19.2.14

Yaz kızım!

En sevdiğim şey 'yazmak'..

Ama şu i phone, i pad ve twitter sayesinde uzun uzun yazmayı unuttum.
Bilgisayar açmaz oldum...

Yazı yazmayı unuttum, unutucam derken gecce.com'da yeniden yazmaya başladım...

Arada özel haberler giriyorum, şu aralar elde ettiğim uzmanlık alanım 'çoluk çocuk' hakkında yazıyorum, kültür sanat, sinema ve  her ne kadar hamilelik süresince uzak kalmış olsam da göz ucuyla takip ettiğim kadın moda haberleri yazıyorum...

Bayılıyorum yazmaya...

Belki de konuşurken tüketmediğim kelimeleri yazarken defalarca kullanıp harcıyorum.

Belki konuşmaktan daha duygulu yazıyorum, konuşmaya halim kalmadığı zamanlarda sussam bile ellerimle yazarak anlatabiliyorum herşeyi...

Ortaokulda şiir yazmaya başladım.

Kendimin olmayan duyguları çalıp yazdım, acı çekmesem de acıların içinde boğuluyormuş gibi yazdım.. Kanatlanıp uçacak kadar mutlu olmasam bile mutluluktan dört köşeymişim gibi yazdım..

Sonra bir baktım, sahte sapan şeyler şiirler...

Çoğu kayıp zaten, az bişeyler gelmiş benle beraber bu eve, onlar da yeter; ne üstüne koyarım ne onları atarım :)

Aynı yıllarda müziğe döndü yüzüm.

Bi rock grubum olsa hayalim vardı...

Davul mu çalsam? (annemleri eve davul alma fikrine ikna edemedim)
Şarkı mı söylesem? (yok o kadar göz önünde olamazdım)
Gitar?! Annem bayıldı bu fikre, hemen gitar aldık. Kursa başladım.
O da ne 'gıy gıy gıy'!!!
Klasikler önümde, şuna bas, buna bas... Ohoooo...
Ben onları çalmak istemiyorum ki, patada kütede gitarı konuşturmak istiyorum.
Bıraktım dersi yarıda.
Elektro gitar aldık. Allah o ses! Elinin değdiği yerle evde gitarın sesi yankılanıyor....
Tabi bunların hiçbiri profesyonel anlamda bir grup kurmamın ya da gruba dahil olmamın temellerini atamadı.
Bu arada sürekli Taksim Tünel'de geziyorum.
O zamanlar Türk rock gruplarının elemanları oradaki müzik dükkanlarında çalışır ya da ziyaret ederlerdi.
Git gel, git gel.
Alt taraflarda da stüdyolar vardı, gittim bir stüdyoya, baktım demo yapmak için çalışan gençler var.
Hem kayıtlarında bulundum, hem eşlik ettim hem de 'sizi duyurmak lazım' diye yeni bi işe giriştim.

Fanzin!
Evet o zamanlar, fanzin modaydı. Fanatik Magazin. Fotokopiyle çoğaltılan dergi...
Atlas pasajı, Aznavur Pasajı, Akmar Pasajı'ndaki dükkanlara bırakıyorsunuz, onlar satınca parasını geri veriyor.
Ben de başladım yine yazmaya...
Yaz babam yaz.

Araya bi kaç şiir, önsöz, sonsöz, haberler, gruplarla röportajlar, duyurular derken 1 sene 'the rock ula' ismini verdiğim fanzini yayınladım.

Tabiki kar sıfır. Hatta cebimden de verdiğim çok oluyordu ama ne batar ne çıkar çok güzel bi işti. Yaşıma ve boyuma bakan dükkan sahipleri gülümseyerek dergileri teslim alıyor ve paralarını almaya gittiğimde de insanların tepkisini, başarımı yorumluyorlardı.

En çok yerin dibine sokan, daha iyisini yapayım diye 'bır bır bır' konuşansa 'metin Abi'ydi' Atlas pasajında çizgi roman dükkanı vardı; Atılgan, Metin Demirhan.. Öğrendim ki rahmetli olmuş...

O dükkanlarda tanıştığım sayısız rock grubu elemanları, yazarlar, karikatüristler, şairler ve sessizce rock müziği takip eden dinleyici ve okuyucular...

Bir gün Güven abiyle karşılaştığımda 'konuklarımda aksilik oldu, gel bu akşam seni konuk alayım' demesiyle bi de Tv'ye çıkmadım mı? :) (Güven Erkin Erkal o dönemin de bu dönemin de tek haber kaynağı, tv ve radyocusu) gittik. Konuk oldum. Ne dedim, ne yaptım hatırlamıyorum ama şimdi bende öyle bir özgüven ve cesaret yok :)

Sonrasında da İstiklal Caddesinde yürürken tanınmaya, ellerime demo albümler tutuşturmaya, evin kapısına kadar yazı getirmeye başladı rock müzik ile ilgilenen herkes :)

Yine bir sonsuz özgüven ve cesaretle Uzan grubunun yaz boyunca düzenlediği Bodrum Kalesi konserlerine el attım.
Organize eden şirketin sahibi Mustafa Uslu aile dostumuzdu. Gittim, konuştum. Anlattım. Türkçe rock müzik de oralarda olmalı, onlarda konser verebilmeli dedim. İkna oldular :)

Bulutsuzluk Özlemi, Pentegram ve seyircilerini İstanbul'dan otobüslerle götürdüğüm, pasajlarda biletlerini sattığım ama Bodrum'dan gelenin olmadığı Objektif, Kramp, Nuri Kurtcebe konserlerini düzenledim. Konaklama, ulaşım herşey süperdi ama şirket gruplara konser paralarını vermeyince hafif fiyaskoyla sonuçlandı...

Sonra 'Türkiye'de rock müzik, nedir ne değildir, ne yapmalıdır diye paneller, söyleşiler düzenledim konusunda uzman kişileri davet ederek...

Şimdi bakıyorum da en yoğun ve en verimli çağım o senelerimmiş.

Girdiğim sokaklardaki tehlikelerden, tanımadığım insanlarla sohbetlerimde olabilecek kötü düşüncelerden bihaber olmasam da belki 'şans' eseri belki de koruyucu melek annemin gizliden de olsa gözünün üzerimde oluşuyla hiçbir tehlike ve kötü düşünceleri hissetmedim... Gerçi hep 'ezan okunmadan önce evde ol' talimatıyla hareket ederdim :)

Şimdi düşünüyorum da; ben olsam izin vermezdim diyeceğim ama 'hayal'lerini gerçekleştirmesine izin vermemek de ne kadar bencilce...

15 sene önce, kimse kimseye bu kadar kötü bakmıyordu, kimse kimseyi sokak ortasında soymuyordu, kimse kimseyi kaçırıp dilim dilim parçalara ayırmıyordu, tecavüz saldırı hiç duymamıştım, İstiklal Caddesi'ne zaten hava karardıktan sonra hiç adımımı atmamıştım ama şimdi gündüz de gidilmez oldu. Her yerden 'müziğin kokusu' gelirdi şimdiki gibi gürültü, görüntü kirliliği ve olaylar yoktu.

Simsim de hayallerini gerçekleştirsin, ben de 'annem' gibi ona yardımcı olayım, yolunu açayım isterim ama sanırım bir sahil kasabasında izin verebilirim :)))))))

Bi yazmak derken nereden nereye varmışım.

Öyle işte seviyorum yazmayı.




Ünlü gurmeler neler dedi?

Yaz sezonunu geride bırakırken, Türkiye'de yeme - içme hayatına yön veren ünlü isimlerden yaza dair iz bırakanlar ve kış sezonu için tüy...