22.10.10

Kısa bir ara...

Günlerdir hastanelerde koşuşturma içerisindeyim.

Simo'yla birlikte dedesine bakar, International'da konaklar olduk. Allah'tan evimiz yakın ama ek gıdaları aksattık :(

Yazı yazamıyorum, tüm Simoti hayranları için kısa bir ara rica ediyorum...

2.10.10

Leileo'lu anne ve Tütü'lü bebek podyumdaydı! :)

Küçükken tam 1 sosyal kelebektim. Annemi peşimde az koşturmadım... Bale, modern dans, folklor, koro, solo koserler, tiyatro gösterileri, televizyon söyleşileri, radyo dj'liği gibi birbirinden alakasız bir sürü şeye atladım zıpladım :)

Her etkinlik öncesi gece uykularım defalarca bölünürdü, doğru düzgün uyuyamazdım, hep yatmadan önce ertesi günü düşünürdüm; 'nasıl olacak, ne giysem, tam olarak saat kaçta çıksak, oraya gidince neler olucak, nasıl geçicek'

'Emzirme Haftası Etkinlikleri'ne katılma konusunda bir an bile düşünmedim! Kazık kadar oldum, oturayım evimde diye hiç düşünmedim...

ve Simre'nin de o gece uykuları defalarca bölündü! :( Sürekli uyandı ve kafa üstü emekleme çalışmaları yaptı!!! Tabi benim de uykum paramparça oldu :(((

Defileyi duyduğum an yüreğim hop hopladı... Leileo emzirme kıyafetlerinde gözüm vardı, her an bir 'tık'la sipariş vermek niyetindeydim ama gidip yerinde görmek istiyordum, fırsat yaratmaya çalışıyordum.

Emzirme haftası etkinliklerine katılmakla, hem Leileo'nun ürünlerinden birini defilede sunmak ve böylece ürünü çok çok çok yakından tanıyabilme fırsatı yakalamış olacaktım hem de Simoti'mle şahane bir anımız olacaktı :)

O yüzden hiç düşünmeden, 'emziren anneler' grubundaki mankenlik teklifine Leileo'nun yaratıcısı Zeynep'le mailleşerek atladım!

Daha mailleşirken ne kadar doğru bir şeye adım atmakta olduğumu anladım. Zeynep; henüz 3 aylık olan bebeği (markası) Leileo için çok heyecanlıydı ve bir o kadar da samimi, içten ve sıcaktı detayları paylaşırken :)

Turkuaz rengi bir emzirme t-shirt'ü benim için seçmişlerdi. Altına herkesin bütün olabilmesi için kot ve babet giyilecekti.

Bebeklerimiz kucağımızda yürüyüş yapacaktık, onları da istediğimiz gibi giydirebileceğimizi öğrenince;

2 gün öncesinde; zaten ne kadardır giydirip de fotoğraflamak istediğim 'tütü' yapmak fikri aklıma geldi...

Tabii hemen annemin maharetli ellerinden yardım istedim. Ne renk olsun diye düşünürken, giyeceğim t-shirt'le aynı olsun dedik ve hemen yapımına giriştik...

Kabarık kabarık şahane turkuaz renkli bir tütü yaptık, üzerine de evde bulunan uyumlu bir t-shirt'ü giydirdik. Süper oldu!

ama oraya gittiğimde; bir an giydirmesem mi diye düşündüm.

Tüm bebekler çok doğaldı ve o doğallığı bozmak istemedim. Bi de modacının sergilenecek ürününü taşıyacaktım ve ön planda o olmalıydı, onu da tütülerle kapatmak yanlış olur gibi geldi o an...

Çantamın içinde tütü bana ben tütüye bakarken, bir de annemin gece yarılarına kadar o büzdüğümüz tülleri birleştirmek için harcadığı emek geldi aklıma...

ama yine de giydirmeme kararı aldığım bir anda yanıma organizasyondan (ismini hatırlayamadığım için üzgünüm) birisi geldi ve tütüyü görür görmez 'kesinlikle giydirmelisin' dedi...

Vazgeçtim giydirmekten dediğimdeyse, Simre'yi aldı ve bizzat kendi giydirdi bayıla bayıla :)

Giyinme odasından çıktığımızdaysa diğer anneler ve basının fotoğraf isteklerine yetişemez olduk :)))

Tütülü bebek pek 1 meşhur oldu! :)

Biz organizasyonu yapanları, Zeynep'i, koreograf Banu Noyan'ı (her ne kadar izlesem ve dinlesem de nerde duracağımı ve bakacağımı unuttum :)), defilede karşılaştığımız yoga hocam Başak'ı ve orda tanıştığım ama telaş, sıcak, heyacandan isimlerimizi alamadığımız anneleri çok sevdik!

Zeynep, tanıttığımız t-shirt'leri bizlere hediye etti. Çok Çok Çok sevindik şimdi çantamızda onunla geziyoruz! :)

Bu arada fotoğraf makinemizin azizliğine uğradık ve elimizde hiç fotoğrafımız yok desem!!!

Şimdi blog blog geziyoruz, basını tarıyoruz fotoğraflarımızı toplamaya çalışıyoruz, 1 yardım edip elimizden tutan olur da bizi fotoğraf ve videoyla donatırlarsa çoooooooooooooooook mutlu oluruz :))

1 Ekim itibariyle başlayan emzirme haftamız kutlu olsun, sütümüz bol olsun!!!

28.9.10

Analı kızlı manken olucaz :)


1 Ekim Cuma günü Lansinoh'un emzirme haftası etkinliklerinde Leileo anne - bebek giyim markasının mankenleri olucaz Nişantaşı City's'de :)

Ben diyorum ki bunun sonu hiç iyi değil, podyumlardan sonra da bir albüm yaparız artık...

Bizim adımızdan belli, yıldızımız çok tepelerde! Babamız çooooooooook peşimizde koşucak çok!!! :)

'her damlası altın 'anne sütü'' yazılı afişi gördüğümden beri yüreğim pır pır!

6. ayına girmek üzere olan bebeğimle ek gıdaya geçesim gelmiyor :)))

Şaka bir yana; Emzirme reformunu başlatan iki blogcu annenin, kısa bir sürede bu kadar yol alması süper üstü!

Hayranlıkla izlemekle kalmıyor, gerçekten destekliyorum!!!

Diyeceksiniz ki 'emzirmeye ne kadar taktın' ama yaşayınca görüceksiniz;

1 deri 1 kemik doğan bebeğiniz;
arkadaşlarımızın tabiriyle 'Michellin lastikleri' kıvamındaki kollara kavuşunca,
aranızdaki iletişimin emzirirken ne kadar güçlendiğini farkedince,
ve emerken 'luk luk luk' sesleriyle ayaklarını havaya dikerkenki halini görünce siz de emzirmekten vazgeçemeyeceksiniz!!!

Üşenmeyin emzirin!
Mama ver diyenlere bakmayın azmedin!
Aslında sütünüz hazır sadece sizden işaret bekliyor!

emzirme haftası etkinlikleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler için; http://www.leileo.com/ / http://www.lansinoh.com/ / http://www.e-bebek.com/

20.9.10

Emzirme Reformu Manifestosu!

İki blog sahibi annenin sonsuz desteklediğim girişimine bloğumda yer vermek istedim...
http://blogcuanne.com/ ve http://calisangebe.com/


Eşim de 'öncelikli olarak bebeğin karnının doymasına destek verenlerden'...

Maalesef arabanın içinde emzirirken (emzirme örtüsüyle) park alanında 'belki açılır da görürüz' şeklinde bakan; muhtemelen bebekken anneleri tarafından emzirildiklerinden bihaber adamlara karşı gardımızı, hem eşimin hem de benim arabalarımızın camlarını karartarak önlem aldık...

Onlara; 'senin annen de seni böyle emzirdi' diye çıkışmak geliyor içimden ama karşılığında da; 'benim annem, sokaklarda senin gibi  fıldır fıldır gezmedi, kırdı belini oturdu evinde' diyeceklerini biliyorum!

Kusura bakmayın ama 'Geziyorum Öyleyse Varım' :)

-----------------------------------------------------------------

EMZİRME REFORMU MANİFESTOSU

Anne sütü, bir bebeğin alabileceği en iyi besindir.

Dünya Sağlık Örgütü, bebeklerin ilk altı ay boyunca sadece anne sütüyle beslenmelerini, daha sonrasında ise ek gıdalarla desteklenerek en az iki sene boyunca emzirilmelerini önermektedir.

T.C. Sağlık Bakanlığı da Dünya Sağlık Örgütü’nün bu önerisini dikkate alarak “ilk altı ay sadece anne sütü” yaklaşımını benimsemektedir.

“İlk altı ay sadece anne sütü” yaklaşımının uygulanmasında ve annelerin bebeklerini istedikleri gibi emzirmeleri konusunda gerek iş hayatında, gerekse toplumsal hayatta sorunlar yaşanmaktadır. Şöyle ki:

İş Hayatında:
• Çalışan annelerin yaşadığı sıkıntıların başında süt izninin gereği gibi kullanımı gelmektedir. Yasaya göre, bir yaşından küçük çocuğunu emzirmesi için günde toplam bir buçuk saat süt izni verilen anne, bu sürenin hangi saatler arasında ve kaça bölünerek kullanılacağını kendisi belirler. Bu süre günlük çalışma süresinden sayılır. Bu madde, iş yasasında teminat altında olmasına rağmen uygulamadan kaynaklı sorunlar yaşanmakta, çalışan anneler süt izinlerini hakları doğrultusunda kullanamamaktadır. Bu sorunlar iş yerinin bakanlık müfettişleri tarafından denetlenmesi ile düzeltilebilir.
• Sağlık Bakanlığı’nın “ilk 6 ay sadece anne sütü” politikasıyla Çalışma Bakanlığı’nın çalışan annelere sağladığı 4 aylık doğum izni birbiriyle çelişmektedir. Birçok anne bebeği henüz iki-iki buçuk aylıkken çalışmaya geri dönmek durumunda kalmakta ve işyerinde sütünü gereği gibi sağamadığı için sütü azalarak kesilmektedir. Bu yanlışlık bir an önce giderilmeli, Çalışma Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı’nın “ilk 6 ay sadece anne sütü” uygulamasını destekler hale getirilmelidir.
• Ülkemizde doğum izni konusunda ciddi değişikliklere ihtiyaç vardır. Birçok çalışan anne doğumdan önce 8, doğumdan sonra 8 olmak üzere, toplamda 16 haftalık ücretli doğum izni kullanabilmekte, doğumdan önceki izninin beş haftasını doğum sonrasına aktarabildiği takdirde bile bebeği henüz gün boyu meme emmesi gereken durumda olmasına rağmen işe geri dönmek durumunda kalmaktadır. Dolayısıyla oldukça yetersiz kalan hali hazırdaki doğumdan sonraki 8 haftalık ücretli doğum izni en az 6 aya çıkarılmalıdır.
• Doğum sonrası ücretsiz izin konusunda özellikle de özel sektörde çalışan anneler zorluk yaşamakta, annenin ücretsiz izin isteğine kötü bakılmakta, hatta işten çıkarma sebebi olarak bile görülebilmektedir. Dolayısıyla ücretsiz izin konusunda da ciddi değişiklikler yapılmalı, doğum sonrası ücretsiz izin en az iki seneye çıkarılmalı ve özel sektör çalışanları da, kamu çalışanları gibi rahatlıkla ücretsiz izin kullanabilmelidir.
• “Gebe Veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları Ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik”, Madde 15’e göre, “yaşları ve medeni halleri ne olursa olsun, 100-150 arası kadın işçi çalıştırılan işyerlerinde, bir yaşından küçük çocukların bırakılması ve bakılması ve emziren işçilerin çocuklarını emzirmeleri için işveren tarafından, çalışma yerlerinden ayrı ve işyerine en çok 250 metre uzaklıkta bir emzirme odasının kurulması zorunludur.” Yine aynı yönetmelik, “yaşları ve medeni halleri ne olursa olsun, 150 den çok kadın işçi çalıştırılan işyerlerinde, 0-6 yaşındaki çocukların bırakılması ve bakılması, emziren işçilerin çocuklarını emzirmeleri için işveren tarafından, çalışma yerlerinden ayrı ve işyerine yakın bir yurdun kurulması”nın zorunlu olduğunu, yurt açma yükümlülüğünde olan işverenlerin yurt içinde anaokulu da açmak zorunda olduğunu belirtmektedir. Bu maddeler yürürlüğe konmalıdır.
• Aynı yönetmeliğe göre, emziren işçi doğumu izleyen altı ay boyunca gece çalıştırılamaz. Yeni doğum yapmış işçinin doğumu izleyen sekiz haftalık süre sonunda, emziren işçinin ise, altı aylık süreden sonra gece çalışması yapmasının güvenlik ve sağlık açısından sakıncalı olduğunun hekim raporu ile belirlendiği dönem boyunca, gece çalıştırılamaz. Bu maddelere de uygulamada sadık kalınmalı, emziren anneler gece çalıştırılmamalı, vardiyalı çalışmaya zorlanmamalıdır.
• Emziren anneler günde 7,5 saatten fazla çalıştırılmamalıdır. Bu, kanun gereği böyledir.
• Hiçbir çalışan anneye çocuğunu emzirdiği ve süt izni kullandığı için işyerinde “mobbing” uygulanmamalıdır. Annenin süt iznini kullanacağı saatlere kasti olarak acil toplantılar, “o dakika bitirilmesi gereken işler” denk getirilmemelidir. Anne, fazla mesai yapması için zorlanmamalı, işini kaybetme tehdidiyle süt iznini kullanması engellenmemelidir.
• Hiçbir çalışan anne emzirdiği için, süt iznini kullandığı için işinden çıkartılmamalıdır.

• Çalışan bir annenin süt iznini kullanıyor olması performansının düşük olduğu anlamına getirilmemelidir. Annenin işyerinde bulunduğu saatlerdeki performansı, diğer çalışanların performans değerlendirme ölçütleri ile aynı doğrultuda, adil bir şekilde değerlendirilmelidir.

• İşyerinde sütünü sağması gereken annenin ihtiyaçları (oda, buzdolabı vb.) karşılanmalı ve mahremiyetine saygı gösterilmelidir. Anne, tuvaletlerde ya da arşiv odalarında sütünü sağmak zorunda bırakılmamalıdır.

Toplumsal Hayatta:

• Gebeler ve yeni anneler, emzirme hakkında yeterince bilgilendirilmelidir. Yeni annelerin, emzirme teknikleri konusundaki yetersiz bilgileri “sütüm yetmiyor” gibi endişelere yol açmakta, mama vermeye yatkın doktorlardan ve aile büyüklerinden gelen baskının da etkisiyle birçok bebek anne sütünden gereksiz yere mahrum kalarak mamayla beslenmektedir.
• Emzirme, doğumdan sonra en kısa sürede başlamalıdır. Tıbbi bir engel yoksa, doğumundan sonraki ilk dakikalarda bebek annenin kucağına verilmeli ve doğumdan sonraki ilk yarım saat içinde emzirmenin başlaması sağlanmalıdır.
• Her annenin bebeğini istediği sürece emzirme hakkı vardır. Hiçbir anneye çocuğu “meme emmek için fazla büyüdüğü için” mahalle baskısı yapılmamalı, anne ve bebek devamını istediği sürece bu bağın zorla kopartılması hiçbir şekilde talep edilmemelidir.
• İsteyen her anne, parkta, sokakta, alışveriş merkezinde vs. bebeğini emzirebilmelidir. Hiçbir anneye ortalıkta emzirdiği için ayıp, yasak, ya da kötü bir şey yapıyormuş izlenimi verilmemelidir. Bebeğini emziren annenin memesi cinsel obje değildir.
• Ortalıkta emzirmek istemeyen annenin mahremiyetine de saygı gösterilmelidir.

Emziremeyenden başarı hikayesi!

Tüm doktorlar ve doğal ebeveynler 'bebeğiniz yeterli kilo alıyorsa 6 ay sadece anne sütü'  diye kampanyalar başlatmışken;

Hatta diğer blogcu anneler tarafından bir de 'emzirme reformu'na destek kampanyaları varken;

'hala ek gıdaya geçmedin mi' diye soranlara ne anlatsam bilemiyorum! :)

'Emzirin' diyorum çünkü bir bebeğin sadece emzirerek nasıl da sağlıklı ve tombik olabildiğini bizzat gördüm!

Simre; yaşıtlarıyla yani aydaşlarıyla karşılaştırıldığında 'düşük kiloda ve biraz erken doğmuş olmasına rağmen' balık etliden öteye boğum boğum kolları ve bacaklarıyla şişko statüsünde! :)

UNICEF, Türkiye’deki bebeklerin beslenmesiyle ilgili şu gerçeği dikkate getirmiş;

'İlk altı ayda sadece anne sütü ile beslenen bebeklerin oranı %1,3. Beş yaşın altındaki çocukların %25’inde beslenme eksikliği görülüyor. Türkiye nüfusunun yaklaşık %15’i beş yaşın altında. Ve bu çocukların 63,000 her yıl önlenebilir hastalıklardan dolayı hayatını kaybediyor. Bu çocukların 50.000'i ise sadece bir yaşında!'

Tabii ki sütü olup da sütünden mahrum eden anneler, Amerika'da doğumun hemen ertesinde göğüslerini sardırarak sütünü kesmek isteyen anneler, doğum sonrasında 'anne-bebek dostu' olmayan, 'emzirmeye' teşvik etmeyen hastaneler ve yanlış yönlendiren, moral bozan büyükleredir lafım.
 
Sütü olmayan, istese de emziremeyen anneler; (doğumun hemen arkasından ben de emziremeyen annelerdendim :( ) yılmayın, moralinizi bozmayın, olmuyorsa olmuyordur ama siz yine de inat edin. Ben öyle yaptım ve başardım!
 
Doğumun zorlukları, doğum sırasında ters giden şeyler, bebeğin sağlığı, sezeryanın getirdikleri ve 'kadınlar kulübü'nün forumlarında çokça okuduğum aile içi yaşanan gerginlikler sütünüzün gelmemesine, kesilmesine veya gecikmesine sebep oluyor.
 
Daha önce de bahsettiğim gibi süt üreten hormon prolaktin ve onu tetikleyen oksitosin hormonlarımızı 'mutlu' olarak harekete geçirelim. Bebeklerimizle 'aşk' yaşayalım ki 'haz'dan kabaran oksitosin hormonumuz bize süt üretsin ve biz de onu bebeciklerimize sunalım :)
 
Yeni doğum yapan arkadaşlarım var, sütü gelmeyince pes eden, stres yapıp olumsuz düşünen ve emzirmeye ramak kala 'emziremediğini' düşünüp pes eden...

Emzirememe sırasında yaşadıklarımı şu an 'göğsümden gelen sütler yerlere akarken' düşünüyorum da...
 
Emzirme işini 'asla yapamayacağım' sanıyordum!
 
Zaten 'aç' kalan bebeğime hazır mamalardan vermeye başlamıştım da, herşey için çok geçti...

Hastaneye gittiğimde 'bebeğim ağlayınca' emzirme odasına yönlendirdiler beni... Bebekler 'şapır şupur' emiyor, annelerin göğüslerinde süt lekeleri ve ben kucağımda Simre'yle bakakaldım öylece... Sütüm gelmiyor, Simre emmiyor, ağlıyor, ağlıyor.. İçim öyle acıdı öyle acıdı ki; hayatımda ilk defa kıskançlık yaptım 'emzirebilen anneleri' kıskandım! :(


İşte tam o zamanlarda pozitif ötesi doktorumuzla tanıştık!
 
Sıkıntılarımı anlattım; emzirmeye çalıştığım ilk günlerde 'yok olmuyo, çocuk aç kaldı, gelmiyo, ucu yok' vs. laflarının beni nasıl çöküşe geçirdiğinden bahsettim...
 
Doktorumuzun 'süt ve meme' kontrolü yaptıktan sonra 'herşey yolunda, mamayı tamamen kesin ve emzirin' demesiyle herşey değişti!
 
İlk bir ay 'aç kalıcak' korkusuyla mamayı kesemedim, geceleri yine de mama veriyordum. 'Biberonları yıka, kurut, mamayı hazırla, suyu ısıt, soğut, karıştır, içir' emzirmeye uğraşmaktan daha kolaymış gibi geliyordu.
 
Doktorum 'kendine eziyet ediyorsun' dedi.
 
ama güvenemedim kendime...
 
Önce tatmin olamadım, sütümü sağdım, biberona koydum öyle içirdim. Yarım saat süt sağıyordum, yarım saat onu içiriyordum. 1 saat bir öğünü için uğraşıyordum. 2 saatte bir beslendiğinden hemen akabinde yarım saat süt sağıyordum ve yarım saatlik aralık kalıyordu her öğünden sonra, o sırada da gaz problemi yaşayan bebeğin gazını çıkarmakla ve o biberonların hijyenlerini sağlamakla meşgul oluyordum. Geriye ağzıma iki lokma bir şey atmak için sadece 5 dakikalık süre kalıyordu!!!

Sonra inat ettim, pozitif düşündüm, bebeğimle odaya kapandım, herşeye rağmen çalıştım ve başardım! Bence bu gerçek bir başarı öyküsü!!! :)  ve düşündüm de o sıralarda hem kendime ve hem de bebeğime anlamsız eziyet ediyormuşum!
 

13.9.10

Tik tak Simo :)

Simre'nin herşeyi saatli yapması herkesi şaşırttığı gibi tatil arkadaşımız Ayla abla da hayretle bakakaldı :)

'hımm saat kaç, birazdan kaka yapıcak', 'uyku saati yaklaşıyor, huzursuzlanabilir hemen uyutayım', 'yarım saat içinde yavaş yavaş acıkıcak emzireyim', 'şimdi biraz oyun oynayalım, oyun saati geldi' demelerim ve tüm dediklerimin de çıkmasıyla 'nasıl yani' bakışları arasında Simre'ye 'tik tak Simre' demeye karar verdik :)

Aslında daha önce de bahsettiğim gibi; saatle yaşarsanız yani 'amann acıkınca ağlar, altına bakarım sonra, acaba uykusu mu geldi' demek yerine onu an be an takip ederseniz, yolculuk, misafirlik, gezme vs demeden saatleri atlamazsanız '^tik tak' kıvamına ulaşabilirisniz.

Yemeğini aynı saatte verirseniz, hazmetmesi de aşağı yukarı aynı saatte oluyor, ona göre de uyku saati dengeleniyor tabii şu an sadece anne sütüyle beslendiğinden daha kolay takip edebiliyorum ama ilerde ek gıdalara geçtiğinde hazım süreleri fakrlı olucak, kalorilerinden dolayı uyku bastırma saatleri değişecek ama biz yine başarırız kızımla 'tik tak' olmayı :)

Ege'nin denizi Simo'yu kucakladı! :)

Simre Turizm'în aslan kaptan şoförü Hasan Tümsa'nın bize sunduğu şahane yolculuğun tadı damağımızda kaldı.

İnerken '1 de dönüş yolu var, yaşasın' dedirtecek cinsten bir yolculuk geçirdik.

Simre'yle güle oynaya KM'ler katettik :)

Otellerimize yerleştik ve denizin kenarına attık kendimizi.

3 gün kaldığımız süre boyunca şahane bir rutine bağladığım Simre ile süper tatil yaptık.

İneçesinden beslendi, uyudu, denize girdi, beslendi, uyudu, denize girdi arada da hayranlarıyla buluştu imza dağıttı :)))

Belki annem olmasaydı, tatilimiz bu kadar şahane olamayabilirdi

çünkü Simre'ye denizde dalgalar yapıcak, havuzunda yüzdürücek, yol boyunca ikramcı hosteslik yapıcak ve en önemlisi benim elim ayağım olacak kimse olmayabilirdi ya da tüm bunları Haso'yla dönüşümlü yapardık ikimizin de hali perişan olurdu :)

Simre sudan çıkmadı!

Yok yok ben böyle bir bebek görmedim, kendi bebeğimiz diye demiyorum ama gerçekten değişik 1 şey :) Annesi ve babası gibi deniz hastası çıktı!

Etrafta bir sürü bebek bir sürü çocuk vardı ama hepsi suya sokulurken ağlıyordu da bizimki sudan çıkarken basıyordu yaygarayı!

Evet, yanlış okumadınız. Sudan çıkmak istemedi! Benim gözlerimi yakan egenin berrak suyuna kafasını daldıra daldıra burnuna çeke çeke deniz kızı gibi oyunlar oynadı kahkahalarla :)

Plajda, yemek saatlerinde ve yine her yerde koskoca adamları koskoca teyzeleri yerinden kaldırıp kendine çekmeyi başardı yine o gülüşleriyle!

Herkes sevmek için sıraya girdi; kendi bebeklerini bırakıp Simre'yi sevmeye gelenler, yemeğini bırakıp Simre'yle sohbet etmeye gelenler, çocuklarına Simre'nin gülüşüne baktırarak yemek yedirmeye çalışanlar vs. vs.

Zaten sosyal kelebekler olan biz, tatilde sürekli Simre'yi birilerine anlatmaktan, ellerinden kapmaya çalışmaktan, yol üstünde yüzünü gözünü öpmeye çalışanlardan kaçmaktan çok yorulduk :)))

Özetle Simre, bu kez de Ege'nin YILDIZ'ıydı. Yine gözler onun üstündeydi...

12.9.10

Tatil, tatil, tatil! :)

Bayram tatilinde Ayvalık'taydık!

Cunda - Sarımsaklı arası gittik geldik...
Cunda'nın zeytinyağında kızarmış kalamarıyla, efsane kabak çiçeği dolmasını, lokma tatlısını
Sarımsaklı Leda'nın kızarmış dondurmasını yemeden gelmedik :)
Bana tatil demek; deniz, güneş ve yöresel lezzetleri bir bir tatmak demek...
Senelerce gide gele de her yörede bir adres edindim.
Gözlemecisi, dondurmacısı, peynircisi, zeytinyağcısı, muzcusu, mantıcısı, reçelcisi vs. bir sürü liste var elimde ege ve akdenize ait!
Simoti'^yle ilk tatilimizdi...
Nasıl gitsek, nasıl yapsak diye doğduğundan beri düşündüğümüz ve korktuğumuz bir şeydi 'simoyla tatil'
ama hiç de korktuğumuz gibi olmadı çünkü gerekli önlemleri aldık; tabiien önemlisi yardımcı kuvvet desteği aldık :)

Anneannemiz yoğun iş temposundan tatile gitmeye vakit bulamamıştı ve çok da yorgundu.

Bayrama denk gelen bir vakitte yazın son demlerinden faydalanarak tatile çıkma hazırlıkları yapıyordu ki benim katakullime geldi :))

Önce anneannemizle tatile gitmeyi düşünüyorduk ama anneanne siz başbaşa gidin diye bizi başından savdı :(

sonra arkadaş grubu ile tatile gitmeye hazırlanıyorduk ama tarihler uymayınca o da olmadı.

Sonra anneme yoğun ısrarlarım; 'sen gelmezsen biz karı - koca vakit nasıl geçiricez ki' demelerim işe yaramış olacak ki; arkadaşı Ayla abla'yla çıkacağı tatilin rotasını değiştirip bizden farklı bir otelde kalmak şartıyla Sarımsaklı'ya yönlendirdi.

'Niye bizden farklı bir otel, hadi gelin aynı otele' desem de 'yok yok ihtiyacın olduğunda yanında olurum, onun dışında başbabaşa kalın' diyerek otoritesini bozmadı ve dediğini yaptı :)

Anneme zorla bişey yaptıramazsınız, bendeki ve hatta Simre'deki 'keçi'lik onda da var. Karar vermişse kararından döndüremezsiniz, hani çok ısrar ederseniz de kibarca bir dille 'susmaya' davet edilirsiniz :)

11.9.10

Pembe 1 kamyon isteriz! :)

Tatile gitmeden önce aşıya giderken kendi arabamla gitmedim.

Benimki eşimin ailesinde, onlarınkiyse bende kalmıştı.

Biz Simoti ve eşyalarıyla kalabalık bir anne-kız'ız :)

Kendi arabamıza yerleşmişiz, bagaj full dolu, arka koltukta tek kişilik yer bırakıp ön koltuğa da Simo'yu koymuşuz geziyoruz her gün! Ama bu araba spor bi araba yani tek kapı, bagajı desen 1 James Bond çant ancak sığar...

İlk gün binmeden önce arabanın etrafında dön dön durdum sonra bazı eşyalarımızdan feragat ettik ve sadece araba koltuğu ve ufak çantamızla idare ettik günlerce :(

Alamadığım eşyalardan lazım olanlar oldu, indir bindir, sığdırmaya çalışmaktan çok yoruldum falan filan ve sonunda anladım ki biz minik ama oldukça kalabalık ve spor arabaya asla sığamayan bir aileymişiz aslında :)

Mümkünse pembe 1 kamyon istiyorum!! :)

Pis aşı git burdan! :)

Tatil öncesi doktorumuza aylık genel kontrollerimiz için gittik.

Boyu, posu, kilosu ile ilgili anne ineçe'yi takdir eden doktorumuz 'zatüre' aşısı günü olduğunu söyleyince başımdan aşağı kaynar sular döküldü :(

Çünkü o aşının birincisi Simoti'mi perişan etmişti!
Allaha şükür ateş, kusma vs gibi yan etkilerimiz hiçbir aşıda olmadı ama bacaktan yapılan bu aşının sıvısı bebeğimin tombik bacaklarında dolaştıkça yakıyordu canını! :(

Geçen sefer aşı olduğunda, gece sabaha kadar her bacağını hareket ettirdiğinde ağlayarak uyanıyordu!

Sabahı sabah etmiştim, bacağını kıpırdatmasın die neler neler yapmıştık babasıyla :(

Şimdi yine o aşının sırası gelmiş işte!

Doktorumuza sabaha karşı yolculuğa çıkacağımızı söylerek ve tatil dönüşü aşı için gideceğimize söz vererek ordan ayrıldık ama ayaklarım varmıyor gitmeye...

Kendimi 'aşı olduğu zamanki acıyı sadece o gece çekecek ama hastalığa yakalnırsa günlerce çekecek' diye avutuyorum ve bu hafta içinde gitmeyi planlıyorum o çirkin aşı için :)

5.9.10

Referandum duma duma dum!

Bloğumda devlet meselelerine değinmiyorum.

Hele hele şu aralar gündemde olan 'Evet' mi 'Hayır' mı polemiklerine hiç girmiyorDum ama tutamadım kendimi!

Her birey özgürdür.

Bireylerin fikirlerine reklamlar, afişler, gösteriler ve erzak kolilerinin üzerinde yazılanlarla yön vermeye çalışmaksa eksiklikten öte bir şey değildir!

Ben Tv'deki reklamlara kanarak deterjan almam, bilmem kaç tane tencere tabak yıkayan bulaşık sıvılarına kanmam, reklamı çok dönen gazeteyi de almam!

Çünkü bence iyinin reklama ihtiyacı yoktur! İyi, iyidir ve zaten bilinir!

Yani sonuç itibariyle bilinçli insan bilinçlidir!

Ona yaz aylarında kömür verseniz de,
erzak kolilerinin üstüne ne yapması gerektiğini vurgulasanız da,
televizyonlarda bangır bangır bağırsanız da,
belediye otobüslerini afişlerle doldursanız da,
yani elinizde ne kadar imkan varsa onu 'reklam' için kullansanız da kanmayan bir kesim elbette vardır!

ve o kesim benim için aslandır, kaplandır!

Okumuştur, okumamış olsa da kendini geliştirmiştir! Reklamlarla etkilenmez, bilinçlidir!

Belki azdır, belki çoktur ama en önemlisi 'doğmuş veya doğacak bebeklerinin geleceğini düşünendir'...

Ben Hukuk okudum; hani değiştirilmeye niyetlenilen anayasayı en güzel haliyleyken birinci sınıfta okudum madde madde!

Eşim reklamcılık okumuş; hani anayasayı değiştirmeye yönelik yönlendirmelerin baş yardımcısı 'reklamlar'la içli dışlı!

Hadi şimdi tekrar düşünelim;

Neden en güzel fındık kreması Nutella iken ve Ülker çokokrem'den çok çok çok daha güzelken ondan daha az reklamı var?
Hatırlarsanız Nutella'nın reklamında fındıklar başrolde iken Çokokremin reklamında onu yerken ayılanlar, bayılanlar ve kafa karıştıran bir sürü ayrıntı!

ya da neden ağzının tadını bilenlerin evindeki zeytinyağı hiç reklamı yapılmayan ayvalıktan alınan 'hakiki sızma zeytinyağları' iken reklamlarda şahane sofralar eşliğinde gösterilen zeytinyağları değil?

Yani derler ya reklamın kötüsü olmaz diye... Bu kadar reklamı yapılanın da iyisi olmaz bence!!!


PS. Reklamlara kanmam derken maalesef  yeni çıkan şekerleme ve çikolataları denememezlik etmem :) ama onların bir iddiası yok ki sadece seratonin hormonu salgılamamı sağlayacaklar :)

4.9.10

Annelik nedir?

Daha önce de 'hamilelik nedir' demişim. Yeniden veya ilk kez okumak isteyenlere; http://meraklianne.blogspot.com/2009/11/hamilelik-nedir-kim-bilir-kimse-bilmez.html

Şimdiyse 'annelik nedir' diye soruyorum kendi kendime :)

ve bence cevaplar işte!

Annelik;

Olgunlaşmaktır! ama öyle armut gibi kayısı gibi değil, bedenen değil fikren olgunlaşmaktır!

Bebeğinin süt kokusunu içine çektiğinde huzur bulmaktır!

Onun kusmuk kokusu ile kaka kokusunu çok uzaklardan tanımak ve haşır neşir olduğunda tiksinmemektir!

Babasıyla olan aşkını kıskanır gibi yapmak ama aslında bayılmaktır!

Büyük adamlar gibi gaz çıkardığında kahkahalarla gülmektir!

Kaka yaptığını yüzündeki ifadeden anlayabildiğiniz an 'üstad' mertebesine erişmektir!

Her hapşırdığında kendine gülen bebeğinizle 'hapşırmaya' farklı açıdan bakabilmektir!

Mutlu bir çocuk olsun diye ana rahmine düştüğü andan itibaren özen göstermektir!

Önemsiz şeylere kafayı takmamayı öğrenmek; en derin üzüntüyü ve mutluluğu bebeğinin gözlerinde bulmaktır!

Ağlamasın diye keşifler üzerine çalışmaktır!

Sevdiği müzikler eşliğinde şarkılar söylemek, arabada giderken çukurlara girmek, ve hatta oynamayı hiç sevmezken kendini göbek atarken bulmaktır!

Uyutmaya çalışırken 'delirmek' ama uyandığı andaki tebessümüyle 'pamuk gibi yumuşamaktır!'

Laf olsun diye değil 'gerçekten' fedakarlık yapmaktır!

Zamana karşı yarışmaktır!

Uyanma saati, uyuma saati, emme saati, oyun saati, gezme saati ve hatta kaka saati, ağlama saati diye günü saatlere bölmek ve deli gibi bunları kağıda dökmektir!

Fazlaca bel ağrısı çekmektir! 'Ana kucağı ve bilumum ekipmanlarını ordan oraya taşımak, bebek arabasını bagajdan indirip kaldırmak, sallamak ve emzirmekten'...

Çok çocuk büyütmek değil tek çocuğu anlamak ve her an dinlemek, gözlemektir!

Sokak gezmelerindeki ilgi alaka zaman zaman 'hijyen' nedeniyle canını sıksa da böyle sevilesi kahkahalar atan bir bebek doğurduğu için 'gurur duymaktır!'

ve en sonuncusu da o daha doğmadan onun için 'blog' açmak ve okunası yazılar yazmaktır! :)

28.8.10

Aslında sütünüz hazır sadece sizden işaret bekliyor!

O işareti verebilmek için;

Etraftan gelen tüm yorumlara kulaklarınızı kapayın!


Odanıza kapanın!

Yanınızda kimseler olmasın! (e malum doğumdan önce de göğsümüzü ortalık yerde açan 1 tip değildik, 1 de onun stresini yaşamayın)

Bebeğinizle sabredin, pozitif olun, sütünüz gelsin ve sonra herkesin yanında EMZİRİN!
O anlarda anne yanında olanlar;

'yok gelmiyor, ah çocuk aç kaldı, mama hazırlayalım, yok yok az geliyor, yağı yok, şunu ye, bunu ye, tutamadı bebek, tüh, vah' demeyin!
olumlu ve pozitif durun!
Yapamıyorsanız sessiz durun, mümkünse yanına da yaklaşmayın, tanıdığım hiçbir kadn göğsüne dikkatlice odaklanılmasından ve sorulmadan birden ellenerek yardım edilmeye çalışılmasından hoşlanmaz...

Olumlu yaşanmış hikayeler anlatın, olucak diyin, gelecek diyin, uğraşmasına zemin hazırlayın, poh pohlayın :)

20.8.10

Ben kimle dolaşıyorum?!?

Bugün yine evde uyku öncesi krizlerimizden birini yaşıyorduk ki toparlandık arabamıza bindik ve klimalı ilk alışveriş merkezine kendimizi attık!

Capacity'e girdik, bu kez kangurumuzla gezmedik çünkü rahat rahat uyusun istedim. Ben de rahat rahat bişeyler yiyip içeyim! :)

Önce biraz uyudu, ben de o sırada biraz mağaza gezdim ama sonra hemen uyandı meraklı! Ne yapıyoruz, nereyi geziyoruz, burda ne var, o kim vs. vs. bakışları atmaya başladı!

Nine West'te içerisi müşteri dolu olmasına rağmen herkes işi gücü bıraktı Simre'nin başına üşüştü.

Bişey soruyorum kimse bana cevap vermiyor!

Ay diyorum napıyo o size öyle?

Bi bakıyorum ki herkesi başına toplamış, eteğini açıyor, gülücükler atıyor, 'aaaaaaaa, uuuuuuuu, yaaaaaa' diye hepsinin ayrı ayrı yüzüne bakarak sohbet ediyor!

Ben benle ilgilensinler diye uğraşırken Simre Hanım sanki ayakkabı alıcak bi müşteriymiş gibi tüm çalışanları başına toplamış!

Neyse çıkıyoruz, her gün ziyaret sözü verip!?! :)

Sonra diğer ayakkabıcıları geziyoruz. ( annesi biraz ayakkabı delisi, ona da annesinden geçmiş :)

Her yerde herkes işi bırakıyor, Simre'nin başına toplanıyor!.

Diğer mağazalar, giyim, yemek vs. Hepsi neredeyse kapıları kapatacak Simre'yle ilgilenecek!

Bi an ben kimle geziyorum dedim.

Ajda Pekkan mı? Ünlü bir oyuncu mu? Yoksa futbolcu mu?

Nesin sen Simre? Büyüdün de küçüldün, büyükken de artist miydin neydin kızımmmmm bırak biraz da annenin istekleriyle ilgilensinlerrrrrrrrr! :)

Sağımızda solumuzda bir sürü bebek arabasıyla gezen bebek var ama herkes Simoti'nin peşinde! Bu nasıl gülüş, ne diyosun sen, o nasıl bakış' sesleri arasında alıp kızımı evin yolunu tutuyorum 'söz, yine gelicez' diyerek tüm mağazalara!

Kanguru'dan halka selam!

Ben yürüyüş yaparken o da arabasında ya da kanguruda etrafa bakmayı çok seviyor!

Meraklıanne'nin kızı da meraklı oldu!

Bebek arabasında bazı ayrıntıları kaçırıyor; manzaralara, dükkanlara ve insanlara tam olarak hakim olamıyor!

Böyle bir durumda da hemen çığlığı basıyor...

Bu yüzden biz de kanguru aldık.

Göğsümüze takıyoruz, eller bacaklar ve kafası oynaya oynaya geziyoruz.

Hamileyken herkesin ilgisini ve sevgisini çeken göbeğimin yerine kanguruyu koydum, yine ilgi çekiyoruz, yine sokak sokak dolaşan milletvekilleri gibi sohbet ede ede geziyoruz! :)

Bebek için alışveriş yaparken doktorumuza danışmadan hiçbir üründe kesin olarak karar veremiyoruz ama bu şekilde aldıktan sonra da gönül rahatlığıyla kullanıyoruz.

Kanguru fikrini doktorumuza danıştığımızda 'Babybjorn' markasını özellikle tavsiye etti.
Sonra bizim de araştırmalarımız neticesinde bebeğin kas, kemik ve duruş pozisyonunu en iyi ayarlayan, taşıyan için de bel ve sırt desteğinin en iyi olduğu, kilit sistemleri ile de en güvenilir kangurunun  Babybjorn olduğunu tespit ettik ve yaz sıcaklarıda terletmeyen dokulu Synergy modelini aldık.

Bu marka Türkiye'de çok da bilinmiyor, bilenlerin ya Amerika geçmişi var ya da tanıdığı... Fiyatları diğer kangurulara göre en az iki katı kadar yüksek ama bebeğin duruş pozisyonu ve güvenilirliği için fiyat hep ikinci plana atılıyor özellikle babamız tarafından :)

Kangurular için; 'aman biz aldık bebeğimiz hiç kullanmadı, çok gereksiz vs.' gibi yorumlar aldığımız için ya kullanmazsa diye içimizde hep bir korku vardı.

İlk denememizde Bingo! Gülücükler atmaya başladı.

Her taktığımızda da halkı selamlayan ünlü birisi gibi herkese ayrı ayrı bakış atıyor, herkese yetişebilmek için kafasını sağa sola sürekli hareket ettiriyor!

Rutin yürüyüşlerimizde komşularımız, esnaf dışında tanımadığım bir sürü insanla da samimi olmuştum. Yürüyüşün sonunda uykuya daldığını da karşıdan gelenlerin 'kısık sesle' sevme girişimlerinden anlıyorum :)

Şimdi enerjik olduğu zamanlar kangurumuzu takıyoruz, halkı selamlıyoruz, alkışlar ve tezahuratlar arasında mutlu mesut eve dönüyoruz!

Uykularım Senin Olsun! :)

Saçını başını yolan, kulaklarını koparan kızımın tek derdi uyumak!

ama 1 türlü uyumuyor!

Yan sallıyorum, yukarı aşağı, ana kucağında hop hop... Hepsi için inanılmaz efor sarfediyorum. Sonunda galip çıkan ben oluyorum ama bitap bi halde, dilim dışarda kalakalıyorum.

Böyle zamanlarda annem 'uykularım senin olsun Simre' diyor ve o gece Simoş deliksiz uyurken ananenin gözüne gerçekten uyku girmemiş oluyor :))

O yüzden bu sözü yasakladım, eşitlikten yanayım, hepimizin uykusu eşit olsun lütfen! :)

Bunlar evde oturduğumuz zamanlarda geçerli.

Dışardayken arabasında, kangurusunda ya da ben araba kullanırken mışıl mışıl uykuya geçiyor kendiliğinden...

Yani Simo'nun gezmeciliği uykusunu bile etkiliyor!

Bakıcı, yardımcı ve annelerin yardımlarını beklemeden tek başıma büyüttüğüm kızımın tüm hareketlerinin, tüm ağlama çeşitlerinin anlamını biliyorum.

Hepsinin çözümü iki dakikamı alıyor sadece...

(Açlık = Emzirmek , Kakasını yapmışsa = Temizlemek, Canı sıkılmışsa = Sohbet)

ama Uykusu gelirse = Çeşit çeşit yaptığım tüm maskaralıklar ya tesadüf üzerine işe yarıyor ya da bir işe yarayan bir daha yaramıyor!

Mesela bir gün elektrik süpürgesiyle evi süpürürken,

Bir gün çamaşır asarken ana kucağında yanıma koyduğumda beni izlerken,

Genelde ana kucağını sallarken,

Birisi varsa birlikte battaniyesinde sallarken,

Atom karınca ananesi kolunda sallarken uyuyor ki en garantilisi bu ama benim kollarım kopuyor, ben yapamıyorum!

Ayakta sallamayı sevmiyorum, açıkçası hiçbir şekilde sallanarak değil kendiliğinden uykuya geçmesini istiyorum.

Uyku yöntemlerinden doktorumun da tavsiye ettiği Tracy Hogg yöntemini uygulamaya çalışıyoruum EASY ( Eating - Activity - Sleeping - You)

Yani öncelikli olarak bebeğin karnını doyuruyorsunuz, sonra onunla oyun oynuyorsunuz, yoruyorsunuz, uyutuyorsunuz ve en son kendiniz için bir şeyler yapmaya fırsat bulduğunuz kısa ama değerli dakikaları kazanıyorsunuz.

Bu yöntemde uyku öncesi bebeğimize kazandıracağımız alışkanlıklarımızın olması ilk amacımız.

Yani uykuya geçmeden önce alışkan olduğu bir rutin olmalı:

Aynı saatte Banyo - Masaj - Pijamalarını giydirmek - Loş ışık ve belki en son uykuya geçmesi için meme ya da ana kucağında hafif sallama bizim rutinimiz.

Simoti'nin şu anki uyku düzeni:

Gün içinde Sabah uyandıktan, temizlik ve sohbet işlemlerimizi bitirdikten sonra 11 gibi tekrar şekerleme uykusu, 2 gibi ikinci uyku, 5 gibi akşamüstü kestirmesi ve akşam 8 gibi yine uyku huysuzlukları ve 10'da kesin uykuya geçiş.

Gece sabaha kadar 3 kez emmek içi uyanıyor ve bu rutin dakika farklarıyla aynen devam ediyor (tabi arada oyun, beslenme, yarım saat Baby Tv, 1 saat oyun halısı aktivitelerimizi uygulamayı atlamazsak)

Dışardayken ya da 'nolur biraz daha uyu Simo' diye sabah biraz daha geç kalkarsak bu düzenimiz tamamen değişiyor. Düzenimiz çok şaşmasın diye de yine de dışarda olduğumuz ve geç kalktığımız zamanlara ait yaptıklarımızı saat saat not tutarak ipleri elimizden bırakmıyoruz! :)

19.8.10

Benim kucağım :)

Teyzesinin daha doğar doğmaz aldığı ana kucağı 2. ayımızdan itibaren hayat kurtaran oldu bizim için.

Ana kucağı yani benim kucağım işte!

Bebeğinin kucağa alışmasını istemeyen, kendine vakit ayırmak isteyen anneler için bebeği oyalayabilen süper bir icat olsa gerek...

 Ayrıca fotoğraf çekmek için de çok hoş bir fon oluyor arka planda ana kucağının gövdesi :)))

(Edinmek isteyenlere: Fisher Price - Rain Forest)

Üzerinde oyuncakları var, müziği var, titreşimi var.

Yere koyduğunuzda ayağınızla rahatça sallayabilirken, yemek yerken masanın üzerine koyup elinizle sallayabiliyorsunuz, bebeğinizden hiç ayrılmamış oluyorsunuz :)

Şu aralar kara kara düşünüyoruz, yakında buna sığamayacak ve biz ne yapıcaz!

10.8.10

7/24 Yanınızdayım!

Geçtiğimiz günlerde hamile iki arkadaşım doğum yaptı. 

Hastaneden çıkıp da evlerine döner dönmez beni aradılar.

Kendileri ve bebeklerinin durumları hakkında bilgi verdiler. Meraklıyım ya biliyorlar, hemen merakımı gideriyorlar :)

Sonrasında da gelen telefonlar, merak edilern ufak tefek ayrıntılar ve paylaşımlar :)

Bebeklerinin kakaklarının renginden kıvamına, mamasından emzirme tekniklerine her türlü sorularıyla yüz göz olmaktan inanılmaz mutluluk duyuyorum. Beni 7/24 arayabilirsiniz, ne de olsa Simoti sayesinde tilki uykularındayım!
Tabiiki önce doktorlarımız herşeyi bilirler!

ama hemen arkasından da doktorlarına bağımlı yaşayan ve aldığı tüm bilgilieri aklına kazıyan, 'doğal annelik' ve 'doğal beslenme' konusunda sürekli araştırmalar yapan şahsım da pek çok şeyi bilebiliyor edindiği tecrübeler sayesinde!

Tecrübeliyim derken, 0-4 ay arası bebek bakımı tecrübesini kastediyorum, ilerisini yaşadıkça ve doktorlarımla bilgi alışverişi yaptıkça edineceğim ve paylaşacağım.

Belki kimilerine göre çok yeni ve tecrübesiz bir anneyim ama 0-4 ay arasında bakımında ve emzimede yaşadığım zorluklar, gaz sorunu vs. ile ilgili edindiğim tecrübeler ile gerçekten çok uzun bir yol katettiğim inanıyorum.

Zaten paylaştıklarım da hamilelik ve yenidoğan bebeklerin bakımıyla ilgili tüm bildiklerim!..

Öyle durdukyere kimseye karışmam, yorum da yapmam çünkü herkes çocuk doğurabildiği gibi bakımıyla ilgili de yorum yapmaya çok meraklı...

ama bana sorunuz olursa seve seve en güncel bilgilerle merakınızı gidermeye çalışırım :)

Yine de unutmamanız gereken en önemli bilgi:
Bebeğin bakımıyla ilgili en doğru kararları doktorumuzun dediği gibi 'üçgenin bir köşesindeki anne, diğer köşesindeki baba ve karşı köşesindeki doktorları' birlikte verirler!

6.8.10

Sudan çıkmış balığım 4 aylık :)

Sudan çıktı yalan değil! :)

ayrıca kendisi yazın şu sıcak günlerinde tam 1 balık!

Yazlıkta suların içinde günde 4 kere banyo yapıyor (kakasını yaptığı zamanlarda yıkanan poposunu saymıyorum :)

Ağırlığımız 7 kg'lara yaklaşmakta. Boğum boğum kollarımıza, bacaklarımıza bakan 'mamayla besliyorsun herhalde' derken azimle 'emziren bir anne' olduğumdan gururla 'sadece anne sütü' diyorum :)

4. ay kontrollerimize gittik.

Doktorumuz; havaların sıcaklığından diğer hastalarında sık sık gördüğü 'Pişik, isilik durumlarımıza bakalım' dedi. 'balık hiç pişik olur mu' dedim :)

Rutin aşılarımız dışında hiçbir sıkıntımız yok.

Biberonla beslenen bebeklerde hijyen eksikliği snucu ağzında oluşan PAMUKÇUK,  annenin hormonlarından bebeğe geçen yağlardan oluşan KONAK, alt değiştirmede fazla bekletme, asitli dışkının yıkama değil silme ile temizlenmesi  ile oluşan PİŞİK ve sıcak havalarda sık sık yıkanmayan bebeklerde oluşan İSİLİK bizim kabusumuz olmadı!

Siz d bu sıcaklarda bebeğinizi nemden korumak için klimalı ortamlardan sakınmayın. Doktorumuzun tavsiyesiyle 25c'de çalışna klima ve ılık banyolarımız sayesinde pişik ve isilik nedir bilmiyoruz.

Size de tavsiyem;
Siz sıcaklıyorsanız, bebeğiniz de...
Siz üşüyorsanız, bebeğiniz de...

Kendini seven her anne, bebeğine daha iyi bakabilir diye düşünüyorum.

Ben öncelikli olarak kendimi dinliyorum ve ona göre Simre'yi giydiriyorum, soyuyorum, banyoya sokuyorum, klimayı açıyorum, camı açıyorum, sokağa çıkıyoruz, alışveriş yapıyoruz, canımız ne istiyorsa o an onu yapıyor ve ondan mutlu oluyoruz :)

28.7.10

1 Güneş 2 Yıldız tatilde :)

Bloğuma pek 100 vermiyorum bu aralar :) Küs filan değilim ama yazasım gelmiyordu ne kadardır...

Buradan çok 1 şey yazamadığım için diğer meraklı anne adayları ile telefonda iletişim kuruyoruz!

Yazlıktayım, sahildeyim.. 1 güneş 2 yıldız tatil yapıyoruz anneannemizle birlikte!

Hasoti çalışıyor, onu çok özlüyoruz ama gelemiyoooooo! İnternete girebildiğim sabahlarda kamerayla Simoti babasına el sallıyor  :)
Burda bulunduğum yerde iki genç gebe ile tanıştım...

Engin tecrübe ve bilgilerimi onlara sözlü olarak aktarıyorum , yani meraklı anne tatilde ama hala çalışıyor :)

Hamilelik bilgilerime, bebek bakımı da eklenince uygulamalı derslere başladım heryerde!

Meraklarını giderebildikçe, sorularını yanıtlayabildikçe mutluluktan havalardayım her gün :)

11.6.10

Çok güzel hareketler bunlar! :)

Simoti'yi gündüz uyuttum diyorum; tam bilgisayarı elime alıyorum ki tilki kızım pıt açıyor gözlerini!

'Yazı yaz, daha çok yaz' diyen sevgili arkadaşlarım az yazı yazmamın yegane sebebi budur :)

Hani gece yazarım diyorum ama gece de uyuyabildiğim ilk fırsatta uyuyorum...

Hasret kaldığım uykumdan ödün veremiyorum çünkü iş hayatından daha çok mesaim var benim... 7/24'e çok yakın :)

Bu aralar 'çok güzel hareketler' edindi kızımcağzım!

İki gündür kafasını sağa sola sallamayı öğrendi, sanki kara saçlarını savurmak ister gibi hızlı hızlı sallıyor başını :)

'ay yapma sakin ol' diye sabitlemeye çalışıyorum; inadına daha çok sallıyor, hemen arkasından da gülüyor :)

Eldivenlerini çıkarınca da ağlarken yüzünü yukardan aşağı parçalayacak gibi hareketler yapıyor.

vee dudak büzüyor artık! Alt dudağını sarkıtıp suratını buruşturuyor; komik şekillere giriyor uykudan önce :P

Dilini çıkarmayı ilk ayında öğrendi zaten, kedi gibi dili dışarda kendini yalıyor! :)

Güleryüzlüyüz, Abiye Kuzu kahkahaları atıyoruz ama bazen de çok fena asabiyiz, tek mazeretimiz de 'acıkmak! ve malum 'gaz' sancılarımız!

4.6.10

Dikkat bağımlılık yaratır!

Simo'nun doğum hikayesini anlattım ama ilk gördüğümde 'hiiii niye o kadar küçük o' dediğimden bahsetmemişim :)

Sanki yenidoğan bebek çok görmüşüm gibi ilk gördüğümde verdiğim tepki buydu!?!

ama gerçekten çok küçüktü çünkü beklediğimizden erken gelmişti Simoti bebek :)

2520 gr doğdu ama hastaneden çıkarken 2400'lere indi minnoşş :)

Birinci ayımızdaki doktor kontrolümüzde 3400'lere kadar çıkarak rekor kıran Simo, ikinci ayı itibariyle 4750 gr :))
O şişko şişko yanaklarıyla öyle tatlı gülüyor ki, yanlış anlamayın gülümsemiyor, resmen gülüyor; kahkaha atıyor :))

Dışarda gezdirirken herkes durup sevmek istiyor ama bebeğe hijyene takıntılı olan ben yoldan geçene de sevdirecek değilim artık!

Görenlerde, sevenlerde bağımlılık yaratıyor. Bizim halimizi hatrımızı soran yok, herkes onun kokusundan gülüşünden 1 parça ister oldu :)

Maalesef en çok babasına gülüyor, önce yandan yandan gülümsüyor, sonra Haso onla konuşunca ağzını sonuna kadar açıp gülüyor :))

Eeee annesi de babası da sürekli gülümserlerken kızlarının somurtma ihtimali var mı hiç!!! :)

3.6.10

Annelik hediyesi :)

Doğumdan önce bebek doktorumuza karar vermiştik.

Her gün doktorun internet sitesinde dolanıp duruyorduk.

http://www.bebekdoktorum.com'/ da bebek bakımıyla ilgili bilgiler, ebeveynleri ilgilendiren güncel haberler vardı. Sık sık okuyup bilgileniyorduk.

Henüz doğum yapmadığımdan sitenin en önemli bölümü de doğum öncesi ve sonrası ile ilgili verilen bilgilerdi.

Hastaneye giderken neler götürmemiz gerektiği, hastaneden çıkarken bizi neler beklediği ile ilgili yazıları okurken gözüme çarpan en önemli yer 'babalar' ile ilgili bölümdü.

Hastaneye götürülmesi gerekenler başlığı altında annenin alması gerekenler ayrı, babanın alması gerekenler ayrı ayrı maddelenmişti.

Annenin alması gerekenlerin listesi uzundu da babanınkinde bence çok önemli bir madde vardı anneyle ilgili :)

'Doğum sonrasında vermek üzere eşiniz için bir hediye alın'

Doktorun bu ince düşüncesini maddeler arasına sıkıştırarak baba adaylarının 'ince' düşünmesini sağlaması süper bir fikirdi de ben o maddeyi Hasoti'ye nasıl okutacaktım :)
Bilgisayarda o sayfayı açık bırakıp '1 dakka tutar mısın, geliyorum' demeler, 'doktorun sitesinde hastaneye götürüceklerimiz yazıyo, 1 eksiğimiz yoktur inşallah' diye numaradan hayıflanmalar vs...

Sonra 1 gün meraklıanne doğum yaptı :)

Tamam, bebek kucağına verildi. İlk telaş atlatıldı. E sonra 1 sakinlik... Bebek orda uyuyo, herkes etrafta bebeğe iltifatlarda bulunuyor. Ben? Bende 1 şey eksik... 1 hediye, 1 çiçek, ilgi alaka :)

Tatatatammmmm ve perde açılır Hasoti ışıklar ve konfettiler arasından bana hediyesini uzatır... İşte sevgili doktorumuz Gökhan Mamur'un yazısının büyük katkılarıyla edindiğim doğum hediyem!

Sito'ya Haso'sundan 1 adet 'sitare - simre - hasan' yazılı altın kolyeeeeeeee

25.5.10

Komşularla Ataköy Plus - Namlı Gurme çıkarması :)

Komşularımın ısrarına dayanamadım, gezmeyi hiç sevmesem de tekliflerini kabul ettim!?! :))))

Sabah kahvaltısına yeni açılan alışveriş merkezine gittik. Namlı da bir keyif, bir keyif...

Önce biz karnımızı doyurduk sonra da acıkan Simoti için 'bebek bakım odası' aramaya koyuldum.

Namlı'nın katındaki 'bebek odası' işaretlerini takip ederek vardığım yerdeki temizlik görevlileri 'bu kattaki oda iptal edildi, bi üst kata gidin' diye uyardılar.

ve bir üst kata gittim (katlar arası merdiven mesafesi de bir hayli uzun) Neyse, bir üst kattaki odaya doğru yöneldim ve ücra köşedeki odaya doğru bakındığımda yine görevlilerden bu kattakinin de iptal edildiğini sadece bir üst kattakini kullanabileceğimi öğrendim.

Ya sabır diyerek üst kattakine gittim ama yürümekten bitap bi haldeydim. Odaya girdim.

Küçük, boş ve 'bebek bakım odası da olsun işte' diye alalade bir şekilde yapılmış bir odaydı!

Aman dedim, bulduğuma şükür alt tarafı alt değiştirip emziricem ama o da ne!

Emzirirken oturduğum koltuktan sürekli kalkmak zorunda kaldım.

Neden mi? Sensorlü ışıklarından! Önce dışardan falan kapandı sandım, sonra bir baktım sensörlüymüş ve emzirirken bebekle kalkıp 2 dk da bir kalkıp kendini! göstermek gerekiyormuş koltuktan uzaktaki lambaya!!!

Tebrik ederim Ataköy Plus, iyi iş çıkarmışsınız!!! Önce o kullanılmayan odalara yönlendiren işaretleri kaldırın sonra da o sensör sistemini 1 zahmet!

23.5.10

ve Başbakan yurda döndü :)

Hamileliğim sırasında hassas ve narin çamaşır ayarında olduğumdan alınganlığım tutmuştu ve ilgi beklemiştim.

Mide bulantısı çektiğim sıralarda yaşadıklarımı önceki yazılarımda anlatmıştım, hatta orda bir de alınıp, darılıp küstüğüm başbakandan bahsetmiştim :)

İşte o başbakan yurda döndü!

Hastaneden çıktığımızdan beri eli - gözü üstümüzde, hatta gece bekçiliğime kalarak katkıda bulunmuşluğu da var :)

Simoti'nin kolik sancıları tuttuğunda elinde pışpışlaya pışpışlaya sakinleştiriyor, ben de o gün full time yemek yiyorum fırsattan istifade :)))


Her Çarşamba müzakere yapıyoruz evde! İçli köfte ve pizza eşliğinde (Bu ikiliye dikkat! Geleneksellikten modernizme uzanan bir mönü:)

20.5.10

Anne karnındayken fıldır fıldır gezdin. Şimdi sıra kucakta gezmede! :)

İlk gezme maceramız babamızlaydı, sonra teyzeyleydi sonra da tek başımıza gezmeler başladı :))

1 Gün estiler aldım yanıma ne var ne yok koptum gittim Göktürk semalarına...

Kahvaltı diye başladığımız misafircilikten gece yarısı kalktım :)

Selin teyzesi, Simoti için her türlü konforu sağlamıştı, tabi süt veren Möö'yü de unutmamıştı, habire beslenir durumdaydık yine :)

Aslında evde oturmayı sevmeyen çok bilmiş kızım orman havasından mı neden bilmem 1 güzel uyudu ki anlatamam rahatlığımı!!


ve başka 1 gün, günlerden Pazar ve biz gezmeye alışık Edi'yle Büdü olarak yine taktık kolumuza sepetimizi bu sefer de Zekeriyaköy yollarına düştük.

Önce yine Göktürk'e uğradık, yanımıza yardımcı kuvvetlerimiz Berrak ve Emre'yi aldık, vardık mangala :)

Yer seçme maceramız sonrasında az güneş, az gölge, az rüzgarlı 1 yer bulduk ve kurulduk.

Simoti, ilk kez mangal kokusuyla tanıştı. Biz köfteleri, tavukları hapur hupur yerken o ise sek sütüyle takılıyordu :)

O gün yine orman havası aldı ve mis gibi uyudu, uyumadığı zamanlarda da
hamileliğim boyunca ve hala da bana çok yardımcı olan Berrak'ın kollarında etrafı seyretti :)


Haftaiçinde de Nişantaşı gezmemiz oluyor.

Ordaki sabit durağımız ananenin dükkançesi :) Orda mola veriyoruz. Altımızı değiştiriyoruz, anne Möö'den mamamızı alıyoruz ve tekrar gezmelere koyuluyoruz :)

Malum; annesi Nişantaşı çocuğuuu, Simo da öyle olsun :)

Annesinin gezdiği yerlerde gezsin, annesinin içtiği sulardan içsin, ben de annem gibi onun elini sıcak sudan soğuk suya sokturtmam ki az biraz da şımarsın baba evinde :)




Geçtiğimiz Pazar da, Kumburgaz yollarını aşındırdık. Hep orman havası alan kızımız biraz da deniz havası alsın dedik ve götürdük anneannesinin deniz kenarısındaki evisineee :)

Akşam üstü de taaaa Pendik'ten gelen Simo'nun hayranlarıyla mangal sefası yaptık.

Duygu teyzesi en son minnacıkken görmüştü, şimdi cingözlü sürekli gülümseyen halini görünce aldı artık zehiri. O da görmeden yapamayanlar arasına katıldı :)

12.5.10

Kamyon verin kullanayım ama bebek arabası ı ıhh :)

Tavsiyeler sonucu Maclaren travel sistem bebek arabası aldık.

Aslında benim gözüm Maxi Cosi'lerdeydi. Estetik duruşu ve renkleriyle cezbediyordu...

ama tecrübeli arkadaşlarımdan ve satıcılardan aldığımız tüyolarla estetikliğinin değil kullanışlılığının ön planda olan markayı Maclaren'ı tercih ettik.

Tek hareketle kapanabiliyormuş, hafifmiş, kolay sürülüyormuş, katlanması açılması kolaymış vs.vs.

Ben tüm bu söylenenlere inandım ve Simre'yi taşıyacağımız güne kadar arabanın yanına yaklaşmadım, kapalı kutusunda bıraktım.

Haso ise, her haftasonu kullanım kılavuzunu okudu durdu... Arabanın parçalarını taktı, çıkardı, sürekli bir şeyler çalışıyordu, ben de 'ne kadar çok oynadın, ne var sanki' diyordum.

Tatatatammmmm işte o gün geldi;

Simoti'nin ilk gezme günü...

Ah o araba yedi bitirdi bizi, kan ter içinde bıraktı. O parçası oraya, oto koltuğu şuraya, kemeri ordan çıkıyo, oraya basınca kitleniyo falan filan...

Tabii Hasoti, okuyarak tecrübe kazandığından tık tık tık hepsini yapıyordu, ben de elektronik aletlerdeki tamir ve keşif gücüme güvenip  'ne var sanki' diyordum yine...

ve bir gün ablamın da bana geldiği gün Simoti'yi babası olmadan ilk kez dışarı çıkarma heyacanıyla arabasını, oto koltuğunu ve Simo'yu yüklenip arabaya bindik.

Hem büyük, hem bebek mağazaları çokluğu, hem de yakınlığından dolayı Forum İstanbul'a gezi turu düzenledik.

Otoparkına arabayı parkettim.

Sonra bagajdaki bebek arabasını çıkarmak için çalışmalara başladık.

Evet, bagajdan çıkardık ama kapalıydı bu!

Neresine bassam diye önce heryerini kurcaladım, bas - çek - it - kaldır ı ıhh olmadı!

Ablamla arabanın etrafında döndük, yok yine 1 çare bulamadık...

Hani şimdi Haso'yu arayıp 'bu nasıl açılıyor' diye sormak da işime gelmedi :) ama maalesef uzun çabalar sonucu açmayı beceremeyince arayıp talimatları almak zorunda kaldım :)

ve arabayı açıverdik kolaycaaaaa

sonra rahat rahat alışveriş merkezini gezdik. Ne 1 ağlama ne de mızmızlanma...

Gezmeci Simoş gülücükler atarak arabasında yatıyor, herkesin ilgisini çekiyordu.

Bizim karnımızın acıktığı sıralarda Simoti de acıkma sinyalleri vermeye başladı.

Forum İstanbul'daki bebek bakım odası işaretlerini takip edip 1 odaya girdim ki ne göreyim,

Böyle güzel ve temiz 1 oda bu taraflarda hiç 1 alışveriş merkezinde görmedim. Yeni açılan Ataköy Plus da dahil!

Duvarlardaki süslemeler, alt değiştirme masası, mama ısıtmak için mikrodalga fırın, biberon ısıtmak için Arçelik'in aparatı, tertemiz lavabosu ve emzirmek için oldukça konforlu olan koltuğu şahaneydi!

Tek sorun yazı ve işaret algısı olmayan insanların paldır küldür kapıyı açıp 'a pardon' demesi ve sonra girdiklere yere şaşırıp odaya şöööyle 1 göz atmalarıydı!!!

Tuvalet kapılarını şaşırıp gelenlerin bayan olması benim şansıma mıydı yoksa şaşıranlar hep bayanlar mıydı bilemedim :)

Alışverişimizi yaptık, yemeğimizi yedik ve sıra geldi bebek arabasını arabaya yerleştirmeye...

Açtık ama açıldığı gibi kapanmıyordu ki bu şeyyy!

Şimdi 1 de kapamak için etrafında dönmeye başladık...

Otoparkta biz onu kapamaya çalışana kadar etrafta insanlar nispet yapar gibi açıyor, kapıyor, arabalarına binip gidiyorlardı...

Yine uzun uğraşlar sonucu arabayı kapamayı beceremeyince 'acil yardım destek hattı'nı aramaya mecbur kaldım :)

Haso'ya bağlandım ve verdiği tariflerle arabayı kapamayı başardık!

Öyle umutsuz ve çaresiz kaldım ki; bir an kapanmayan bebek arabasıyla o alışveriş merkezinin otoparkında yaşamak zorunda kalıcaz sandım :))

11.5.10

anneden anneye :)

'Bu yazıyı yazalı çok olmuştu ama anneler gününde moralim bozuk olduğundan yayınlayamamıştım. Şimdi biliyorum ki annemin arkadaşlarından birisi yine çıkış alıp bu yazıyı okutacak. Annem de dükkanda duvarına asacak meraklı annenin yazısını. O zamana kadar ben de okutmayacağım, susup bekleyeceğim ki kendi kendine okusun :)'


 
Ben ANNE oldum. Sen ANNE+ANNE oldun; sana 2 kat fazla düşkün oldum :)

Annelik dünyanın en zor mesleğiymiş!

Ne okurken bu kadar zorlandım ne de çalışırken!

Anneliğin saati yok, günü yok!

Derdini anlatamayan bir bebek ve ona adanacak yıllar!

Seni üzdüm bazen...

Asilikler ettim zamanında;

kapıları vurdum yüzüne,

günlerce surat astığım oldu...

ama bir öpücükle affettin hep beni!

Benim doğum sancısı çekerkenki bakışın gözümden gitmiyor!

Ben de 'Çekilir mi' dedim, çektim ama unuttum bile!

Bir bebekle sabah akşam uğraşılır mı dedim, 7/24 gözünün içine bakar oldum!

Uykumu bölmem dedim, uyumuyorum!

Kızımın aynı ben olduğunu söylediklerinde içim eriyor!

Ne mutlu ki ben de aynı sana benziyorum!

'canının canının canı' diye hala fedakarlık peşindesin...

Ben onu emzirirken sen beni besliyorsun!

O ağladı diye üzüldüğümde, sen ben üzüldüm diye onu kucaklıyorsun!

Kucağımda gazını çıkarmaya uğraşmaktan sırtım ağrıdı diye bana masaj yapıyorsun!

Benim gözüm kızımda, senin gözün hala kızında!

Anneler günün kutlu olsun, Allah sana sağlıklı ve uzun ömür versin ki hep yanımda ol annem :))

10.5.10

İlk anneler günüm :(

Yakın zamana kadar benim bayramım 23 Nisan'dı!

O gün arkadaşlarım beni arar, bayramımı kutlarlardı :)

Artık hızlıca yol katettim ve Mayıs ayına 'anneler günü'ne terfi ettim!

Geçtiğimiz Pazar da 'benim günüm'dü! İlk anneler günümdü!

Herkes kutlamak için aradı ama ben ilk anneler günümden hiç 1 şey anlamadım...

Simre'cik güne kakasını yapmakla başladı (kendisi bezine yapmıyor, bezini açtırıyor, başında bekletiyor... Poposuna bulaşsın istemiyor da titiz kızımız :)

Sonra bebeğin hijyeni, mini banyosu, giyinmesi, yedirilmesi derken Hasot o sırada açlıktan bayılmalardaydı.

Bir an evvel evden çıkıp 1 şeyler yemek istiyorduk ama gün içinde bir sürü aksilikler yaşayınca yediğimizden 1 şey anlamadığımız gibi 1 de trafik kazası atlattık.

Allah kızımızı bize, bizi de birbirimize bağışladı!

Hep diyorum ya Nescafe 3'ü bir aradayız biz. Kahvesi Haso, sütü ben, şekeri de Simre'cik :)

Birbirini düşünen, düşkün olan, canı yananla canı yanan 3'ü bir aradayız biz!

O günden beri benim tansiyonum yerlerde, başım, boynum ve belim birbirine kenetlenmiş beni rahat bırakmıyorlar!

Simre çok huysuz, geceleri uyumuyor ve bütün gündüz ağlıyor!

Öyle içten, öyle kötü ağlıyor ki ben de saçlarımı yoluyorum!

Bütün gün deli dilaver gibi Simre'yi yatıştırmaya çalışmaktan bitmiş durumdayım.

Doktorumuzu aradık, rahatlatıcı 1 ilaç önerdi ama ilaca gerek kalmadan dün itibariyle erken gelen babasının kucağında sakinleşti.

ve sabaha karşı gülücükler atmaya başladı!

Artık uyanıkken bize tepki veriyor, şaşkın şaşkın bakıyor ve sonra tatlı tatlı gülüyor!

Bu arada ben; Evet başta süperdim, güzel taşıdım, güzel doğurdum, güzel baktım derken sanırım tükendim.

Simre'yi tutmaktan, taşımaktan, pışpışlamaktan, heryerim tutulmuş durumda. Yemek yemeyi unutuyorum, unutmaktan ziyade Simre'cik 5 dk bile boş bırakmıyor beni!

ama o güldüğü zaman full şarj oluyorum, hepsini unutuyorum :)

7.5.10

Simoti ile ilk gezimiz :)

Günlerce sabırsızlandım.

Annesi gezmeci, kızı da gezmeli! ama ne zaman?

Havalar ısınmalı ve biz sokaklara dökülmeliydik

ve bir gün 'güneşi gördüm' :) Günlerden Pazar'dı. Babamız da evdeyken çıkmalıydık artık!

Simo'nun 24. günüydü. Topladık pılımızı pırtımızı, dışarda kahvaltı edelim dedik..

Neyimize güvendiysek!?!

Bu arada pıl ve pırt toplamak hiç de kolay değil!

Onu da alalım, bunu da alalım, şusu, busu, onun parçası falan derken çıkana kadar kan ter içinde kaldık.

Elime koluma bi baktım sanki tatile gidiyoruz.

Çantam, çantası, bebek arabası, oto koltuğu parçası, rüzgarlık, yağmurluk ve Simre!

Eeee kapıyı kim kitliycek?

O gün annemin varlığı yine hayat kurtardı :)

El kadar bebek, 3 kişi peşinde çantalarını, eşyalarını taşıyor.

Bunun bi pratik yolu olmalı, arabada mı yaşasak acaba?!?

Pazar günlerimizin klasiği Teşvikiye Saray'a gitmek vardı aklımızda...

Dışarda oturucaktık, Simo da hava alıcaktı...

Ben Saray'a pat pat giriyodum ama şimdi elimde yeni tanıştığım bebek arabası ve içinde Simoti vardı.

O masaların arasından nasıl geçiricektim?

Hasot arabayı parketmeye gitti.

Annem de her zamanki gibi başka bi masada arkadaşlarını gördü ayaküstü sohbete daldı.

Ben de kaldım mı elimde arabayla :)

Garsonlardan yardım istedim mi istedim, insanların sandalyelerini ite kalka oturacağımız masanın oraya geçtim mi geçtim ama bi türlü arabayı geçişi kapamayacak şekilde yerleştiremedim.

Bu sırada Simre ağlamaya başlamasın mı :)

Allah'ım gezmecilikten vazgeçiyorum, eve dönelim deme aşamasındayım!

Ben nasıl kahvaltı edicektim?

Ne yedim, nasıl yedim bilemedim, bir süre sonra yürüyüşten gelen ablamla eniştem de yanımıza geldi.

Ablama Simre'yi pasladığım ara bişeyler yedim sanırım :)

Özetle Simoti'yi dışarı çıkardık, perişan olduk ama olsun kahraman biziz! :)

6.5.10

Babababası ve babaannesi ziyaretimiz :)

Bugün ilk ev gezmemize gittik.
Simoti'yi el öpmeye götürdük ama o ne yaptı?

Dedesine dil çıkarma şirinliği yaptı, herkesi güldürdü :)

Akşam 9'da banyomuzu yapmaya 10'da da son kez anne Mö'den karnımızı doyurmaya :) ve sonra uyumaya alıştığımız için misafirliğimizde de rutini bozmadık ve uyuyakaldık :)

Sonra babanın kollarında evimizin yolunu tuttuk ve gece nöbeti için hazır asker beklemeye başladık :))

Simo yaaa! Uykumun düşmanısın, beni 'Möö' olarak çok hırpalıosun, uyudun sanıp yatağına yatırdığımda o cingöz gözlerini sonuna kadar açıosun, beni deli ediyosun ama çok seviyorum seni!:)

5.5.10

Babamızın doğum günü! :)

Bugün 5 Mayıs!

İşçi bayramının 4 gün sonrası işte, başka 1 özelliği yok :)))

Yok, yok bugün çooooooook önemli 1 gün, bugün babamızın doğum günü!

Ben Simoti'nin peşinde sürünürken Haso da unutmuş olduğumu düşünedursun, ona gönderdiğim çiçekleri görünce de bayıladursun :)))

Simo, babasına sürpriz çiçek gönderdi ve çiçeklere de not iliştirdi.

Aslında notta 'annemle yemeğe çıkar mısınız? Bana teyzem bakar' da yazdırıcakmış ama onu annesi direk teklif etmek istediğinden son anda vazgeçmiş :)

İşte Simoti'nin babasına süprizi!


28.4.10

Kedi beni tırmaladı!!!!!

Simre için çekik gözlü Japon kedisi demiştim...

Babası da öyle diyor artık!

ama öyle böyle değil tam japon kedisi!

Kedi gibi miyav miyav sesleri çıkarıyor, arada sinek görmüş kedi gibi 'kıhhh'lıyor! ve şimdi de beni tırmalıyor!

Tırnaklarını kesiyorum, anında uzuyor! (kedi tırnağı kesme konusunda profesyonel oldğumdan Simre'de de hiç zorluk yaşamadım:)

ve bugün o minik ellerini hep kapalı tuttuğumuz için kıyamadım. Biraz eldivenlerini çıkarıyım, seviyim, öpiyim sonra banyo yaptırıyım dedim.

Eldivenleri çıkardığım an 5 parmak ve beraberinde 5 tırnak yanağıma cırtttttttttt diye çizik attı!

Sanki kavgadan çıkmışım, yüzüm çizik içinde.

Kedim mi var?

Hayır, japon kedisi kılıklı kızım var :)

26.4.10

Offline'ım :)

7/24 Simre için çalışmaktayım.

Çamaşır makinasının düğmesine basacak vaktim yok!

Yemek yemeyi unutuyorum.

İnternete giremiyorum! Maillerime bakamıyorum, face'imin book'unda kendimi güncelleyemiyorum, bloğuma yazı yazamıyorum...

Emzirme konusunda yaşadığımız sıkıntılar sırasında dualarım biraz fazla gelmiş olucak ki bu sefer emzirmediği anı kolluyorum.

Yapışkanla yapıştırılmış gibiyiz!

Babasını bekliyoruz ki omzuna tükürelim, kocaman 1 gaaark yapalım :)

Özellikle anane ve babanın t-shirtlerinin omuzlarına beyaz beyaz süt lekeleri yapıyoruz!

Evimiz süt kokuyor, kapıdan girmeden 'içerde bebek var' kokuları siniyor apartmana...

Uykusuzluk, sırt ağrıları ve evde kapanmaktan sıkılmak dışında (babayla arada kaçsak da) derdim yok.

Evde durmaya sabretmekteyim.

Minyatürlükten çıksın, havalar düzelsin nasıl ki karnımda hop hop gezdirdim yine öyle gezicez kızımla her gün

19.4.10

'Meraklı Ben' :)

Doğumla ilgili yazdığım yazılarımla henüz evlenmemiş arkadaşlarımı evlenmeye, evlileri hamile kalmaya, hamile arkadaşlarımı da normal doğum yapmaya heveslendirmişim :)

Facebook'tan sitenin linkini verdim vereli herkes büyük merakla yazılarımı takip ediyor!
Yazmayı aksatsam; yeniden yazılarımla geri döndüğüm gün face'te yorum yağmurlarına tutuluyorum :) Sitede direk yorum yazan olmazken bi baktım 'simre de doktorlandı' yazıma yorum var...

Simre'nin göbeğimin içindeki göbek dansına şahit olan ve dişimden dolayı kısa kısa sohbet edebildiğimiz Altuğ Bey'in hastası; google'dan yaza yaza benim bloğa kadar gelmiş, çok sevindim..
ama Altuğ Bey yandı. Bi google'cı daha geliyo :))

gecce.com'da köşede yazarken bile bu kadar güzel tepkiler almıyordum. Sanırım 'meraklı ben'i anlatmalıymışım orda da :)))

Gün geçtikçe 'ne güzel doğum yapmışım be' derken buluyorum kendimi!

Hasot'tan ve çevremdekilerden övgüler bekliyorum, kanatlanıp uçacak gibi oluyorum.

Doğumumla ilgili yazılarımı okurken yeniden yaşıyor gibi oluyorum, en fenası da annemle ablamı ağlatmaya sebep olması...

Yaa hepiniz gülerken annemle, ablam; doğum sırasında dillendiremediğim sancıların tarifini yazılı olarak okurken gözlerini kaşıyor numarası yapa yapa ağladılar, bilgisayar başından çaktırmadan kalkmaya çalıştılar :)

doğum gazileri :)

Doğum sırasında gazi olanlar var;

Biri ablam;
Ağrımı dindirmek için belime masaj yapmasını istedim (aslında doğuma hazırlık kursunda eşler yapıyodu ama piyango ablama çattı :)

Ağrım dinmeyince, gitgide daha fazla şiddetlenince ve daha sert masaj yapmasını isteyince ablam helak oldu!

O telaşla vurduğunu hissetmemiş ama yatağın demir kenarlıklarına vurduğu kolları şu an hala mor :)

Diğeri nöbetçi doktorumuz;
Simre'cik karnımın en tepesinde duruyordu.

Tıpkı annesinin alışveriş merkezlerinin otoparklarında çıkışı bulamadığı gibi çıkışla alakasız gel keyfim gel takılıyordu!

Doktor da Simre'yi çıkışa yönlendirmek için koluyla, dirseğiyle, omzuyla baskı yaptı.

Benim kadar bitap düştü :) 'omzum çıktı, kolum çıktı' diyordu ama yalan! Ertesi gece yine nöbetteydi sapasağlam :)

Üçüncü gazimiz Hasot;
onunki duygusal gazilik :) Sanırım depresyona girdi kendisi!

Belirtileri mi? Çok yemek yiyor, Ofluyor, Pufluyor, her gün 1 yeri ağrıyor (genelde benim nerem ağrırsa onun da orası ağrır :)

Mesela sırtı ağrıyormuş, benim epidüral olduğum yeri işaret ediyor. Beli ağrıyormuş, bacağı ağrıyormuş...

Pazar günü gezmeye diye çıkıp alışveriş merkezinde market alışverişi yapınca da gezemedik, hava alamadık diye mızmızlanmalarr!

Aslında Hasot kaşınıyor!

Anne; sorunsuz, ah'sız - vah'sız ve onu bunu istemeden aşermesiz bi hamilelik geçirmiş, üstüne doğum yapmış, eve gelir gelmez ayaklanmış, 7/24 uyanıkken bile naz - kapris yapmamış..

ama baba; sürekli mızmızlanıyor...

9 aylık naz + doğum sonrası depresyon + lohusalık ağrısı, sızısı, kaprisini biriktirip su yüzüne çıkarırsam boğarım seni Hasooooooooooooot :)

Azmettim, başardım, Simre malup ben galip!

Bu arada ben nasılım?

Hiçbir yerim ağrımıyor, depresyona da girmedim. doğum sırasında epizyotemi yapıldığından atılan dikişlerimden de şikayetim olmadı.

Epidüral'in de hiçbir yan etkisini görmedim; bazı forumlarda epidüral baş ağrısı yapıyor, sırt ağrısı yapıyor yazıyor ama bana 1 buçuk saat ağrılarımı dindirmesiyle verdiği mutluluk dışında hiçbir etki yapmadı...

İlk hafta bebekle çok ilgilenemedim; hem gelen giden oldu, hem bebek sarılık oldu tekrar hastaneye yattık derken ikinci hafta herşey daha güzel olmaya başladı!

İlk hafta eve geldiğimde, bebeği emzirme denemelerim oldu.

Hastanede hemşireler herşeyi gösteriyorlar, eve dönüşte tek başınıza üstesinden gelebilirsiniz. 'aman' diyim, bebeğinizle başbaşa kalmanız gereken o dakikalarda yanınızda her kim olursa olsun siz tek başınıza inzivaya çekilin.

Anneniz, kayınvalideniz, en yakın arkadaşınız bile olsa söylenen her laf, yapılan her yorum o an siz hassasken ve saf ötesiyken incitiyor ve eğer benim gibi pes eden bi tipseniz de 'ben yapamıycam, mama yesin' dedirtebiliyor ki mamaya, biberona ne kadar karşı olsam da!

Evet, ilk hafta pes ettim, bebek zaten sarılıktı, moral bozukluğum iki kat olmuştu. Onu besinsiz bırakıp da inat ederek emzirmeyi başaracak gücüm yoktu.

İkinci haftaya girmeden Simre'nin doktoru Gökhan Bey'e gittiğimizde yorum yapılan konular bilirkişi tarafından onaylandı ve 'emzirmeye engelim olmadığı' tespit edildi :))

Sonrasında söylediği iki cümle kulağıma küpe oldu. ' Biberon ve mama verdiğiniz her an bir daha sizi hiç emmeyeceği ve sütünüzü istemeyeceği ihtimalinin çok yüksek olduğunu hatırlayın' dedi...

Gerçekten de kulaklarımda çınlayan bu cümle ile azmettim ve başardım!

İlk hafta sürekli biberonla beslendiğinden beni sürekli reddetti. Her denememde fenalık geçirdim. Benle dalga geçti, istemedi, gıcıklık yaptı sürekli!

Simre inatçı çıktı ama ben ondan daha inatçı!

2 gün tek başıma uğraşarak verdiğim çabanın sonucunda artık Simre'yi anasının ak sütüyle emziriyorum :)))))))))))

Söylenenleri duymayın, pes etmeyin, bebeğinizin sağlığı ve hatta sizin KİLOLARINIZ için bi odaya saklanın tek başınıza emzirin! Bunca helva ve hoşafa doğum öncesi kilomdan 1 kilo ve azıcık göbek nasıl kalırdı yoksa? :)

15.4.10

Simre de doktorlandı :)

Hamileliğimin son günlerinde, daha Simre doğmadan çocuk doktoru telaşına düştüm!

Hamile kalmadan önce doktor telaşına düştüğüm gibi, panik panik doktor arıyordum...

En önemlisi benim anlaşabilmemdi, ne de olsa Simre kedisi 1 süre anlaşamicak, ben onun tercümanı olucaktım :)

Sonrasında bazı kurallarım vardı, onlara ters düşmemeliydi...

Klasik doktor özelliklerinden ziyade; gelenekselci değil yenilikçi olmalıydı.

Rahat ve huzurlu bi bebek yetiştirmemi sağlamalıydı bu yüzden de huzur vermeliydi konuştukça...

Beslenme konusunda katı olmalıydı ki ben de katı olayım...

Bana sabırlı olmalıydı ki ben de yeni tanıştığım bebeğe sabırlı olayım...

Doğum öncesinde methini duyduğum ve sonra televizyon programlarında izlediğimde de oldukça içimin ısındığı doktor Gökhan Mamur'la tanışacaktık.

ama doğum beklediğimizden erken oldu ve Gökhan Bey'le tanışamadan bebeğimizin ilk kontrolleri o anda nöbetçi olan başka bir doktor tarafından yapıldı.

Isınmaya mecbur değilim di mi? Isınamadım!

Sarılığımızın ilk tehlikesini atlattıktan sonra koşa koşa Etiler Memorial'da Gökhan Mamur'a gittik...

Eşimin çocukluk doktoru, komşumun çocuğunun doktoru, benim çocukluk doktorum tavsiyelerine kulak asmadık, doktor konusunda yine bildiğimizi okuduk :)

Bebeğimizi kontrolden önce uzun uzun bizimle sohbet etti.

Sıkıntılarımızı ve merak ettiklerimizi sordu ve yanıtladı.

Tüm bunları yaparken öyle yumuşak öyle sıcak konuşuyordu ki insanın bebek olası; 'anne beni doktora götür' diyesi geliyordu. :)

Ben doktor kaçkınıyım nedeni de annemin profesor diye beni yaşlı yaşlı suratsız amcalara götürmesi!

O doktor sevimlilik bile yapsa, yuvarlak kalın çerçeveli gözlükleri ve sakalları beni korkutmaya yetiyordu...

Sık hasta oluyor ve her hastalandığımda koltukların altına saklanıyodum ki annem beni o doktora götürmesin!

Şimdi Simre de bana benzer de doktor kaçkını olur diye uzun yıllar birlikte büyüyeceğimiz doktorumuzu seçmek benim için çok önemliydi.

Ben buraya sevdim yazıyorsam sonuna kadar giderim...

Doktorumuzun en sevdiğim yanı benim gibi 'online' olması... http://www.bebekdoktorum.com/ onun sitesi...

Sarılıkla ilgili sıkıntımız çok şükür geçti.

Tahlil sonuçlarını alır almaz geri dönerek o sıcacık ses tonuyla; 'Sitaaare Hanımm unutmayın bir telefon kadar yakınım size her an' diyerek içimizi rahatlattı ama bunu derken benim ne kadar 'meraklı anne' olduğumu bilmiyordu :)))


Biz anne ve baba olarak sakinleştik, rahatladık ve sevdik. Simre nasıl sevmesin!

14.4.10

en sevdiğimsin oksitosinnnn!

Doktorumun tavsiyesiyle doğumla ilgili olumsuz yazılar ve sohbetlerden hamileliğim boyunca uzak kaldım.

ve herkesin bahsetmeye çalıştığı o kötü doğumların hiçbirisine benzemedi benim doğumum!

Şimdi doğumu en yakın arkadaşım Bilge, özellikle sen oku :)

Ters bi durum yoksa kesinlikle normal doğum, normal doğum, normal doğum! (çoğu doktor günü, saati belirleyip sezeryana yönlendirip arkadan kahvesini içmeyi daha çok tercih ediyor maalesef)

Aklımıza 'sezeryan' olup bi an önce zahmetsiz, acısız atlatmak hep geliyor da onu bastırabilirsek kahraman biziz.

Bence işin sırrı pozitif olmakta, mutlu olabilmekte!

Doğum sırasında salgılanan oksitosin diye 1 hormoncuk var. O salgılandıkça doğum kolaylaşıyor ve onu arttırmanın yolu da pozitif olmaktan geçiyor...

Hamileliğim sırasında doğumla ilgili korkularım çoktu ama doğumdan hemen önce o korkuların hepsi kayboldu.

Zaten o anda çok fazla bişey düşünemiyorsunuz, bi an evvel doğurmak tek isteğiniz olunca doğuruyosunuz hemen :)

Hele bi de emin ellerdeyseniz, korkucak hiç 1 şey yok! Siz mutlu olun, oksitosini yükseltin yeter :)

Hatta sütü de arttıran oksitosinin ta kendisi, değerini bilmek gerek yani! :)

Normal miyim?!? Normal doğum mu?!?!?!?!

Ben normal miyim ki normal doğum istedim!

Aklımda fikrimde çocuk yapmakla ilgili her durumda kaçış yolu olarak sezeryan vardı.

Normal doğum asla asla asla diyordum!

Sonra doktorumla ilk görüşmemizde 'normal doğum yapabilirsin, sen normalsin ve doğal yolu seçmelisin' demesiyle 'uf çattık' demiştim ama nasılsa dik kafalıydım doktorumu da kandırır sezeryanla kurtarırdım paçamı...

Pozitif yaklaşımlarıyla kendilerine hayran bırakan Başak Kutlu Atay ve Nur Sakallı hocalarımla; yoga, doğuma hazırlık çalışmaları vs. derken normal doğumun gerçekten normal olduğunu ve evrelerini öğrendim...

Bebek için ve kendim için en sağlıklısı olduğunu, normal doğumla daha güçlü daha dirençli bi bebek doğacağı fikrini benimsedim.

Bi yandan Hasot, bi yandan doktorum, bi yandan doğum dersi hocalarımdan aldığım tüyolarla 'sezeryana hayır' kampanyalarına katılacak duruma geldim!

ve sonunda 06.04.2010 tarihinde normal doğumla bebeğim Simre'yi dünyaya getirdim.

Belki çok acı vericiydi, belki biraz rezil, zahmetli ve eziyetliydi ama doğum belgesinde normal doğum gerçekleştirdiğim yazısını okudukça kendimle gurur duymam tüm acıları unutturdu!

Bilmiyorum ben normal miyim? Kolaycıyımdır ama Simre bebek için kendimi ateşe attım :) Yandım yandım kül oldum ama gerçekten değdi.

Kimse korkmasın, kimse mecbur kalmadıkça sezeryana yönelmesin, son dakikalarda sezeryan diye yalvarırken bulsanız da kendinizi normal doğum yapmak bi başka keyif veriyor insana! :)

Doktorum kahramanım Altuğ Semiz, bana 9 ay katlandı...

Google maceralarıma güle güle şaşkına döndü...

Kilomu kontrolü, bebeği paranoyak derecesindeki gelişmiş ultrason cihazlarıyla incelemesi ve her ihtimali benimle paylaşması, tek bir nokta bile atlamaması ve verdiği morali ile Çok şahane, sağlıklı bir 9 ay geçirmeme sebep oldu!

Son güne kadar araba kullandım (kendisinin haberi yok, olsa muhtemelen kızardı :)

Son günden bi öncesine kadar gezmeden geri kalmadım;

Cumartesi günü Nişantaşı'nda enine boyuna gezerken, annemin arkadaşlarının şaşkın bakışları arasında hala alışveriş yapıyorken Pazar günü Hasot'la da alışveriş merkezlerini gezip akşam da arkadaşlarımızla buluşmuşken Pazartesi doğuma gittim.

Allah herkese benimki gibi hamilelik nasip etsin.

Arkadaşlarım 'hamileliğini algılayamadık ki doğum yaptığına inanalım' derken, apartman görevlimiz 'a a a aaa' diye bebekle gördüğünde şaşırıyor.

Eniştem 'hamile insan yerinden kalkarken zorlanır, evinde oturur' derken, kuaförüm 'göbeğine ne oldu, bebek mi doğdu, doğdu da sen neden burdasın' diye şaşırıyor :)

İnşallah bebekle ilgili maceralarım da hamileliğim gibi geçer...

Altuğ Bey'i beklerken 'doktorunuzdan memnun musunuz' sorularına 'aynısından bebek doktoru olsun, daha ne isterim' diyorum.

Şimdi bebek doktoru maceram başlıyor...

Onunla ilgili yazılarım da çok yakında :)

Sarı kedi solaryumda!

ve Simre doğar...

Simre'yle birlikte  korkular, meraklar, endişeler de doğar...

Evimize geldik, toz pembe odamıza Simre'mizle girdik.

Henüz onu beklemiyorduk, evden muayene için çıkmıştık gün sonunda doğum yapmıştım.

Gözleri kocaman açık, uzun saçları kirpi gibi japon kedisi tam :)

Hastanede 1 gece kalmam yeterliymiş ama bakılmak çok hoşuma gitmiş olucak ki bi gece daha kalmak istedim :)

İki gecemiz hastanede geçtikten sonra eve döndük.

İlk günümüz güzel geçti ama bi gariplik vardı. Kedicik hep uyuyodu...

Ev kalabalık, herkes onu sevmeye geldi.

Ama o hep uyuyodu!

İki gün sonra doğuma giren çocuk doktoruyla olan randevumuza gitmek için hazırlandık...

Anne ve baba olarak ilk doktor heyecanını birlikte yaşamak istedik, kimseyi peşimize takmadan kedimizi sepetine koyduk, hastanenin yolunu tuttuk.

Tahliller yapıldı, bilrubinimiz yüksek çıktı. Yani bebeğimiz sarılık olmuştu. Kan uyuşmazlığı dedi doktor, bişiler dedi ve onu acil olarak ışın tedavisine almaları gerektiğini, 4 saat içinde sonuç vermezse kanının değişeceğini ve bunun risk taşıyan bir işlem olduğunu söyledi.

O anda dünya durdu.

Herşeyi kötüye yoran ben; bebek makineye bağlandıktan sonra odadan çıktım. Hastane kafesinde ağla ağla kendimden geçtim... En kötü ihtimali düşünüyodum, daha yeni doğmuş bebeğime bişey olmasından korkuyodum.

O kabus dolu bekleyiş sona erdi. Sonuç güzeldi ama 24 saati hastanede geçirmemiz gerekiyordu.

Simre, cıscıbıl solaryum makinesinin minyatüründe güneşlenir gibi keyifle yatıyordu...

Onu öyle görenler solaryum makinelerinden çıkmayan annesine benzettiler :)

Daha bebeciklikten annesi gibi süsüne düşkün, kokosh olucak besbelli!

9.4.10

Elinize, kolunuza sağlık doktorlarım :)

Saat 11.45 beni doğum odasına aldılar!

Almasalar mı!

Almasınlar...

Bıraksınlar beni!

İmdatlar imdatlarrrrrr :)

Sezeryan da olmaz bu saatten sonra 'epidüral yapın yalvarırım'...

Doktorum beni kandırdı, böyle anlaşmamıştık, ben acı çekiyorum hani hissetmiycektim bu sancıları...

Olmazmış, doğum sırasında sancı hissetmeliymişim...

'Ah doktorum beni doğum odasına kadar getirdin, artık dönüşüm yok bu garip yatağımsı koltuğumsu şeyde 'epidüral' diye yalvarmakla geçiyor son dakikalarım...

Fazla detaya girmiyim, bilahare anlatırım :)

ama şöyle söyliyim saat 11.45'te girdiğim doğum odasında 00.01'de duyulan kedi miyavlaması ile tüm ağrılarım dindi...

Hamileliğim boyunca doktorumdan dolayı çok şanslı olduğumu biliyodum ama o gece nöbetçi olan doktordan da bu kadar şanslı olunmaz ki :)

Doktorlarım elinize, kolunuza sağlık...

Doğum sırasında epidüral diye yalvartıp vermediniz diye size çok kızmıştım ama haklıymışsınız eğer verseydiniz ben doğumu unutup kafam rahat sohbet ederdim:)))

O minik kediyi normal normal dünyaya getirmek için o kadarcık acıyı iyiki çekmişim!

8.4.10

Simre Geliyor!!!!

Günlerden Pazartesi...

Doktorumuza gidiyoruz...

Benim panik atak kurgularım yüzünden her an sezeryan yapılabilirmiş gibi korkuyla gidiyoruz.

Anlattıklarıma bakarak tedirgin olan kayınvalidem de bizimle geliyor..

Tekrar NSTye bağlanıyorum. Hemşireler yine tedirgin... Hissediyor musunuz diyorlar, neyi diyorum. 'Hafif sancınız var da' diyorlar...

Sonra doktorumun yanına gidiyoruz. 'Hımm diyor hafif sancılar başlamış 5 gün sonra görüşürüz'

Ben o sırada geçen görüşmemizde doktorumun anlattıkları ve google'dan bulduklarımla kurduğum senaryodan bahsediyorum.

O anda google'a sorduğum için yine azar işitiyorum, yine hem yazmış, hem oynamışım meğer :)))

sonra hastaneden çıkıyoruz.

Biraz dükkanda oyalanıyorum.

Kayınvalidemi eve bırakıcaktım, önce biraz alışveriş yaptık sonra eve geçtik.

Bu arada belime hafif hafif ağrılar vuruyordu.

Eve geçicek halim kalmamıştı.

Böyle ağrılara alışık olduğum için sesimi çıkarmadan saate bakmaya başladım.

Ağrılar düzenli olarak 15 dakikada bir geliyor sonra hemen geçiyordu.

Biraz uzandım, ağrıların şiddeti artmaya başladı. 10 dakikada bir gelmeye başladı.

Doktorumu arasam mı diye düşündüm sonra dedim ki bunlar yalancı ağrı boşuna aramayayım yine abartmıyım dedim.

Google'a sordum :) Gerçek doğum sancıları ile ilgili yazanların hepsi bana uyuyordu.

ve sancılar 5 dakikada bir belimi bükecek şekilde şiddetlenerek artmaya başladı.

Doktorumu aradım ' aradığınız kişi bir başkasıyla görüşüyor' diyordu o gıcık kadın... Aradım, aradım sonra kayınvalideme 'sanırım benim doğumum yaklaştı' dedim, Hasot'u aradım 'telaşlanma ama sanırım benim doğum sancılarım başladı' dedim.

Sonra sancılarımın en dayanılmaz dakikalarında doktorum aradı (bu arada herşeye panik olan ben, belki doğum sancısı değildir diye hala evde oyalanıyordum) 'sancılarım 3 dakikada bir geliyor, o nişan mı ne o da geldi, napıcam ben' dediğimi hatırlıyorum :)

Doktorum da 'telaşlanma yarım saate kadar hastaneye git, ben de geliyorum' dedi...

Hastane çantam evde, doğumu hiç beklemiyordum, daha kuaföre filan gidicektim...

Duş mu alsaydım, kıyafet değiştireyim,

Ya bişey unutursam sorularıyla o telaşın içinde 'beni eve götürün' dedim.

Akşam trafiğinde Bahçelievler-Bakırköy arasını jet hızıyla geçtik eve vardık, ben asansörün önünde sürüne sürüne eve vardım.

Bebek kıyafetlerini henüz hazırlamamıştım, onları toparladım, lohusa tacımı aldım.

Sürüne sürüne arabaya bindim ve Memorial'ın yolunu tuttuk...

Arabada hayatımda çekmediğim şiddette acı çekiyordum.

Annemle ablam hastaneye çok yakın olduğundan hemen kapıda beni bekliyorlardı.

Acilden girdik, yok kimlik yok neyiniz var sorularıyla delirdim.

Doğum yapıyorum doğum odasına gitmem gerek ne işim var burda diye bağırınca apar topar beni ordan kaçırdılar :)

Odaya çıktım yine o NST'yi bağladılar. Sancıların şiddetine dayanamıyordum artık.

Nefesim kesiliyordu.

Nöbetçi doktor ve hemşireler geldi. Hepsi dilimden çok çekti. Uyuşturun, epidüral yapın, Altuğ Bey'le öyle anlaştık, ağrı çekmiycektim ben diye ağlıyordum. Hiçbiri dinlemiyordu.

Alerjiniz var mı, adınız ne, o ne bu ne, kimlik numaranız!

Yalvarmamı kimse dinlemeyince duygu sömürüsü yapmaya başladım. Bakın uyuşturmazsanız bayılırım ben. Ağrıya dayanamam ben, hemen bayılırım tansiyonum düşer diyordum.

Ama nafile...

Dinlemediler...

Biraz bekleyin, birazdan epidüral yapıcaz diye geçiştirdiler...

Ağrıların çoğunu çektikten sonra çok şükür anestezi uzmanı geldi epidüral yaptı.

Sanki o da kolaymışmış, sırtımda yeri bulamadı, denedi olmadı, hem o şanet ağrı hem o iğnenin acısı derken artık tükenmiştim.

Hemşireye de, o doktora da, doktoruma da hatta Simre'ye de sinir olmuştum :)

Sonra ettiğim laflar ve çektirdiklerim için hepsinin gönlünü aldım...

Nöbetçi hemşire de o kadar iyiydi ki! Bütün gece bana da bebeğime de çok güzel baktı. Hatta onun yüzünden 1 gece daha kalmak istedim ama denk gelemedik :) sonra ona da dedim o sancıları çekerken, o sorduğun sorular insanı deli ediyor, o anda deli oldum deli deli! :)

3.4.10

Simre'cik erken mi gelicek?!?

Bugün kontrollerimiz vardı.

Ultrasonik bebişimizi ekrandan göreceğimiz son kareler için Memorial'ın yolunu tuttuk ablamla birlikte...

Doktorumuz doktorumuz Altuğ Semiz'e varamadan NST odasına aldılar beni...

Neymiş NST? Hemen merakımızı giderelim.

Göbeğime 2 tane şey takıyorlar, birisi bebeğin kalp atışlarını birisi benim sancılarımı makinede kaydediyor.

Elime de bi tık tık, bebek oynadıkça ona tıklıycakmışım...

Kızım bi anda atağa geçiyor, ben hemen tık tık tık tık sonra uykuya dalıyor...

Hemşireler beğenmediler, doktoruma gösterdiler o da beğenmedi, normalde 20 dk olan süreyi 55 dk'ya uzattılar.

Herşeyden panik atak olan ben, nedense telaşlanmadım, hareketlerinin ne kadar abartılı olduğunu bildiğimden 'neyini beğenmediniz' diye sorup gülüyorum...

Sonra doktorumuzun odaısna geçiyoruz dın dın dın dın dındın :)

Altuğ Bey'in ağzından dökülen sözler, yüreğimi hop hop ettiriyo çünkü Simre her an gelebilirmiş...

Artık dışarda büyümesi onun için daha uygunmuş, sıkılmış minyatür kurbağa :)

Plasentayla beraber sığamaz olmuşlar 'benim yerim daraldı, çıkarın beni burdan' der olmuş Simre'cik...

Üzüldüm yine çünkü 37+3 haftalıktı bebeğim...

Halbuki karnımda büyüsün büyüsün kocaman olsun şişko olarak doğsun istiyodum ama karnımın yapısından falanından filanından max. büyüme kapasitesine ulaşmış kendisi :)

Doktorumuzdan çıktık, google'a girdim (kaç kez bu konuda azar işitmeme rağmen us- lan- ma- dım :)

Google'a plasenta yazdım, sığmıyor yazdım, bebek yazdım, erken doğum yazdım hepsini birleştirdim ve ortaya 'plasenta yetersizliği' diye bişey çıkardım. Ordan da 'asimetrik büyüme gerilemesi'ne geldim ve bunları birleştirip içeriklerini öğrenince gene komalardan komalara girdim :)

Gerçekten rahatsızım, biliyorum...

Doktoruma söz vermiş olsam da yine yapacağımı yaptım bi de üstüne üstlük herkese bu okuduklarımdan bahsedip doktoumun dedikleriyle birleştirdim ve ortaya kalp ritmi bozuk, ciğerlerine hava gitmeyen ve sezeryanla alınması gereken bi bebek çıkardım.

Tüm hafta sonunu da bu stresle geçirdim ve geçirttim...

Annemin anlattıklarımdan kafası karışmış olucak ki benim huyumu da bildiğinden gizli gizli doktorumu aramış, herşeyi doğru düzgün öğrenmiş ama ben o yazıları doktorumla konuşmadan tatmin olur muyum? Olmaaam... Pazartesi günkü randevuyu bekliyorum, belki de Pazartesi sezeryan mı olur diye de düşünmeden edemiyorum, tamam tamam sustum! :)

22.3.10

20lik dişim eksikti!

1 Simre alana 20'lik diş bedava!

Geçen gün arkadaşlarımızla otururken konu nerden açıldı hatırlamıyorum da 20'lik dişlerden bahsetmeye başladık.

Dedim ki ' benim 20'lik dişim çıkmadı, artık çıkmaz heralde'... Demez olaydım!

Cumartesi konuştuk Pazartesi gecesi acile taşındık!

Ben dilimle getiriyorum herşeyi başıma :)

Neymiş efendim, 20'lik dişim çıkmaya çalışıyomuş, apse yapmış, yarılıp çekilmesi gerekiyomuş ama doğumuma az kaldığı için o anda doğum gerçekleşebilirmiş en iyisi ertesi gün hastaneye gidip doktorum nezaharetinde hastanedeki bir diş hekimine gitmekmiş.

Ben o ağrıyla o geceyi nasıl atlattım bilemiyorum.

Ertesi gün koştura koştura doktoruma gittim, konuşamaz bi halde...

Acile gittiğimiz diş hastanesindeki doktorun dediklerini anlattım yana yakıla... Bi yandan da keşke hastane çantasını da getirseydik diye hayıflanıyordum :)

Of meğer yine abartmışım, öyle şey olmazmış, antibiyotik tedavisiyle apse geçermiş sonra çektirebilirmişim...

Sonra hastanedeki diş hekimine gittim, antibiyotik verdi, 3 gün sonra da dişi çekeceğini söyledi...

Tamam deyip çıktım ama içime sinmedi doktor fobisi olan ben güvenemem ki öyle her doktora...

Hayatımda tanıdığım ve güvendiğim iki doktordan biri Mehmet Ali Özer'i aradık hemen;

O bana 32 dişini çekicem dese çek Mehmet Ali abi derim :)

(diğerini biliyosunuz bloğun başından sonuna bahsediorum zaten :)

'Sakın demiş, şimdi ne 20'lik diş çekmesi, Sitare hassastır, kasar kendini kafaya takar, doğurası yoksa da doğurur'

Onu dinledim tabiki, dişimi çektirmedim. 3 gün kadar hiç 1 şey çiğneyemedim, konuşamadım ama sonra antibiyotikle birlikte 4. gün tüm ağrım sızım dindi.

En yakın zamanda çenemin derinliklerinde saklı kalmış 20'lik dişim Mehmet Ali abinin ellerinden öper :)

15.3.10

En'lerin doktoru :))

Simre'nin boyu uzuyor, sürekli kilo alıyor.

Minik çikolatamızın gramajı artıyor :)

Dünkü kontrolümüzde kilomuz 1870 olmuştu.

Her gittiğimde beni tartan doktorumun hassas tartı modundaki yaklaşımıyla hamileliğimden şu ana kadar 6 kg almış bulunmaktayım :)

Söylediğine göre de bundan sonra maksimum 3 kilo daha alırmışım. Sonrasında da bu kiloların hepsini tıkır tıkır gönderirmişiz :)

Hayatı boyunca sebzelerle beslenen, kilosuna dikkat eden ama evliliğimizin ilk zamanlarında doğu kültürüne alışık olmayan midem ve gözlerimin azizliğine uğrayarak 12 kilo almış bir kişi olarak benden bekleneni yaptım ve başardım!

Koskocaman göbekli (hala bu erkek göbeği, yanlardan almadın, kilo almadın, bu bebek erkek' diyenler var :) ama arkadan bakınca bildiğimiz Sitare olan ben, artık çok yakında Simre'yi gururla tüm sevdiklerimize koklanması için sunucam :)

Sevgili doktorum doktorum Altuğ Semiz'le ilk görüşmemizde 'yandın! Kilo konusunda en sert doktoru buldun' demesiyle o anda doğru doktor kararı verdiğimi anlamıştım zaten...

Doktorum! o cümleyi şöyle değiştirelim; 'yaşadım! En ilgili, benim gibi en pimpirikli, en kuşkulu, en araştırmacı, en anlatıcı, en açıklayıcı, Hasot'un gelmedği tek gittiğim zamanlarda Hasot'u en azarlayıcı, enn süpeeeer doktoru bulmuşum :)

Bu aralar muayenelere o kadar keyifli gidemiyorum, sebebi de doğumun yaklaşmış olması...

Benim merakım dinmiyor, yanında hediye olarak bir de korku getiriyor :)

Bu bebeği büyütmesi, böyle karnımızda sevmesi güzel ama çıkış işlemleri olmasa olmaa mı :)

5.3.10

O endişeli, ben meraklı :)

Simre'nin adını burdan duyurduktan sonra artık herkese söylemeye başladık.

Ondan önce en en en yakınlarımız biliyordu sadece...

Şimdi benzinci, market, kasap, kuaför ve yoldan geçen ismini bilmediğim teyzeler kızımızın adını biliyor artık! :)

Genç kızlar bi kenara not alıyor, çok beğendim. 'Anlamı da çok güzel, ben de bu ismi koymak istiyorum' diyorlar...

Biz ilk anda çok beğendik ama herkesten bu kadar süpper tepkiler alacağımız aklımıza gelmemişti.
Facebook'ta bloğun linkini verip herkese bebişimizin ismini duyurduğumuzda aldığımız tepkiler süper süper süperüstüydü :)
Yorum yapan, beğenen tümmmm arkadaşlarımıza, sevdiklerimize kocaman kocaman teşekkürler ediyoruz.


Ablamın heyecanla ismi bulup bana ilk söylediği anı hatırlıyorum da...

Çeşitli testler ve hurafelere göre cinsiyeti erkek çıkan bebeğin doktorumuz tarafından 'kız' olduğunu öğrendiğimiz gündü.

Biz biraz buruktuk çünkü erkek için isim hazırdı, planlar hazırdı, ona alışmıuştık...

ve tabi erkek bebeğin ismi şimdi beni kıskanan Hasot tarafından bulunmuştu :)

Onun ismine çok yakın, onu tamamlayan bi isimdi.

Benim adımdan da bi harf içeriyordu çok şükür :P

Evet, ben de onu o zaman kıskanıyordum!

Ama ne oldu, döndü dolaştı Sitare'nin yıldızı parladı kalbimizdee :)

Kıskanma sırası Hasot'ta! :)

Ben 'canım kızım, benim kızım, benim parçam' diyorum diye birileri çok bozuluyor...

'sadece senin kızın mı, senin parçan mı' diye buruluyor...

'Sen o blogda yazıyorsun, sanki sadece senin kızınmış gibi' diye Sezercik numaraları yapıyor.

Sen de yaz diyorum, yazıcam zaten diye hırslanıyor.

Yakında 'endişelibaba' diye bi blog açılırsa şaşırmayın :)

Neden mi endişeli baba;

Çünkü hamileliğimden beri, bilmediğimiz bu yola girdiğimizden beri ben aşırı meraklı,

O da iki kaşı havaya kaldırarak nasıl yapıyorsa alnında 5 tane enine çizgi oluşturduğu gözleri açık bakışlarıyla oldukça endişeli :)

Ufak bir ağrım olsa,

Numaradan 'ay' desem,

ve şu son zamanlarda 'doğumla ilgili şakalarımla' hemen endişeli bakışlar devrede :)

Bu arada her zamanki geyikliklerim yüzünden 'yalancı çoban' gibi tüm inandırıcılığımı yitirip ortada kalırsam şaşmayın :)

3.3.10

Bebişimizin ismi?!?!?!?

Bebişimizin ismi, cinsiyetini öğrendiğimiz günden beri belli...

İsim arama sitelerini didik didik didiklerken ablam da bir yandan araştırmış.

Benim kenara yazdığım 4 ihtimalin içinden birisini bulmuş ve heyecanla benimle paylaşmıştı.

İşte o isim; bebeğimizin ömür boyu taşıyacağı, onunla yaşayacağı isim oldu..

Babası da ismi duyunca bayıldı bayıldı bayıldıııııııı :)

Büyüklere önce biraz yabancı gelse de sonra 'annesinin adından sebep' zorluğuna alışıldı ve yine bayılındı...

Doktorumuz öğrendiğinde ayrı bayıldı...

Bayıldıkları direk duydukları isim değil! İsmin anlamı ve annesinin adıyla olan uyumu! (Babamız kıskanma :)

Ben küçükken adımı hiç sevmezdim!

Öğretmenler hep farklı bir şekilde telaffuz ederlerdi...

Sitella, Stara, Star ve bi takım kısaltmalar...

İsmimi sorduklarında sürekli tekrarlamak zorunda kalırdım, bıkmıştım!

Sonra Türk olmadığımı iddia eden konuşmalar vs.

Anneme kızardım kolay bir isim neden koymadınız diye...

Eğer ikinci bir adım olsa direk onu kullanırdım o zamanlar...

Sonraları ismimin ne kadar kalıcı olduğunu gördüm.

Zor anlaşılıyordu ama zor unutuluyordu.

Belki çoğu insanın tanıdığı tek Sitare bendim.

Hani içinde Sitare geçen bir konuşma geçse; 'hani'ufak, tefek şirin kız mı' diyenlerin çok olduğunu biliyorum :)

Hasot, arkadaşlarına benden bahsettiğinde içlerinden tanıyan çıkmış ve yine bu ifadelerle beni anlatmışlar :)

Rock müzikle ilgilendiğim zamanlarda 'Sitare' dendiğinde yine akıllara ben geliyordum aradan 10 seneden fazla geçmesine rağmen yine 'Sitare' dendiğinde direk hatırlanmak çok güzel!

Hangi Sitare, denmez hiç...

Bellidir, benimdir o cadı :)

Her yere elimi attığımdandır ki Kenan Erçetingöz, Serdar Ortaç, Okan Bayülgen ve Beyaz'ın da bildiği ufak tefek Sitare benimdir :) Hatta Beyaz, ismin ne kadar enteresan diyip skeçlerinde kullanmıştır...

Maalesef hocalar da beni unutmazlar. Hangi Ebru, hangi Hande demezlerdi anneme. 'Hımm demek Sitare'nin annesi sizsiniz' diye başlardı görüşmeler...

İşte kızımın adı da böyle herkesin hafızasında yer edecek bir isim olacak!

Kimse onu unutmasın, kimseyle karıştırılmasın ve o da aklı erdiğinde ismiyle gurur duysun diye...

Benim adım SİTARE, farsça kökenli, anlamı ise; Dünyaya en uzak olan ama en net görülebilen YILDIZ.

Kızımızın adı ise SİMRE; YILDIZIN yeryüzüne yansıması anlamına geliyor.

Yani  işte Simre benim gölgem, benim parçam, benim canım, benim şanslı ve güzel kızım :)

Ünlü gurmeler neler dedi?

Yaz sezonunu geride bırakırken, Türkiye'de yeme - içme hayatına yön veren ünlü isimlerden yaza dair iz bırakanlar ve kış sezonu için tüy...