gelmesi en büyük tercih sebebi değil mi sizce :)

Ama hepsi bir yana 'torpil'den ziyade hayal ettiğimi tatlı elleriyle tatlandıran Jeni Kuyrik işini gerçekten severek ve güzel yapıyor! :)

Ben yazmıyorum daha, siz portakal kokulu Simsim 3 yaşında partisini benim bıdı bıdımsız bi de fotoğraflarla görüverin :)
 



 



21.3.13

yoksa siz yardımetmediklerimdenmisiniz :)


Ben 30 oldum olalı bloğumun kapılarını aralamamışım :)

Aralık sonrası doğum günümü kutladığım; o dönemde yeni açılan Ataköy Marina'daki mekanın elinden tuttum; açıldığı mevsimden sebep emekliyodu, yürütmeye çalıştım sonra ben koşarak uzaklaştım :)

Koştum; niye mi?

Çünkü geceleri photoshop, illustrator vs. ile uğraşmaktan ve gündüzleri de afiş - el ilanı -  organizasyon fikirleriyle ilgili kafa patlatmaktan ve en son menüyü hazırlamaktaki çabamı, listeyi defalarca fiyat ve içerik olarak incelediğimizi hatırlıyorum da vah ki ne vah yaşlanmaya başladığımı farkettim.

Ha bir de 'gerçekten' karşılık beklemeden yaptığım yardımlarım; hem gece gündüz çalışan ağır işçi hem müşteri olmam dış seslerce 'yardım'ın kelime anlamını uygulamalı olarak hiç bilememiş olmalarından olsa gerek 'neden, neden, neden, neden yardım etsin' sorularıyla şizofrenik bir hal almaya başlamıştı :)

Neden olacak? İsrail'le ortaklaşa yürüttüğümüz bir plandı bu! Marina'dan denize açılacak ve aynı Kaptan su içecektik Amerika'yla :)

Kimseyi delirtmek istemeyiz, kimseyi tercih yapmak zorunda bırakmayız biz ailecenek; biz tercih yaparız!

Ve tercihimizi yaptık artık orada değiliz.

Gecce.com'da İstanbul, Bodrum ve Çeşme genelindeki binlerce restoran - bar ve ayrıcalıklı yüzlerce mekanın bizzat 'mekan editörlüğü' ve 'eğlence danışmanlığı'nı yapmış olmamın bilgi birikimiyle atladım yardıma...

Ya millet artık sokakta son nefesini veren hayvanı bırakın, 'insan'a yardım etmemek için yanından hızla geçerken benim bu 'yardım' çabam nedir?!

Bundan böyle; 'ben bilmem beyim bilir'!

Hukuktan anlamam, mekancılık bilmem, çocuk bakımını hiççç beceremem, yemek yapamam, çok konuşmam, kimseye karışmam! Koyunlar kendi bacağından asıla! Ben niye bacak bacak üstüne atmaya çalışırım ki :)



7.1.13

o tuz bu tuz!


Tuzlu yemek yemeyi severim!

Tadına bakmadan koyuveririm hemen; 'önyargılıyım' evet :)

Bahsediceklerim o tuz, bu tuzdan ziyade, yeni yaşım nam-i diğer 'otuz' ile ilgili!!!

Yani açıkçası otuz diyesim yok, sanki kafamın üstüne biri oturdu, ağırlaştım birden!?!

Ben 'iyi ki doğdum' geçen hafta ama maalesef otuz oldum :)

'Çocuk da yaparım kariyerde, gördün mü 25 oldum' şarkısını söyleyerek doğum günümü kutladığım sıralarda henüz 25'e bile ulaşamamış 23'lerdeydim oysa ki!!

Her neyse olan oldu otuz oldum!

ama şöyle de bişey var 'iyi ki doğdum' diyebileceğim tatlılıkta bir doğum günü kutlamasıyla girdim otuzumu butuzuma :)

Çarşamba günü doğumgünümmüş; unutmuşum :)

Daha doğrusu bu aralardoğum günüm biliyorum ama hafif şiddetli bunamam sayesinde günleri değil ancak ayları takip edebilmekteyim:)

Benim sürpriz yapmak için can atan ama sürpriz yapmayı pek beceremeyen eşim benzerim Hasom gene düşmüş sürpriz peşine...

Nerden mi öğrendim; doğum günümü yapmak istediği yerin sahibi arkadaşlarımızın yanlışlıkla! sürprizi ağzından kaçırmasıyla :)

Başbaşa olmayacağımızı tahmin edebildim sadece, detayları merakla bekliyordum!

Arkadaşlarımı davet etmek Sinem'den, pastam Gözde'denmiş bayıldım bayıldım!!

Sinem ve Gözde bir olmuş, öyle bir hikayeli pasta yapmışlar ki!!!

Hayatım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti, sonra da hepimizin midesinden :)

Blog'um, uzuun yıllar çalıştığım gecce.com, okuduğum bölüm, sevdiğim herşey ve çekirdek ailemin fotoğraflarıyla süslü şahane ötesi bi pastaydı en büyük sürpriz!!

Dakikalarca ağzım açık pastayı izlediğimi çekilen fotoğraflardan gördüm sonra; ah keşke kapayıverseymişim ağzımı bi aralık :)))

İnce düşünen, beni düşünen, bilen, önemseyen arkadaşlarım oldukça etrafımda ahhhh şimdi gözüm yaşarmasın da n'olsun!

kısa bi ara.. :)

Ne diyodum; seviyorum işte yolu benden geçen herkesi! :)

5.1.13

o tuz'uma şeker kattı!!!

Otuzuma 40 gün 40 gece kutlamayla girdim gibi gibi oldu :)

Sabah uyandım; Haso'dan 1 telefon 'şirketle ilgili kargoyla belgeler gelicek, imzalaman lazım,evden çıkma'

E ama bugün benim doğum günüm; Simsim'le gezicez, hazırlanıcaz falan filan...

Arıyorum; 'nerde bu kargocu, ne imzası bu' ama bi yandan da anlıyorum da anlamamazlığa geliyorum; ya çiçek gelicek eve ya başka bi sürpriz!

Bu arada kardeşim, karındaşımdan telefon yok hala; bu işte bi gariplik var diyorum.

ama aklıma da gelmiyor da değil; Duygu öyle ince düşünen, ayrıntılara dikkat eden ve sevgilim gibi her an sürpriz yapabilen bi karındaş :)

Çoğu huyumuz, özelliğimiz hatta tipimiz benziyor ama ayrıldığımız bi nokta var;

Ben de ince düşünürüm, herkesi mutlu ediyim isterim ama uygulamaya geçiremem!

şu 10 dakikalık hafızamla aklımda ne doğum günleri kalır, ne çayı şekersiz içenle, sakarin kullananı hatırlar da 'bu senin' diyebilirim!

ne de söylenenleri hatırlar onların üstüne sürpriz yapabilirim :)

İşte karındaşım herşeyi hafızasında tutar ve sürprizleri asla atlamaz :)

ve doğum günü sabahında da öyle oldu!

Beklenen kargodan şekerler çıktı!

Kapı çaldı, açtım..

Asansörün kapısı bi türlü açılmayınca;

Minik şekerim Elis kucağında, bi elinde de minik bi pastayı yakmaya çalışırken sürprizini tahmin ettiğim Duygu'yu yakaladım merakla asansör kapısını açınca :)

Taaaaa Kurtköy'den Bakırköy'e bebesiyle gelmiş bi de mumu yakıcakmış, maytaplarla giricekmiş bak bak bak :))

Sevgili Dut'um; iyisi, güzelsin de böyle sürprizlere çok alıştırırsan şımartıyosun, şımarık bi kardeşin olucak zaten şımarığım fazlası olursa hiç çekilmem :)

ama sen her halimi çekersin eminim! :)))

Luv u!!

Ünlü gurmeler neler dedi?

Yaz sezonunu geride bırakırken, Türkiye'de yeme - içme hayatına yön veren ünlü isimlerden yaza dair iz bırakanlar ve kış sezonu için tüy...